Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

17; しばらくの間

 Bavulu peşimde sürükleyerek Yoongi'nin beni bıraktığı yere en yakındaki dükkana daldım. Vücudumun her karesinden damlayan sular bastığım zemini anında mahvetmiş olsa da umurumda değildi, tek istediğim bana yardım edebilecek birini bulmaktı. O an nasıl görünüyordum, bilmiyorum ama dükkanda yemek yiyen herkesin dikkati üzerimdeydi, harika bir sahne gerçekleşiyordu. "Yardım," dedim sessizce, oynayan dudaklarımla beraber ortamın daha da gerginleştiğini hissedebiliyordum. "Birisi yardım etsin..."

"Bayım?" Tezgahın arkasından çıkıp gelmiş bir noona gözlerinde biraz merak, biraz da endişeyle bana seslenmişti. Giydiği beyaz mutfak önlüğünün göğüs kısmında sarı bir kurdele taşıyordu, işte o an dükkanın içine yayılmış olan soondaeguk kokusu burnumu doldurmuş ve görüş yeteneğimi henüz kazanabilmişim gibi bir hisle tüm dükkanı kaplayan onlarca sarı kurdeleyle burun buruna gelmiştim. Burası Daegu'ya ne zaman gelsem oturmak istediğim ama asla fırsat bulamadığım soondaeguk restoranıydı. "Bir sorun mu var? Boş masa-"

"Yardım." Sesim bu sefer duyuluyordu, müşteriler iyice gerginleşirken noona duruşunu düzelterek "Kayınvalidemi çağırayım." demişti ama o bana arkasını dönüp tezgaha ilerlerken biliyordum ki yardım dileğim umurunda değildi, yalnızca buradan gidip dükkanın huzurunu bozmamamı istiyordu.

Bana kimse yardım edemezdi, boşu boşuna insanları yemeğinden ediyordum.

Başım önüme düştü, bavulumla beraber arkamı dönüp dükkandan çıkmaya yeltendim ama tam o sırada sözü geçen kayınvalide "Oğlum?" diye seslendi. Şaşkınlıkla duraksadım, benden bahsediyor olamazdı ama benden bahsediyormuş gibi hissettirmişti. Yalnızca birkaç saniye sonra ıslak olmamı umursamadan etrafımı sarmıştı bir çift sıcak kol. "Hoş geldin," diye mırıldandı kadın. "Gel, otur."

Kadın bedenimi çevirerek beni yeniden dükkanın iç kısmıyla yüzleştirmişti. Müşteriler şaşkındı ama daha da şaşkın olan kişi tezgahın diğer tarafında, kablolu telefonu kulağına dayamış olan noona'ydı. Ağzı açık bir şekilde bir bana, bir de kolunu belime atmış olan kayınvalidesine bakıyordu. "Islanıyorsunuz..." diye mırıldandım mahcup bir şekilde. Bu kadının yanında tüm derdimi, muhtaç olduğum yardımı, her şeyi unutmuştum.

Çünkü bu kadının hali benimkinden beterdi.

"Anne?" Kadın beni oturtur oturtmaz noona dibimizde belirmiş, irice açtığı gözleriyle kayınvalidesine bir şeyler anlatmaya çalışmıştı. Kadın başını gelinine çevirince profilinin ne kadar tanıdık geldiğini fark ettim, yüzünü de bir yerlerden anımsıyor gibiydim ama elmacık kemiklerinin görüntüsü bana birini hatırlatmıştı. "Jieun, oğluma yemek getir." dedi gelininin konuşmasına izin vermeden. Yumuşak bakışları hemen beni bulmuştu yeniden. "Yanında bolca kimçi." diye ekledi noona'ya, bana gülümserken.

Noona birkaç saniye boyunca inanamaz bir ifadeyle yanımızda dikilmiş, hemen ardından da masayı terk etmişti. Kadın masada hemen karşıma otursa da, yanıma oturmak istediğini açık bir şekilde görebiliyordum. Onun da önlüğünde sarı bir kurdele vardı. "İsmin ne?" diye sordu korkmamdan çekinircesine yumuşak bir ses tonuyla.

"Jimin."

"Jimin." İsmimi duymak öyle rahatlatmıştı ki, Yoongi gittiğinden beri ilk defa düzgün bir şekilde nefes alabilmiştim. Caddeye fırlayışı aklıma düşünce gözlerimin dolmaya başladığını hissettim. Kadın yüz ifadem karşısında endişeyle aralamıştı dudaklarını. "Sakin ol."

"Kaybettim." Ağlamaya başladığım için çatlayan sesimle konuştuğumda gözleri irileşmiş, oturduğu yerde arkasına yaslanarak benden az da olsa uzaklaşmaya çalışmıştı. Hayattaki en korkunç kelimeyi dillendirmişim gibi bakıyordu yüzüme, onun da vücudunu acı verici bir yokluk sarmıştı sanki. "Gitti. Ne yapacağım?"

Noona elinde tepsiyle gelmiş, soondaeguk kasesini, pirinci ve kimçi doldurulmuş banchan tabağını tek tek masaya bırakıp kaşık ve çubukları kasenin yanına yerleştirmişti. Kalkmasını beklediğini belli edercesine kayınvalidesine bakmaya başladı ama kadın acı dolu gözlerle bana bakmaya devam ediyordu. "Bekleyeceksin." dedi kısık sesle. Gelininin bile duymasını istemiyordu sanki. "Bekleyeceksin, Jimin."

Parmakları göğsündeki kurdelenin üzerine kapandı, gelini şok bulaşmış bir ses tonuyla "Anne?" derken kadın uçları kıvrılarak çaprazlanmış olan kurdeleyi önlüğünden çıkarmış ve masanın üzerinden bana uzatmıştı. "Senin yiyesin yoktur şimdi," dedi gözlerinde yaşlarla gülümseyerek. "Bunu al. Kaybettiğini bulunca geri gelirsin."

Sonra o dükkandan çıktım. Bir elim bavulumu taşırken, diğerinin parmakları avuç içime sakladığım yardımın üzerine kapanmıştı. Yağmurun altında yavaş yavaş, acele etmeden yürüdüm Yoongi'nin beni bıraktığı kaldırıma. Bekleyecektim. Belki de hiç gelmeyecekti, ama ben beklemedim demeyecektim.

**

Bir süre. Bir süre ne kadar sürerdi? Bunu daha önce ölçen olmuş muydu, bilmiyordum ama Murakami'nin de söylediği gibi, ben bir süre'yi ölçecek son insandım.

Yoongi'yi bir süredir bekliyordum. Su geçirmez montum dayanamayıp iç ceplerine sızdırmaya başlamıştı, o sırada bekliyordum. Montu çıkarıp içindeki kimlik ve belgelerin ıslanmasından korkarak su geçirmeyen bavula tıkmıştım, o sırada bekliyordum. Yoldan geçen onlarca arabadan birkaç tanesi, belki yarım saat, belki kırk dakikada bir durup ne yaptığımı soruyordu, ben bekliyordum. Bavulun üst kısmı daha fazla ıslanmasın diye üzerine oturmuştum, altta kalan kıyafetler umurumda değilken beklemeye devam etmiştim. Arabalar birer birer kayboldu. Karşı kaldırımdaki dükkanların ışıkları söndü, sahipleri kapılarına kilit vurup semtten ayrıldı. Aynı manzaranın arkamda kalan dükkanlarda yaşandığını da biliyordum. Soondaeguk restoranındaki kadın beklemeye devam ettiğimi görmüş müydü acaba? Yoongi'yi bekliyordum çünkü. Bir süredir. Arabalar geçmemeye başladı, trafik ışıkları boşlukta yanıp renk değiştirirken başım önüme eğik bir şekilde, bir süre daha devam ettim beklemeye. Sarı kurdele avucumun içindeydi, esen rüzgarın soğuğu iliklerime işleyip giydiğim kazağa tutunan yağmur suyu ciğerlerimi üşütürken akıl sağlığımı koruyan tek şey bu sarı kurdeleydi.

Anlamak zor değildi. O kadın da kaybetmişti, kaybettiğini getirir umuduyla sarı kurdelelere dolamıştı kendini ama elindeki sonuç hüsrandı. Hoş geldin. Kaybeden başka birini daha bulmuştu, şimdi aynı umudu onun avucunun içine bırakıyordu ki işe yarayıp yaramadığını görebilsin. Kaybettiğini bulunca geri gelirsin. Böylece o da beklemeye kaldığı yerden devam eder.

Ne yağmur yağmaktan yoruldu, ne de ben beklemekten.

Ama ben güneşten önce kazandım.

Bir anda, başımın öne eğik olduğu bir anda belirmişti karşı kaldırımda. Onun da başı öne eğikti, beni görmediğini biliyordum. Yağmurun yere çarparken çıkardığı sesler yüzünden duymamıştım belki de ayak seslerini. Elleri iki yanında sallanırken yavaş adımlarıyla caddeye çıktı, onun yerine korkup caddenin iki yanına bakmadan edememiştim. Neyse ki yol, bir süredir olduğu gibi boştu. Heyecanla kalktım oturduğum bavulun üzerinden. Dudaklarımın kıvrıldığını hissedebiliyordum. Gelmişti. Bulmuştum.

Başını yavaşça kaldırıp o an bulunduğum yere, beni tam olarak bıraktığı yere baktı ve beni görünce o kadar şaşırdı ki yolun ortasında duruverdi. Gülüşüm titredi ama silinmesine izin vermedim, "Gelsene," diye seslendim bunun yerine. "Nasıl ıslanmışsındır, hadi hemen bir otel bulalım."

"Melek?" dedi öylece dikilmeyi kesip az öncekine kıyasla oldukça hızlı olan adımlarıyla yanıma vardığı sırada. "Burada ne yapıyorsun böyle?" Büyük elleri hemen havalanıp yüzüme uzanmıştı, başparmakları gözlerimin altını silmeye başladı. Gülümsediğim için dudaklarımın kenarları avuçlarının altında kalmıştı. "Ağlama." dedi Yoongi. "Özür dilerim, ne olur ağlama."

O an fark etmiştim aslında gülümsemediğimi ama hıçkırarak ağladığımı. Gelsene, değil de yalvarırım gel, dediğimi. Kurdele aklımdan bu kadarını kurtarabilmişti. "Hyung,"

"Lanet olsun," Beni beklemeden göğsüne çekip kollarını sıkıca sardı etrafıma. "Özür dilerim. Çok özür dilerim."

"Vuruldun mu?" diye sordum kollarından zorlukla çıkarak. Ağlamaya devam ediyordum, Yoongi benden uzak olmak istemiyormuş gibi bedenimde gezdiriyordu ellerini. "Kanaman var mı? Göster."

Neyden bahsettiğimi anlayınca elleri hareket etmeyi kesmiş, bakışları bakışlarıma kilitlenmişti. "Hadi bir otel bulalım." dedi yavaşça. "Ateşin var."

"Kollarımda ölme." dedim yalvarırcasına. "Hyung-"

"Eğer hemen başımızı sokacağımız bir yer bulamazsak ölen sen olacaksın!" diye bağırdı dayanamayarak. Beni korkutmak için değil de endişelendiğini göstermek için yükseltmişti sesini, avuç içim kanamasını durdurmak için defalarca diktiğim yaranın olduğu koluna kondu, parmak uçlarım yağmurdan değil de kandan kaynaklanan bir ıslaklık arıyordu. Yoongi dayanamıyormuş gibi kurtardı kolunu elimden. "Melek," dedi ısrar dolu bir sesle.

"Sen ne zaman benden gitsen zarar görüyorsun."

"Ben iyiyim," Yeniden avuçlamıştı yüzümü. Suratlarımızın arasında birkaç santim kalana kadar yaklaştı, sokak lambasının altında cildi sararmış görünüyordu ama geçen seferki gibi kollarıma yığılacak bir halde değildi. Benim aksime oldukça dinç görünüyordu. İkimiz de bir süredir dışarıdaydık ama ben onun yerine de üşüyüp ıslanmıştım sanki. Belki de Hope onu bir çatının altına almış, ayaklarına bir çift terlik vermişti.

Şimdiyse benim yüzümden kaldırımda dikilip üşüyor ve durmadan ıslanıyordu.

"Otel," dedim kollarından çıkarak. Kurdelenin olduğu elimle bir elini sımsıkı tuttum. Sarı parça tenlerimizin arasına sıkışırken diğer elim bavulun sapını kavramıştı. "Sıcak. Kuru."

Bir an için yağmur altında yürümemize karşı gelecektiyse de bu saatte etrafta herhangi bir toplu taşıma bulunmadığı için çenesini kapalı tutmuştu. Çok yürümemize gerek kalmamıştı ama, üç yıldızlı bir otel bulmuş ve beklemeden içeri girip resepsiyona ilerlemiştik. Bizimle ilgilenecek olan adamın yüzündeki gülümseme, bakışları beni bulduğu an donup kalmıştı. Yoongi'den daha ıslaktım ve onun aksine üzerimde bir mont da yoktu, neden şaşırdığını anlayabiliyordum.

"Bir oda alabilir miyiz?" diye rica ettim. "İki kişilik."

Ben adamla gerekli işlemleri yaparken Yoongi bavulu elimden almış ve kendi tarafına çekmişti. Ellerimiz hala iç içeydi, ben oda kartını alıp onu asansöre sürüklerken de elimi bırakmamıştı. Asansörün kapısı kapandığı an hapşırdım, burnumu kazağın koluna silmeye çalışmış ve ıslak olan yünün suratımı ıslatmasıyla beraber pes ederek sırtımı asansörün duvarına yaslamıştım. Yoongi endişeyle bana bakıyordu. Yine de kata varıp odamızı bulana kadar tek kelime etmedi.

"Hemen sıcak bir duş al." Kapı arkamızdan kapanır kapanmaz bavulu duvara yaslamıştı. "Sonra da hemen uyu. Aç mısın? İlaç-"

Lafına devam etmesine izin vermeden elini bıraktım, kurdeleyi hemen pantolonumun cebine sıkıştırmış ve bavulu aldığım gibi bana yakın olan tekli yatağa ilerlemiştim. Yoongi peşimden geldi. "Melek."

Bavulu açarken yeniden hapşırmıştım, montumu çıkarıp iç cebinden cüzdanımı buldum ve içinden bir miktar para çıkarıp yanımda ayakta dikilen Yoongi'ye uzandım, o ne yaptığımı sorarken pantolonunun ön cebine tıktım parayı. "Bir daha gidersen..." Konuşurken yüzüne bile bakamıyordum çünkü yeniden gitme olasılığını dillendirirken gözlerine bakarsam kendimi tutamayıp ağlayabilirdim. "Yanında bulunsun."

"Gitmeyeceğim."

Gırtlağımdan yükselen alaylı sesin dışarıya taşmasını son anda engelledim. Bavulun içinde bulduğum hediye paketini ona uzattığımda almadı, yüzüne bakmamı istediğini anlayınca pes ederek bakışlarımı ona çevirdim. "Bu ne?" diye sordu bakışlarımız buluştuğu an.

"O gün denediğin gömlek." dedim kısık sesle, konuştukça boğazımda büyüyen bir şeyler vardı sanki. Gerçekten de hasta olmuştum. "Biz alışveriş merkezinden ayrıldıktan sonra bir ara geri dönüp almıştım. Bir daha giderken almayı unutma, bende kalırsa baktıkça üzülürüm."

Birkaç saniye boyunca bakışlarımı incelemiş, ardından da elimi yakalayıp beni yataktan kaldırarak kendine çekmişti. Gömleğin olduğu paket bavulun içine düşerken ne olduğunu anlamamış bir şekilde kendimi, Yoongi'yle duvarın arasında bulmuştum. "Gitmeyeceğim." diye tekrarladı o derinden gelen pürüzlü sesiyle. Öyle güzel söylüyordu ki inanasım geliyordu. "Seni bir daha öyle bırakmayacağım."

Böyle söylememesi gerekiyordu. Yarın, ertesi gün gitmeyecektiyse bile bu işin sonunda gidecekti. Şimdi böyle konuşursa o tamamen gittiğinde bu söylediği yalanlar yüzünden ondan nefret ederdim ve kahramanımdan nefret etmek şu hayatta istediğim son şey bile değildi. "Nereye gittin?" diye sordum tüm bu aklımdakilerden bahsetmek yerine. Beynim burnumdan akıyormuş gibi hissediyordum, bu haldeyken ona duygularımı açmak istemiyordum çünkü mantıklı düşünemiyordum.

Ben konuşunca dudaklarıma kayan bakışları orada birkaç saniye oyalandı. "Nasıl da üşümüşsün, dudakların mosmor." diye mırıldandı dudaklarıma bakmaya devam ederken. Bir eli elimi tutarken diğeri belimdeydi. Sırtım duvara yaslıydı, aramızda yalnızca birkaç santim vardı ve ben bu haldeyken yapabileceğim en kötü şeyi yaptım.

Min Yoongi hipnoz olmuş gibi dudaklarıma bakarken yüzüne hapşırdım.

Burnu kırışırken dudakları ve gözleri sıkıca kapanmıştı, utanarak panik içinde tutmadığı elimi kaldırdım ve dudaklarıma bastırdım. "Özür dilerim, hyung!" diye sızlandım ve hemen ardından çektiğim burnumun sesi odada yankılandı. Tutuşundan kurtulmaya çalışmıştım ama bırakmıyordu, böyle giderse yakınımda durarak o da hasta olacaktı. Benim kadar olmasa da ıslanmıştı, hasta olmaya çok müsaitti. "Hyung," dedim elimi son kez çekmeye çabalarken.

Başını eğip yüzünü montunun kol kısmına silmeye çalışmış, hemen ardından da öne doğru bir adım atarak tuttuğu elim sayesinde beni arkasına alıp banyoya yönelmişti. "Duşa. Şimdi."

**

"Melek," Henüz dalabildiğim uykumdan Yoongi'nin sesi sayesinde uyandığımda odanın içi az da olsa aydınlıktı. Önceki gecenin aksine daha az üşüyordum ama ağrılarım varlıklarını aldığım her nefeste hatırlatıyordu. Yoongi bir ara odayı terk etmişti ama peşinden seslenip nereye gittiğini sormaya ne halim, ne de yüzüm vardı. Artık arkasından yalvarmak istemiyordum. "İlaç buldum." diye devam etti Yoongi gözlerimi zorlukla açtığımda. Ağlamıyordum ama başımı yastığa koyduğumdan beri gözlerim akıyordu resmen.

"Öyle her ilaç içilmez." dedi hasta Jimin susarken konuşan doktor Jimin. Bakışlarım parmaklarının arasındaki hap kutusuna kayınca tam da ihtiyacım olan şey olduğunu fark etmiş ve ağrılarla sızlayan kolumu zorlukla ona uzatmıştım. "Su verir misin, lütfen?"

"Önce bir şeyler yemen gerekmez mi?" Yataklarımızın arasındaki komodine bıraktığı paketi boştaki eline aldı. "Restoranların açılmasını beklemek zorunda kaldım."

Restoranlar açıldığına göre düşündüğüm gibi beş dakikadır değil de en az iki saattir uyuyordum. Yoongi tüm bu süre boyunca dışarıda mıydı? "Islandın mı?" diye sordum yatakta zorlukla doğrulmaya çalışırken. Üzerinde hala dünkü kıyafetleri vardı ve değiştirmediği takdirde benden daha beter bir şekilde hasta olacaktı.

"Beni düşünmeyi keser misin?" diye sordu az da olsa sinirli bir sesle, sırtımı yatak başlığına dayadığım an bakışlarımı yüzüne dikip neden öfkelendiğini anlamaya çalıştım ama bana bakmıyordu. Yemek paketini tutan parmaklarının nasıl avucunun içine doğru kıvrıldığını, alt dudağının nasıl istemsizce sarktığını fark ettim. Kendine sinirliydi, bana değil. "Hasta olan sensin."

"Seni beklemek benim seçimimdi, senin suçun değil." Burnum tıkalı olduğu için kurduğum cümle istediğim o baskın etkiyi yaratamamıştı belki ama Yoongi'nin bakışlarını kendime çekmeyi başarmıştım. Ellerimi uzatıp yemek paketini vermesini istedim, "Ben yedireceğim." diyerek yatağımın kenarına oturduğunda kaşlarım havalanmıştı. Tam "Bu kadarına gerek yok." diyordum ki daha dudaklarım yeni aralanmışken ilacı kucağına bırakan eli alnıma uzanmış ve saç tutamlarımı çekip avuç içini tenimle buluşturmuştu. Ateşimi ölçüyordu.

"Var," dedim onun bir şey demesine fırsat tanımadan. "Üşüyorum."

Elini geriye çekti ama alnımda her ne gördüyse ilgisini çekmiş gibi bakışlarını orada bırakmıştı. Kısılan gözleri dudaklarımı hafifçe kıvırırken yemek yedirme inadını kendi çıkarıma kullanmayı seçmiş ve "Yemekten önce üzerini değişsen?" diye sormuştum. Bakışları hemen gözlerimi bulmuştu, yine onu düşündüğüm için kızacaktı ama öfkesinden "Üstündeki soğuğu hissediyorum." diyerek kaçmıştım.

Evet, kıyafetlerine sinen yağmur ve rüzgar ortamın derecesini düşürüyordu ama onu öyle üşümüş ve solgun görmek benim içimi buzullara çeviriyordu. Yemeğe o gelmeden başlamamam için elinde paketle beraber ayaklandı, ilaç kutusunu komodine bırakmış ve adımlarını bavula çevirmişti.

Yalnızca beş dakika sonra banyodan kuru ve rahat kıyafetlerle çıktığında tıkalı burnuma rağmen düzgün bir nefes almıştım, bavulun yanına bıraktığı yemek paketini alıp yatağımda az öncekine kıyasla bana daha yakın bir noktaya kuruldu. "Ağır bir şeyler istemezsin diye düşündüm."

"Midem bulanıyor zaten."

"Juk aldım ben de. Aromasız." Kağıttan kasenin ağzını açıp paketin içinde plastik bir kaşık buldu ve ilk lokmamı hazırladı. Kaseyi bacaklarımızın arasına sabitlediği için boşta olan diğer elini, kaşığı dudaklarıma yaklaştırırken altta tutabilmişti. Kaşığı dudaklarımın arasına aldığım an yemeğin ısısı dilimi yakmış, aniden irileşen gözlerim işareti almış gibi yeniden akmaya başlamıştı. Yoongi ağlıyorum sanıp panik olarak kaşığı geriye çekti, bu sırada da içindeki lapayı kendi üzerine döktü. "Siktir, çok mu sıcaktı?" Ağzım açık, sık nefesler alıyordum ve bir an için öyle istemsiz bir şekilde öne eğilmişti ki dilimi öpüp acısını geçirmeye çalışacağını düşünmüştüm.

Dudaklarımızın arasında bir santim kaldığında ne yaptığını fark etmiş gibi duraksamış, ağzıma odakladığı bakışlarını ağır ağır gözlerime kaldırmıştı. Aynı anda yutkunduk, sonra hemen geriye çekildi ve sanırım kızarmaya başlayan yanaklarını görmemi istemediği için başını önüne eğdi. Ağzında bir şeyler geveliyordu ve bu hali istemsizce gülümsememe yol açmıştı. Kaşığı yeniden doldurup üflemeye başladığında kendimi toparlamaya çalıştım.

Üfleyerek yeterince soğuttuğu lokmayı dudaklarımın arasına bıraktı. Yalnızca bir porsiyon almıştı, neden kendine almadığını sorduğumda konuşmamı engellemek için kaşığı doldurma-üfleme-ağzıma verme işlemini hızlandırmıştı. "Hyung," dedim boğulmak üzereyken. Konuştuğum için ağzımın kenarından akan bir damla lapaya kaşlarını çatmıştı. "Kusacağım!"

"Yah," dedi halimi umursamadan yeni bir kaşığı ağzıma yaklaştırarak. "Bitsin bu." Bileğini tutarak engel olmaya çalıştım ama tenine dokunduğum an kaşığı üzerime düşürmüş ve pijama takımımı mahvetmişti. "Aferin." dedi kaşlarını çatarak.

"Cidden doydum ama," diye mızmızlandım. "Üstümü değişip geleyim, ilaç içip uyurum, olur mu?"

İç geçirerek kaşığı ve yemek paketini alarak yatağımdan kalktı, ben yerimden kıpırdamaya çalışırken elindekileri komodine bırakmış ve ben ne olduğunu anlamadan kendi tarafındaki kolumu alarak omuzlarına dolamıştı. Kolu belime sarıldı ve beni hiç de ağır değilmişim gibi yataktan kaldırdı. Bazen bedeninden beklenmeyecek şekilde güç sergileyebiliyordu, büyük ihtimalle kaslarını belli şekillerde kullanmaya alışmıştı. Yoksa bu kiloyla o kadar canavar yenmesi zaten imkansızdı. Bavulun yanına geldiğimizde eğilmeme izin vermeden işaret ettiğim kıyafetleri elime verdi ve kendi bacağına dökülen lapa yüzünden yeni bir pijama altı bulup banyoya gitti. "Sen burada değiş, işin bitince seslenirsin."

"Senden utanmıyorum."

"İşin bitince."

O beni görmeye utanıyordu tabi.

Tüm kaslarım ağrıdığı için kıyafetlerimi değiştirmem oldukça zahmetli olmuştu, ateşim yüzünden üşüdüğüm için değiştirmek olduğundan daha zor geliyordu zaten. Yoongi bu süre boyunca, yarım dakikada bir ölüp ölmediğimi soruyordu. Pijama altımı giyerken bacaklarımdan birini ters giyindim, sonra çıkarmaya çalışırken dengemi kaybettim ve sonra da ne olduğunu anlamadan suratım bavulun içine girdi. Yere yığılırken nasıl bir ses çıkardıysam banyonun kapısı panik içinde açılmış ve yalnızca bir saniye sonra kollarımı kavrayan büyük eller suratımı kıyafet yığınından çıkarıp yeniden nefes almama fırsat tanımıştı. Normalde de sürekli dengesini yitirip düşen biri olduğumdan, bu durum benim için şaşırtıcı değildi ama Yoongi beni yatağın ucuna oturturken sürekli olarak iyi olup olmadığımı soruyordu. "Dengem şaştı, büyütülecek bir şey yok." dedim.

Dikkati tek bacağıma giyili olan pijamaya kayınca hiç etkilenmeden kumaşı parmaklarının arasına almıştı ama ben laflarımı yutarcasına kızararak oturduğum yerde kaskatı kesilmiştim. Beni sadece iç çamaşırımla görüyordu. Daha önce görüp görmediğini bile hatırlamıyordum o an ama tek bildiğim büyük elleri bileklerimi kavrayıp giyinmeme yardımcı olurken ateşimin en az beş derece daha yükseldiğiydi. Bütün bedenim buz kesmişti, yalnızca onun dokunduğu noktalarsa korla dağlanıyordu. Hasta olmayacağına emin olsaydım yatakları birleştirip beraber uyumayı teklif ederdim, cildinin her noktasından sıcaklık yayılıyordu sanki. "Omuzlarıma tutun." diye emrettiğinde ne yaptığımı bilmeden benimkilere kıyasla geniş olan omuzlarını kavramış ve yataktan hafifçe kalkmıştım, elleri kalçama sürtünerek pijamanın belini yukarı çekti. Artık onun yanakları da kırmızıydı. "İlaç." dedi benden hızla uzaklaşarak.

"İlaç." diye tekrarladım onun gibi. Hareket etmeme fırsat vermeden, hızla yanıma dönmüştü. Avuç içime haplardan birini bırakıp ağzıma atmamı bekledi, sonra da bir bebekmişim gibi içirdi suyumu. Yatağa uzanmama yardımcı oldu, yorganı çekeceğim sırada ellerime vurarak engel oldu ve daha birçok hoşuma giden şey yaptı. Çocukluğumdan beri ilgi görmeyi sevmiştim, şimdi Yoongi'den böylesine ilgi görüyor olmak yalnızca bedenime değil, ruhuma da iyi geliyordu.

Başım yastıktaydı, sırt üstü uzanıyordum. Yoongi yine dibime oturmuş, sol dirseğini başımın yanından yastığa yaslayacak şekilde üzerime eğilmişti. Suratlarımızın arasında on santim falan vardı belki de, parmakları saçlarımı alnımdan çekiyordu. İlgisini bu kadar çeken şeyin ne olduğunu merak ediyordum ki işaret parmağı üç farklı noktaya dokunup bana cevabımı vermişti; üçgen şeklini oluşturan benlerim. Dudakları hafifçe kıvrılmıştı, bu kadar yorgun olmasaydım, ya da gözlerim akmaya devam ediyor olmasaydı onunla beraber saatlerce gülebilirdim ama bütün vücudum sızlıyordu.

"Hyung?" Fısıldayarak sormuştum, ilgisi hala alnımdaydı.

"Hm?" diye mırıldanarak karşılık verdi.

Sormadan önce birkaç saniye de olsa duraksamıştım. "Nereye gittin?"

Alnımda hareket eden, tenimi okşayıp saçlarımla oynayan parmakları sorduğum soruyla beraber durmuştu. Dudaklarındaki, zaten hafif olan gülümseme yavaş yavaş silindi. Bakışları ağır ağır benimkileri buldu. "Şimdi buradayım." diye cevapladı aynı kısık sesle. "Bir daha gitmeyeceğim."

Kendimi tutamayarak "Şunu söyleyip durma!" dedim, sesim kısık olsa da tavrım sertti. Burnum tıkalı olduğu için ne kadar etkiliydi, orası tartışırdı. Yoongi'nin tek kaşı meydan okur bir tavırla havalanırken "Gideceksin." diye devam ettim. "Yeni bir portal bulduğun an beni bırakıp gideceksin."

Hesap sorar bir tavırla konuşmak istememiştim ama söylediklerim doğruydu. Olması gereken de buydu ama küçükken sizi hasta edeceğini bildiğiniz halde yediğiniz dondurma gibi hissettiriyordu bu durum. Gitmesi gerekiyordu, ama keşke gitmeseydi.

Belki de bir daha beni sağanak yağmurun altında, bir kaldırım köşesinde bırakıp gitmeyecekti ama beni gözyaşlarımla arkasından gitme, diye yalvarırken bırakıp gidecekti. Altıncı kitabın böyle biteceğine kalıbımı basabilirdim. Suga yeni bir portalın başında, evcil köpeği de arkasında o gitmesin diye havlıyor. İlişkimizin özeti.

"Hope, benim yetimhaneden arkadaşımdı." Bir anda konuşmaya başladığında düşüncelerimden sıyrılıp gözlerimi kırpıştırarak hareket eden dudaklarına baktım, bana gerçekten de geçmişiyle ilgili bir şey anlatıyor oluşuna inanamıyordum. "Birbirimizi son görüşümüzde, bir gün yolumuz D Town'a düştüğü takdirde buluşmaya yemin etmiştik. Ama yolum asla D Town'a düşmedi. Dün, etrafı öyle tanıdık görünce de..."

Sesi cümlenin sonuna doğru kısılıp kaybolunca, Hope hakkında konuşmanın onu ne kadar da zorladığını anlamıştım. "Sözleştiğiniz yerde değildi tabi." diye mırıldandım.

Burnundan alaylı bir nefes verdi. "Bir an için duygularıma yenildim, bir daha gitmeyeceğim." dedi sonra da, kesin bir sesle.

Başımı yavaşça iki yana salladım, saçlarım dirseği yastığa yaslı olduğu için koluna sürtünmüştü. "Tekrar kontrol ederiz, hyung. Bu dünyada olup olmadığı-"

"Öldü."

Ortam buz kesti, Yoongi'nin alevleri öyle cılız, öyle güçsüz bir imaja büründü ki kendini bile ısıtamadığını haykırdı duvarlara. Nefesimi tutmuş bir halde gözlerine bakıyordum, uykusuzlukla kızarmış olan gözlerinden hüzün damlıyordu adeta. "Hobi öldü." diye tekrarladı. "Dün gördüğün şey yalandan umutlara kapılmış bir abinin çırpınışlarıydı, melek."

Karnımın üzerinde birleştirdiğim ellerim, gözlerinin dolduğunu gördüğüm an havalanmış ve kollarım boynuna dolanarak onu kendime çekmişti. Hasta olduğum için böyle bir şey yapmamam gerekiyordu, aslına bakarsanız onu kendimden oldukça uzakta tutmalıydım ama olmuyordu. Onun ölümünü ilk defa dillendirdiğini biliyordu kalbim, nasıldı bilmiyordum ama haberdardı işte. Kimseyle paylaşamamıştı acısını, kimseye diyememişti arkadaşımı kaybettim diye. Başı boynuma gömüldü, nefesi nabzımla buluştu ve kolları belime sarıldı. Zaten azıcık olan ağırlığını da üzerime vermesini sağladım, dünyadaki en güzel yorgan görevini görüyordu bedeni. Hyung, demek istedim ama abi deyişi gelince aklıma sustum. Belki de Hope'un hyung deyişini hatırlatır ve onu iyice üzerdim; öyle bir durumdaydık ki ne desem boştu, ne desem etkisizdi.

Yalnızca sarıldım. Sımsıkı sarıldım, bu sefer kendimi geride tutmayıp parmaklarımı ensesindeki saçlara da doladım. Yüzünü tenime sürterek boynumda daha rahat bir pozisyon buldu, kokumu içine çekti.

Ağlamadı. Kollarımda uyuyakaldı, nefesi nabzıma çarptığı için kalbim onu taklit etmeye başlamıştı sanki. Tamamen uykuya daldığında onun yerine ben ağladım. Hem kaybettiği küçüğüne ağladım, hem de geçmişi hakkında öğrendiğim ilk gerçeğin böyle acı oluşuna. Arkadaştan ötesi miydi, diye düşünüp kendimi yediğim şahsın genç yaşında göçmesine, benim arkadaşlarımın yanına gitmiş olmasına ağladım. Min Yoongi'yle benzer bir gelecek hayalleri kurarken, benzer bir geçmişe sahip olmamıza ağladım.

Uyandığında ağlamam durmuştu, bedeninin altında uyuşan kaslarım hastalık yüzünden ağrıyla değil de onun ağırlığı yüzünden tatlı tatlı sızlıyordu. "Niye uyandırmadın?" diye kızdı pürüzlü sesiyle ama üzerimden kalkmadı da, dirseği yeniden yastığıma yaslanmıştı ve benim bu kadar yakın olmamızla hiçbir sorunum yoktu.

Ama anlaşılan vücudumun vardı. Yanaklarımın kırmızı olduğunu görünce ateşimin arttığından şüphelenerek büyük avucunu alnıma yaslamıştı. Eskisi kadar üşümüyordum, bu yüzden yanaklarımın neden kıpkırmızı olduğunu sorgulamasına engel olmak için "Alnımla derdin ne senin?" diye sorarak konuyu dağıttım. Çok daha korkunç bir yere gittiğimin bilincinde değildim.

Uyku sersemi bir halde duraksadı, dün gece uyumadığı için üzerimde derin bir uykuya dalmıştı ve hala kendine gelmeye çalıştığını görebiliyordum. Her yerinden yorgunluk akıyordu. Tek isteğinin ateşimi ölçmek olduğunu biliyordum ama...

Ağzını şapırdatarak üstümden kalktı, kaşları çatılıydı ve yüzü buruşmuştu. Ağladığımı anladıysa da bir şey söylemedi, banyoya gidip birkaç dakika da olsa beni yalnız bıraktı ve geri döndüğünde kendimi toplamış bir halde sırtımı yatağın başlığına yaslarken buldu beni.

Yeniden oturdu yanıma. "Son kez ölçeceğim, çok daha canlı görünüyorsun zaten."

"Sanki elinle ölçebiliyorsun... İtiraf et işte, seviyorsun alnıma dokunmayı." dedim salak gibi. Yoongi'nin dudakları hafif bir gülümsemeye kıvrılmıştı. "Seviyorum," diye itiraf etti, öylece bakakaldım suratına. "Ben buradayım."

Neyden bahsettiğini anlamak için birkaç saniye düşünmem gerekmişti. Günler önce yağmurun altında ettiğimiz kavgayı hatırlamıştım sonra. Nereye giderse gitsin zihnimde olacağını göstermek için parmaklarını alnıma yaslamıştım o gün. "Hyung, sen karşımdasın." diye mırıldandım. İyi ki buradasın.

Elini çekip geriye ittiği saçların yeniden alnıma düşmesine izin verdi, bakışları gözlerime kaymıştı. Birkaç saniye boyunca sessiz kalıp en sonunda "Ya gidince?" diye sordu. Son yirmi dört saattir oynadığı gitmeyeceğim oyununu en sonunda bırakmıştı. Gerçekleri kabul etmesi beni mutlu etmedi, suratıma çarpması canımı oldukça yakmıştı. Elimden gelen en güçlü şekilde gülümsemeye çalıştım ona, dudaklarımın kıvrılıp kıvrılmadığından bile emin değildim. "Gidince yine burada olacaksın, hyung." dedim sesimi neşeli tutmaya çalışarak. Aklımda olacaktı, aklım yerinde olduğu takdirde, en azından.

Bir karşılık vermedi, bunun yerine yataktan kalkmış ve ağır adımlarla benden uzaklaşmaya başlamıştı. "Ya ben?" diye seslenerek sordum arkasından. Bedeni yavaşça bana döndü, dudaklarındaki alaylı gülümseme sen karşımdasın, diyeceğinin habercisi gibiydi ve bunu önlemek için "Gidince," diye eklemeden duramamıştım. "Sen gidince..."

Ama Yoongi cevap vermedi. 

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro