Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

15; sequel

bu bölüm içime hiç sinmedi ama yazılması gereken bi bölümdü, klip düşmeden okuyun da yarına işimiz kalmasın istedim. ilk yirmi dört saat stream etmeyi sakın unutmayın, biliyorsunuz ki şu an tüm gözler üzerimizde ve herkes bangtan'ın tökezlemesini bekliyor... kimseye fırsat vermeyelim, hwaiting!



O sabah gözlerimi hayatımın en güzel sabahına açma sebebim kardeşim Jihyun'un kısık sesle "Hyung," diyerek koltuğun dibinde bana seslenmesiydi. Yoongi hyung'un kolları uyumuş olmasının etkisiyle sıkı tutuşunu kaybetmiş olsa da hala etrafıma sarılıydı, bedenimin altında kalan kolu çoktan uyuşmuş olmalıydı ama o hareketsiz bir şekilde uyumaya devam ediyordu. Gözlerimizi kapattığımızda hangi haldeysek hala öyleydik; iki büklüm ama iç içe. Kokusu hala burnumdaydı, koku almama yardımcı olan hücrelerim konu o olduğunda yorulmak nedir bilmiyordu adeta. Parfüm değildi bahsettiğim, kullanmıyordu da zaten. Teninden yayılan, kendine has bir kokusu vardı. Burnum sadece onun kokusunu almak için yaratılmış gibi hissetmeme sebep oluyordu. "Günaydın," dedi Jihyun yüzünde tatlı bir gülümsemeyle, gözlerimi zorlukla açtığımda. Kısık sesle konuşup Yoongi'yi uyandırmamış olmasına sevindim, bilinmekten nefret eden zihni Jihyun'un bizi böyle gördüğünü bilse uçup giderdi herhalde.

"Günaydın," dedim ben de, yeni uyandığım için sesim pürüzlüydü.

"Hadi kalkın, birlikte çıkalım."

Bir an için neyden bahsettiğini anlamayıp suratına öylece bakmış, dün gece odalarımıza çekilmeden önce de sabah hastaneye onunla gitme konusunda sözleştiğimizi hatırlamıştım. Yoongi'nin bir göz doktoruna görünmesi gerekiyordu, Jihyun'un çalıştığı hastaneye gidersek işimizi kısa sürede halledebilir ve annemin de önerdiği gibi günün geri kalanını bir alışveriş merkezinde geçirebilirdik. Yıllardır eline geçen her kuruşu biriktirme çabasında olan benliğim onun için harcama yapma konusunda fazlasıyla istekliydi.

Jihyun'u salondan yolladım, zaten o da yeni uyanmıştı. Beni odamda bulamayınca burayı kontrol etmiş olmalıydı, yorum yapmamış olmasına minnet duyarak Yoongi'nin kollarından çıkmaya çalıştım ama hareket ettiğim an acılı bir inleme kaçmıştı dudaklarının arasından. Kolu cidden uyuşmuştu.

"Hyung?" Bir elim saçlarımı karıştırırken diğeri esnememi gizlemek için dudaklarımın üzerine kapanmıştı, Yoongi canı acıdığı için buruşan yüz ifadesiyle uyumaya devam ediyordu. "Hyung, hadi uyan."

"Git başımdan." diye homurdandı sabah sesiyle. İmkanı varmış gibi daha derinden ve pürüzlü duyuluyordu sesi, öyle sarhoş olmuştum ki günlerdir bir yudum alkol almadığım gelmişti aklıma. Onun da içmek isteyeceğini biliyordum ve daha kahvaltı bile yapmamışken gün içinde içeceğimiz şeyleri düşünmeye başladım. "Hyung, hastaneye gideceğiz." diye devam ettim konuşmaya.

Gözlerinden biri aralandı. Güneş doğmuştu ama yağmur yağdığı için içeriye grimsi bir renk hakimdi ve bu ışığın altında çok güzel görünüyordu. Yara izleri gümüşümsü bir renk almıştı. "Hasta mısın?"

"Senin için gideceğiz."

Gözü geri kapandı ve uyuşmuş kolunu yüzünü buruşturarak yastığın altına sıkıştırdıktan sonra oturma pozisyonundaki bedenime çarpmayı umursamadan bana kıçını döndü. "Git başımdan." diye tekrarladı sonra da. Hastane dediğimde aklına gelen ilk şeyin hastalanma riskim olması ve bu yüzden gözünü açması, konu kendisi olunca umursamaması o kadar hoşuma gitmişti ki kendimi kandırıp masum bir gülümsemenin dudaklarımda yer edinmesine izin verdim. Beni umursuyor, beni umursuyor! Saçımdaki elim istemsizce başımı terk edip onun dağınık sarı tellerine konduğunda elimin altındaki bedeni kaskatı kesilmişti, oturduğum yerde benim de ondan farkım yoktu. Saçlarının okşanmasından hoşlanıp hoşlanmadığını bilmiyordum, uyku sersemi olmayıp mantıklı düşünebilseydim kesinlikle böyle bir şey yapmazdım. Yutkunarak geriye çektim elimi, gülümsemem silinmişti. Yoongi başını yavaşça bana doğru çevirdi, iki gözü de açıktı şimdi. "Hadi." dedim yeniden uyumaması için.

Okşamamı mı istemişti? Bu yüzden mi dönüp bakmıştı? Biz sarılırken saçlarımı okşuyordu, acaba kendisine yapılmasını istediği için mi yapmıştı?

Acaba daha önce birisi onun saçlarını okşamış mıydı?

Evi olan çocuklar.

"Ben giyinmeye gidiyorum." diye kalktım koltuktan, ona tekrar bakmadan. "Sen de tamamen uyanıp gelirsin, sana uygun bir şeyler bulalım."

Koridora çıktığımda mutfaktan gelen sesler karşılamıştı beni, yüzümü bile yıkamadan şüpheyle o tarafa doğru ilerledim. Annemin esneye esneye kahvaltı hazırladığını görünce "Anne?" diye seslenmiştim şaşkınlıkla. "Ne yapıyorsun sen?"

Omzunun üzerinden bana baktı, tam konuşacakken yeni bir esnemenin kurbanı olmuştu. "Günaydın, kuşum." diyebildi en sonunda. "Bir şeyler yapayım da çıkmadan yiyin."

O an mutfağa Jihyun girmiş, benimki gibi şaşkın bir ifadeyle "Anne?" demişti.

"Hm?"

"Anne ben kaç yıldır sabah sekizde çıkıyorum evden, bana bir kere bile kahvaltı hazırlamadın." dedi Jihyun suçlayıcı bir tavırla. Annemin bu hareketlerinin kaynağı biz değildik ve o da bunun farkındaydı, bu yüzden böyle davranıyordu.

Annem ona cevap vermek üzereydi ki arkamızda her ne gördüyse yüzü aydınlanmıştı, Jihyun'a vereceği cevabı unutmuştu. "Günaydın, Yoongi."

Omzumun üzerinden Yoongi'ye baktım, anneme cevap vermek yerine o kocaman ellerinden birini kaldırmış ve selam vermişti. Annemin gösterdiği samimiyeti onda göremiyordum; hem annem eşli olduğu için, hem de onu tam anlamıyla tanımadığı için mesafesini koruyordu çünkü tanrı aşkına, mantıklı olan şey buydu. "Bir şeyler hazırlayayım da çıkmadan yiyin, hm?"

"Ben kahvaltı yapmam." dedi Yoongi pürüzlü sesiyle, acımadan. Annemin surat ifadesi bozulurken Yoongi'nin hiçbir öğünü düzgün bir şekilde tüketmediği aklıma gelmiş ve "Sofra kurmana gerek yok." demiştim anneme. "Elma falan var mı? Yolda yeriz."

"Var..." Sesi kısıktı, morali ciddi bir şekilde bozulmuştu ve dünden beri Yoongi yüzünden anneme kızgınken bir anda annem için Yoongi'ye öfkelenmiştim. İnsanların ona iyilik yaptığını görmüyor muydu?

Sinirlenme, dedi iç sesim. Ona iyilik yapan son kişi sırtına kızgın demir batırdı. Beşinci kitap, on ikinci bölüm. Sayfa sekiz yüz dört.

Odamdaydık şimdi, Yoongi ona verdiğim havluyla yüzünü kurularken ben yerde bağdaş kurmuş, önüme çektiğim ufak bavulda ona verecek bir şeyler bakıyordum. Bugün kıyafet almamız şarttı, yanımda çok az şey getirmiştim ve ne kadar kalacağımız belli değildi. Bu kadarcık giysi ikimizi kaç gün idare ederdi emin değildim. Annem elinde elmalarla içeriye girmiş ve halimizi görünce de duraksamıştı. Havluyu Yoongi'nin ellerinden kapıp yatağımın üzerine fırlattı ve elmaları avuçlarına bırakıp yıllardır kullanmadığım dolabıma yöneldi. "Anne!" diye sızlandım panik içinde, Yoongi'nin giymeyi yıllar önce bıraktığım o korkunç kıyafetleri görmesini istemiyordum. "Onlar olmaz!"

Ben hızla ayaklanırken Yoongi şaşkınlıkla bana bakıyordu. "Yoongi incecik, elbette olur." dedi annem başını dolaba sokmuş bir şekilde. "Onlar lise zamanlarından kalma!" diye karşı çıktım. O zamanlar cidden çok kötü giyiniyordum ve şimdikine kıyasla kiloluydum, Yoongi onların içinde kaybolurdu.

"Jimin hala şişmansın, bir şey olmaz." Kore'de çocuğunun bedenini yargılayan tek anne benimki değildi ama yaptığım onca diyetin ardından böyle bir yorum almak canımı sıkmıştı, Jihyun'un ona seslenmesiyle annem iç geçirerek odadan çıkınca dolabın kapaklarını panik içinde kapatarak avuç içlerimi üzerine yasladım ve tam karşımda duran boy aynasıyla göz göze geldim. Eskisi kadar olmasa da yanaklarım varlıklarını koruyordu, fazlasıyla erimişlerdi ama oradalardı işte. Karın kaslarımı uzun zaman önce kaybetmiştim ama göbeğim yoktu, yine de kendime güvenmediğim için bol tişörtler giyinirdim; bu bol tişörtler aynı zamanda uzun olup kalçalarımı örterdi çünkü, eh, kalçalarım asla erimiyordu.

"Yah," Ben kendi görüntümde kaybolmuşken Yoongi varlığını hatırlatırcasına seslenmiş, bakışlarımın aynadaki yansımasıyla buluşmasına sebep olmuştu. "Dün giydiklerimi giyerim, her gün farklı giyinmeye alışık değilim zaten."

Cevap vermeden yansımasını izlemeye devam ettim, bakışlarım boylu boyunca dolaşmıştı bedeninde. Çok zayıftı, bir doktor olarak gözlemlersem sağlığı da yerinde değildi çünkü bu kiloda olmasının sebebi metabolizması değil aç kalmasıydı. Yine de, çocukluğumdan beri etrafımdaki herkes kilolu olduğumu söylediği için zihnimin hastalıklı bir köşesinde yatan şeytan keşke onun gibi olsaydım, diye fısıldamadan duramamıştı.

"Keşke senin gibi olsaydım."

Duyduklarıma inanamaz bir şekilde, gözlerim irileşmiş bir halde bakakaldım henüz hareket etmiş olan dudaklarına. İfademe buruk bir gülümseme bahşetti. "Bu kadar yara almazdım."

Kahramanım, hayatım boyunca aynaya baktığımda görmeyi istediğim adam şimdi kendime bakmaya tahammül edemediğim aynadan bana, benim gibi olmak istediğini söylüyordu. Benim gibi olmanın onu güçlü kılacağını ima ederek, hem de. Yalanım yoktu, çoğu sahneyi okurken kitaba girebilmeyi ve onu omzumda taşımayı dilemiştim ama maceralarına dahil olmaya layık olacak bir vücuda sahip olduğumu bizzat onun sesinden duymak paha biçilemezdi. O kadar imkansız bir düşünceydi ki... İnanamıyor olduğumu görünce, ve ben uzun saniyeler boyunca sessiz kalmaya devam edince iç geçirmişti. "Sağlığın yerinde mi?" diye sordu.

"Evet." diye mırıldandım.

"O zaman şişman değilsin." dedi konuyu kapattığını belirten bir ses tonuyla. Şeytanımı öldürememişti ama bana kendimi iyi hissettirdiği gerçeğini değiştirmiyordu bu. "Hadi artık gidelim."

Başımı sallayarak onu onaylayıp ellerimi aynadan çektim ve dikkatimi yeniden bavula verdim.

"Elmadan nefret ederim."

**

"Ailece doktor musunuz?" Alışveriş merkezine giden otobüste, dışarıdaki yağmuru izliyordum. Sabah hastaneye Jihyun'un arabasıyla gitmiştik ve yolculuk boyunca elimi tutan Yoongi ne kadar rahatsız olduğumu fark ederek alışveriş merkezine taksi yerine otobüsle gitmeyi teklif etmişti. Bakışlarımı cadde manzarasından ayırıp yanımdaki koltukta konuşan sarışına baktım. İtiraf etmek gerekirse bu renk ona çok yakışmıştı. Dolabımda bulduğu siyah bir berenin altından taşan saç telleri onu en sonunda yaşıtları gibi saçmalayan bir genç olarak yansıtıyordu, tek sorunumuz onu ne kadar da rahatsız ettiğini bildiğim yara izleriydi. Yanımızdan geçen herkes durup onun yüzüne bakıyordu, bu insanlardan bazılarının eşli olduğunu bilmek de Yoongi'nin sinirleriyle oynuyordu doğal olarak. "Babam hemşire, annemse öğretmen." diye cevapladım sorusunu yavaşça. "Tüm sülalede yalnızca Jihyun ve ben doktoruz."

"Anladım..."

"Hyung," Lafa başlar başlamaz pişman olmuştum ama henüz önüne dönmüşken bakışları yeniden beni bulunca geri dönüşü olmadığını fark ettim. Dudaklarımı ıslattım devam etmeden önce. "Üniversiteye gidebilseydin... ne olmak isterdin? Müzisyenliğin dışında, yani."

Onunla ilgili öğrenmek istediğim sürüsüyle şey vardı ve bunların başını hayalleri çekiyordu. Kitaplarda müzikle ne kadar ilgili olduğunu ve hayalinin normal bir yaşantı süren saygın bir müzisyen olmak olduğunu okumuştum, hepimiz okumuştuk; ama tek hayali bu olamazdı. Gözümde o kadar yüce bir kişilikti ki, hayatın her karesinde ayrı bir rol oynuyormuş gibi hissediyordum.

Kaşları havalandı, sorumu kafasında tarttığını görebiliyordum. "Kitaplarda müzik yapmak istediğim yazıyor muydu?"

"Evet." Suga olduğunu bile söylediği şarkıyı tanıdığım için kabullenmiştim.

Dudakları hafifçe kıvrıldı, ne zaman masum olduğumu düşünse bana sunduğu gülümseme gözlerimin önündeydi. Yine hangi saflığımı sergiledim diye düşünürken "İki üniversite bitirdiğim yazmıyordu yani, öyle mi?" diye sormuştu.

Ağzım açıldı, resmen çenem düşmüştü. Yüz ifademi görünce gülümsemesi genişledi, yanakları kızarmaya başlarken bakışlarını kaçırıp hemen önüne dönmüştü. Neden utanıyordu ki? Bu gayet de övünmesi gereken bir şeydi, tişörte bastırsaydı onu kesinlikle yargılamazdım. "Wah," diyebildim önce, gerçekten de hayranlıktan başım dönmüştü. Neden bunu sık sık dile getirmemişti? Neden kitaplar boyunca insanlar ona hakaret ettiğinde dudaklarını mühürleyip başını eğmişti? Neden evrendeki kimse Min Yoongi'yi yalnızca bir defa olsun tebrik etmemişti?

İnmemiz gereken durağa varınca düşüncelerimden sıyrılmak zorunda kalmıştım ama bu konu kesinlikle burada kapanmamıştı, onunla konuşup gençliği hakkında öğreneceğim çok şey vardı.

Busan'ın en büyük alışveriş merkezine gelmiştik, ikinci kattaki optiklerden birine girince Yoongi hyung annemin bahsettiği kedi moduna girmiş ve yavaşça arkama saklanmıştı. Onu korkutmamak amacıyla, sakin bir şekilde koluna girerek arkamdan ayrılıp yanımda durmasını sağladım ve beğeneceğini düşündüğüm modellere doğru çekiştirdim. Onun yüz hatları benimkine göre bir basamak daha keskindi, o yüzden benim gözlüğümün aksine köşeli bir modelin ona yakışacağını düşünüyordum.

"Hyung," Bakışlarım beresine kaymıştı. "Bereyi çıkaralım mı? Gözlük denerken zorlanma."

Bir an için korkuyla baktı gözlerime, sosyal hayata karşı böyle büyük bir fobi beslemesinin sebebini bilmezken üzerine gitmekten çekinerek dudaklarımı birbirine bastırdım. Yoongi korkusunu benden gizlemiyordu, korkmuyormuş rolü de yapmıyordu; yine de zihni neyin mantıklı olduğunu ayırt edebilecek kadar açıktı. Bana kenetli olmayan kolu havalandı, eli berenin üzerine kondu ve yalnızca bir saniyelik bir duraksamanın ardından sarı saç telleri özgür kaldı.

"Hadi hemen deneyelim," dedim sevimli çıkmasını umduğum bir ses tonuyla, gülümseyerek. Bakışları rafları süsleyen gözlüklere kaymıştı. Görevlilerden biri yanımıza yaklaşıp gülümseyerek nasıl bir model baktığımızı sorduğunda Yoongi baskıyı hissetmesin diye adamla ben konuşmuştum, alacağımız gözlüğün reçetesini cebimde aramaya başladım.

"Bu nasıl?" Modellerin önünde yeniden sadece ikimiz kaldığımızda Yoongi bereyi tutan elini kaldırarak rafta beğendiği gözlüğü işaret etti. Benimkinin aksine daha dikdörtgen duran, çerçevesinin üst yarısı alttakinden daha kalın olan hoş bir modeldi. Beklemeden uzanıp gözlüğü raftan aldım ve elindeki bereyle değiş tokuş yaptık, daha rahat takabilmesi için kolundan çıktım. "Oldu mu?" Sorarken bana değil, rafların arasındaki aynaya bakıyordu. Alnına düşen saçları kenara iterek biraz daha düzgün bir şekilde görmeye çalıştı, bense yansımasına ağzım açık bakakalmıştım. Çok yakışmıştı. Daha güzel, daha yakışıklı olamaz herhalde diye düşündüğüm tüm zamanlara lanet ettim. Çok yakışmıştı.

"Yah," Bir tepki vermediğimde kaşlarını çatarak bakışlarını bana çevirmişti ama aralanan dudaklarımla ona baktığımı görünce duraksadı. Dakikalardır korku ve çekingenlikle kuşanan adam kendisi değilmiş gibi kıvrıldı pembe dudakları, yüzünde şimdi oldukça kendini beğenmiş bir ifade vardı. "Olmuş galiba." dedi pişkin pişkin.

"Oldu." dedim tavrını umursamadan, bu güzelliğe olmadı demek beni cehenneme yollardı. "Çok güzel oldu."

Arsız ifadesi yavaş yavaş silinip yerini bu sefer daha içten ve imkansızdı ama, daha güzel bir gülümsemeye bırakmıştı. Benimle uğraşmayı seviyordu ama aklının bir köşesinde onunla böyle konuşup gerçekten de güzel bir adam olduğunu ondan saklamamamın hoşuna gittiğini biliyordum.

Reçeteyi verdiğimiz görevliyle gerekli işlemleri halledip gözlük hazır olduğunda yollamaları için ailemin adresini verdim, Yoongi tüm bu zaman boyunca yanımda dikilip tek kelime etmemişti. Ücreti ödemeden önce onu dışarı yolladım, burada kalmanın onu boğduğunu görebiliyordum. Kasanın yanında günlük hayatta kullanılan maskelerden satıldığını görünce aklıma düşen fikirle beraber gülümsedim, belki gerginliğini biraz olsun alırdı.

"Hyung!" Yanına vardığım sırada bakışlarını etraftaki mağaza tabelalarında gezdiriyordu, sesimi duyar duymaz bedenini bana çevirip bakışlarımı karşıladı. "Onlu satılıyordu, bir paket aldım ben de!" Maske kutusunu elimde sallaya sallaya gülümsedim.

Önce ne olduğunu anlamamıştı ama amacımın ne olduğunu fark edince buruk bir gülüş dudaklarında yer edindi. Neden hüzünlendiğini anlamadığım için üstelemedim ve kutudan bir maske çıkarıp kalanları montumun cebine tıktım. "Gel," desem de dibine giren ben olmuştum, siyah maskenin lastiklerini çekerek yüzüne yaklaştırdım. Bana yardımcı olmak için kulaklarını örten saçlarını parmaklarının arasına sıkıştırarak geriye çekmişti.

"Hyung?"

"Hm?"

"Hyung, senin kulakların delik."

Sırıttı. "Senin de."

Hareketsiz bir şekilde ona bakmaya devam edeceğimi fark edince beklemeden maskeyi ellerimden aldı ve düzgün bir şekilde takarak saçlarını lastikten kurtardı. "Küpe alalım mı sana?" diye sordum hevesle. "Hiç haberim yoktu, neden takmıyorsun ki?"

"Fırsat olmadı." diyerek geçiştirdi. Bakışlarını üzerimde gezdirip cebime tıktığım bereyi bulmuş ve beklemeden çekip almıştı. "Hadi ne yapıyorsak yapıp gidelim buradan."

**

"Hyun-ie~" Saat akşam beşe gelirken telefonda kardeşime yalvarmaya devam ediyordum. "Yolun uzayacak biliyorum ama lütfen."

"Hyung-"

"Sabahtan beri mağaza mağaza geziyoruz Hyun-ie, yorgunluktan ölüyorum." diye üsteledim. "Yoongi hyung da çok yoruldu, düşüp bayılacak neredeyse." Günün en büyük yalanı bu olabilirdi. Yoongi hyung girdiğimiz her mağazada seveceği bir model bulmuş ve aynı modelin bütün renklerini denemeden pes etmemişti, onu bu kadar enerjik görmemiştim. Bugünün son mağazası olmasında anlaştığımız yerse şimdiye kadar gördüğüm en pahalı mekandı, yalnızca bir tane tişörtün fiyatını görüp dışarıya kaçmış ve gelip bizi alması için Jihyun'u aramıştım. Yoongi hala içeride, beğendiği şeyleri deniyordu. Onun için para harcamakla derdim yoktu, zaten sabahtan beri ne zaman iş ödeme kısmına gelse onu dışarıya yollayıp görmesini engellemeye çalışıyordum. Ne kadar harcadığımı görse iade etmem için ısrar edeceğini biliyordum çünkü.

Jihyun gelmeyi kabul edip aramayı sonlandırdığı sırada arka tarafımdan "Melek!" diye bir sesleniş yükseldi, tam o anda da mağazanın alarmları çalmaya başlamıştı. Panik içinde arkamı döndüm ve üzerinde denediği gömleklerden biriyle mağazanın dışına çıkan Yoongi'yle karşılaştım. Sesleri duyunca şaşkınlıkla duraksamış, başını kaldırarak etrafa bakınmaya başlamıştı.

"Hyung!" Bağırarak yanına koştuğumda iyice gerilmişti, korktuğunu görünce sakinleşmeye çalışarak onu mağazanın içine çektim. Yanımıza yaklaşan görevlilere "Beni bulamayınca panik olmuş da..." diye açıklama yaptığım sırada Yoongi beni izliyordu, şansımız yaver gidince beklemeden kabinlere dönmüştük. Arkamızda kimsenin olmadığından emin olup dikkatimi yeniden Yoongi'ye verdim. "Hyung, parasını ödemeden mağazadan çıkaramazsın."

"Ne?"

Üzerindeki siyah, hanımeli çiçeklerinden desenleri olan gömleği işaret ettim. Başını eğip üstündekine baktı, ardından gözleri yeniden gözlerimi buldu. Bakışlarından soru işaretleri akıyordu. "Çok yakışmış, hadi çıkar da alıp gidelim." dedim yavaşça gülümseyerek. "Jihyun bizi almaya geliyor."

Gözleri kısıldı, bir şeyleri sorgulamaya devam ettiğini görebiliyordum ama çenesinin altına ittiği maskesiyle oldukça tatlı görünüyordu. "Sabahtan beri aldığımız o kadar şey..." Bakışları kabinlerin bulunduğu koridoru kaplayan aynalı duvara yasladığım poşetlere kaydı. "Hepsine para mı verdin?"

Duraksadım. Kitaplar boyunca ne zaman bir şeye ihtiyacı olsa gidip hiç utanmadan çalmıştı ama bu durumun bu dünyada da devam edeceğini düşünmemişti herhalde, değil mi? Birincisi, ben panik olur ve bütün soygunu elime yüzüme bulaştırırdım; ikincisi, bu hiç etik olmazdı. "Evet?"

Gözleri irileşti. "Beni dışarı yollayınca... çalmak için kendine has bir yöntemin var diye düşünmüştüm."

Kendimi tutamayıp gülmeye başladım. Yoongi'yse durumun neden komik olduğunu anlamadan yüzüme bakmaya devam ediyordu. "Parası olmayanlar nasıl giyiyor o zaman?" diye sordu saf saf.

"Giymiyorlar." diye yanıtladım.

Birkaç saniye boyunca durumu kafasında tartmış ve en sonunda hayal kırıklığıyla dolu derin bir nefes almıştı. "Kapitalizm." Başını iki yana sallıyordu. "Tahmin etmeliydim."

"O ne demek?" Beni umursamadan arkasını dönüp kabine girdi ama kapıyı kapatma zahmetine girmemişti, alanda ikimizden başkası olmadığı için rahat davranıyordu. "Yah!" diye seslendim gömleğin düğmelerini açmaya çalıştığı sırada. "Neden öyle dedin?"

"Burası benim geldiğim yerden geride." dedi yüzüme bile bakmadan, emin olamadığım, aşağılayıcı bir tonda. "Biz kapitalizmi on dokuzuncu yüzyılda bıraktık."

"Demek öyle?" dedim sinirlerime hakim olamadan. "Kapitalizmden sonra ne geliyor o zaman? Toplum uzmanısın ya sen, söyle hadi."

Toplum uzmanı dediğim an gülmeye başlamıştı, parmakları düğmeleri rahat bıraktı ve elleri bedeninin iki yanına düşerken kabinin içinde bana doğru döndü. Bu kadar komik olan neydi, bilmiyordum ama suratımda dünyanın en büyük komedisi oynuyormuş gibi bir ifade vardı yüzünde. "Hırsızlık mı geliyor, hm?" diye üsteledim.

"Sosyalizm geliyor." dedi eğlenerek. Parmakları yeniden yarısı açılıp göğsünü gözler önüne seren gömlekle ilgilenmeye başlamıştı. "Ah, Doktor Bey, nasıl bilmezsiniz?"

Yüzündeki pişkin sırıtış yanaklarımın yanmasına yol açmıştı, bana öyle bakarken uzun parmakları yavaş yavaş açıyordu düğmeleri. "Sen-sen..." Derin bir nefes aldım. "Kapatsana kapını!"

Artık öyle gülüyordu ki diş etleri görünüyordu. "Bu kadar heyecanlanma."

Kurduğu cümleyle beraber kıpkırmızı kesilmiş ve dayanamayarak ona arkamı dönmüştüm ama duvarı komple kaplayan ayna bana hiç yardımcı olmamıştı. Omzumun üzerinden hala o arsız sırıtışı görebiliyordum. Acilen kendime gelmem gerekiyordu. "Rahatla," dedi en sonunda. "Erkeklerden hoşlanmıyorum."

Herhangi bir karşılık vermeden yansımasına bakmaya devam ettim, gömleği tamamen çıkarıp kabindeki askıya astıktan sonra kendi kıyafetini giyinerek dışarı çıktı. "Hadi gidelim."

Başımı sallayarak yutkundum, tanrım, çok utanıyordum. Bakışlarımızı ayırarak kabinde bıraktığı gömleği almak için uzandım ama kolumu tutarak bana engel oldu. "Almıyorum."

"Ne?" dedim şaşkınlıkla. "Neden?"

Omuz silkerek kabin koridorundan çıkmak üzere yürümeye başladı, işte bu yüzden para verdiğimi görmesini istememiştim. Gömleğin etiketini görmüş olmalıydı, şimdi de almamı istemiyordu. "Melek!" diye seslendi arkasından gitmediğimi fark edince, poşetleri alıp hızla yürümeye başladım.

Alışveriş merkezinin çıkış kapısına doğru ilerlerken ikimiz de konuşmuyorduk, Yoongi bana acıyıp poşetlerin yarısını kendi ellerine almıştı. Yağmur yağdığı için, ıslanmamak adına Jihyun gelene kadar içeride beklemeye karar vermiştik. Gömleğin düğmelerini açarkenki görüntüsü aklımdan gitmiyordu. Boş bir anımda onu evde bırakıp buraya gelmeli ve gömleği gizli gizli almalıydım. Siyah kumaşın sarı saçlarıyla olan kontrastı...

Yutkunup iki yana salladım başımı, kendime gelmem gerekiyordu. "Hyung," dedim dikkatini bana vermesi için. "Cidden erkeklerden hoşlanmıyor musun?"

Kaşlarını kaldırarak bana baktı, asıl soracağım soru bu olmadığı için ben de irileşmiş gözlerimle ona bakakalmıştım. Bunu sormayacaktım, bunca zaman parası olmadan nasıl hayatta kaldığını ve o tarafta işlerin nasıl yürüdüğünü soracaktım. Hırsızlık sosyalizmin bir olgusu değildi, o yüzden kabinlerdeyken ne demek istediğini ve bana neden dalga geçercesine doktor bey dediğini soracaktım.

Cinsel yönelimini sormayacaktım!

"Üzüldün mü?" diye sordu alayla.

Günü onu yumruklamadan kapattığım takdirde kendimi tebrik edecektim. "Unut bunu-"

"Erkeklerden hoşlanmıyorum." diye tekrarladı üst kattayken söylediği şeyi ve sonra beni hazırlıksız yakalayan cümleyi kurdu: "Ben herkesten hoşlanıyorum."

O an telefonum çalmasaydı, kardeşim Jihyun beni tam o an aramasaydı ne yapardım bilmiyordum. Arabasıyla bizi beklediğini söylediği yere yürürken Yoongi'den çıt çıkmıyordu, bense düşüncelerime dalmış bir halde yağmurun altında ıslanmayı umursamadan yürüyordum. Ben bu adamı tanımıyordum. Kim bilir kimlerle, neler yaşamıştı. Ben onu okumadan önce yaşadığı yirmi altı yıllık koca bir hayatı vardı. Onu okuduğum iki yılındaysa yazarı tarafından gizlenen yüzlerce anı... Min Yoongi'yi tanımıyor olmanın beni bu kadar üzmesi şaşırtıcı bir şey değildi ama ben, benden önceki deneyimlerine takılıp kalmıştım şimdi. Benimle yaşadığı şey yeni bir deneyimmiş, gibi.

Arabadayken elimi tuttuğunda dayanamayarak parmaklarımı tutuşundan kurtarmış, bakışlarını bana çevirmesine sebep olmuştum. Gözlerimiz birkaç saniye boyunca birbirine kenetli kaldı ve yaptığım yanlışı da irislerindeki alevler sönmeye başlayınca fark ettim. Yönelimini yargıladığımı düşünüyordu. Sikeyim, onu istemediğimi düşünüyordu! Bir geri zekalı olduğumu kanıtlarcasına benden önceki sevgililerini kıskandığımı anlamamıştı, kahramanım gerçekten de yanımda oturmuş, olduğu kişiden nefret ettiğimi düşünüyordu.

Ne ben bir şey diyebildim, ne de o bakışlarını kaçırabildi. Daha dün ona, onu bırakmayacağımı söylemiştim, bunca zamandır ona verdiğim söze güvenerek benimle beraber sürükleniyordu. Nasıl böyle düşüncesiz bir şekilde kırabilmiştim kalbini? Kendini bana açtığı ilk an... Bravo, Park Jimin, dedi iç sesim. Tebrikler.

Jihyun radyonun sesini açtı, her ne yayınlanıyorsa duymamı istiyor olmalıydı zira "Hyung!" diye seslenmişti heyecanla. Yoongi'nin bakışlarına daha fazla dayanamayarak başımı öne çevirdim ve dikkatimi elimden geldiğince Jihyun'un dinlememi istediği radyoya verdim.

"Agust D hayranlarına güzel bir müjdemiz var!" dedi radyodaki sunucu. "Serinin altıncı kitabı, yakında raflardaki yerini alacak." 




💖all hail pan yoongs, our lord and saviour💖

ay başlıyoruz artık çok heyecanlıyım fjdfjskgdsjk yorum yapın bakalım, neler düşünüyorsunuz? neler olacak şimdi?

hepinizi çok çok öptüm, comebackten sonra görüşürüz. :)

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro