Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

12; 어둠 속에선 우리면 충분해

 Eve girdikten sonra yaptığım ilk şey etrafta Yoongi'ye dair ne varsa ortadan kaldırmak olmuştu. Benim kıyafetlerimi giymeye başladığı an yok ettiğim pantolonu dışında, yanında hiçbir şeyi yoktu; şimdi evde benim dışımda bir kişinin daha yaşadığına ilişkin herhangi bir kanıt bırakmamam gerekiyordu. Güvende olduğuma emin olmak on dakikamı bile almamıştı, Yoongi'nin varlığıyla yokluğu birdi zaten.

Kimi kandırıyordum? Daha şimdiden ev olduğundan çok daha büyük gelmeye başlamıştı gözüme.

Hemen üzerimi değiştirip rahat pijamalarımı giyindim ve lenslerimi çıkarmak üzere banyoya ilerledim. Polislerin ne zaman geleceğini bilmiyordum ama onları bekliyormuş gibi görünmemem gerektiğine emindim; Namjoon-ie hyung tüm bu bilgilere nasıl ulaşıyordu, hiçbir fikrim yoktu ama ucunda çok büyük cezalar olduğu su götürmez bir gerçekti. Aynadaki yansımama bakarak gözlerimi kırpıştırıp yanmayı önlemeye çalışırken içimden Namjoon-ie hyung'un ne kadar da yetenekli olduğunu geçiriyordum. Suga'yı zaten var olan bir vatandaş gibi göstermeyi başarmıştı, kimlik işini o kadar kolay halletmiştik ki hala aklım almıyordu.

Kapının çalmasıyla düşüncelerimden sıyrıldım, parmağımın ucundaki lens lavabonun içine düşerken dudaklarımın arasından istemsiz bir küfür kaçmıştı. Pijama üstümün göğsündeki cebine koyduğum gözlüğümü çıkarmaya çalışırken banyodan ayrılarak dış kapıya koştum; hat üzerinden kim olduğunu sorduğumda polis cevabını almış ve beklemeden bahçe kapısını açmıştım.

Eve varmaları birkaç saniye sürdü, başı sivil bir polisin çektiği, toplamda dört kişiden oluşan ufak bir ekipti. "İyi akşamlar, memur bey?" dedim soru sorarcasına. Min yüzünden, tamam. Arama emri de çıktı, harika. Neden sadece ben?

Geçen günkü kayıp hasta vakasıyla ilgili olduğunu söyleyip, arama emrini gözüme sokmalarının ardından eve dalmışlardı. Peşlerinden salona kadar gidebilmiştim ancak, yeşil koltuğumda uyuklayan Chimmy yabancıların varlığıyla huzursuzlaşmış ve tıslayarak kucağıma gelmişti; onu sakinleştirmek için pencere pervazına sinmiş ve polislerin işini bitirmesini beklemiştim.

"Jimin-ie?" Namjoon-ie hyung aramamı daha ilk çalışında yanıtlayınca, elinde telefonla beklediği gerçeği yüzüme tokat gibi çarpmıştı. Yanaklarımın ısındığını hissettim, boştaki elim kucağımda uyuklayan Chimmy'nin tüylerinde geziniyordu. "İyi misin?"

"Gittiler, hyung." diye mırıldandım. "Bir sorun çıkmadı."

"Bir şey bulamadılar, değil mi?"

"Hayır. Buldularsa da belli etmediler." İç geçirdim. "Ama haklısın, beni izliyorlar. İzin aldığımı biliyorlardı, bir planım olup olmadığını sordular."

Hattın diğer tarafında birkaç saniyelik de olsa bir sessizlik belirmişti. "Ne dedin?"

"Nasılsa izliyorlar, yalan söylersem dikkat çeker diye ailemin yanına, Busan'a gideceğimi söyledim." Hyung cevap vermeyince devam etmiştim. "Hyung, biletleri alırken bir sorun çıkmaz, değil mi?"

"Ne gibi?"

Duraksadım. "Kimlikler."

"Çıkmaz." Beklemeden, tereddütsüz bir şekilde cevapladığında rahat bir nefes alabilmiştim. Aklım zaten Yoongi'deydi, önümüzün açık olduğunu bilmek omuzlarımdaki yükü az da olsa hafifletmişti. "Daha fazla oyalanma." diye devam etti Namjoon-ie hyung. "Hemen yarın bilet işini hallet, tamam mı?"

"Tamam." dedim, sesimden akan minneti duymasını umarak. Namjoon-ie hyung ona teşekkür etmemden pek de hoşlanmazdı, her ne yaparsa kendisi için yaptığını söylerdi. Ama bu sefer, filmin başrolü Yoongi'yken... Bu gece arayıp polisler konusunda uyarması ve Yoongi'yi evine almayı teklif etmesi ömrüm boyunca unutmayacağım bir jestti. "Hyung, teşekkür ederim."

"Teşekkür etmenden hoşlanmıyorum."

Sesi sinirli değildi, aksine, eski zamanlara döndüğümüz için az da olsa keyifli çıkıyordu. "Senin için yapmadım, Park Jimin." diye devam etti.

Ben de zaten kendim için değil, Yoongi için teşekkür ediyordum ama bunu bilmese de olurdu. "İyi geceler, hyung."

"İyi geceler."

Chimmy onu uyandırdığım için üzgün bir ses çıkarmıştı ama umursamadan başının üstüne kokulu bir öpücük bıraktım, kızımı kollarımın arasına alıp odama gittim. Yalnızca bir hafta olmuş olsa da, yıllardır yatağıma da kedime de dokunmamışım gibi hissediyordum. Aşinalığımı yitirmiştim. Yatak buz gibiydi, Chimmy kollarımda yeterince rahat değildi. Odanın içinde boğulunca dayanamayarak pencereyi açtım, pervaz hemen ıslanınca bu şıkkı da elemem gerekmişti. Derin bir nefes alıp Chimmy'yi, yorganın içinde tek bıraktım ve odanın içinde ileri geri yürürken telefonumun kilidini açtım, rehberde Duri teyzenin adını aramaya başladım.

"Jimin-ah," diye sevimli bir ses tonuyla açmıştı Duri teyze telefonu. "Seninki arayacağını söyledi diye uyumadım. Her şey yolunda mı oğlum?"

"Ah, teyze... özür dilerim. Yoongi'ye her şeyin yolunda olduğunu söyleyebilirsin, iyi gec-"

"Dur dur!" dedi Duri teyze panik içinde. "Ben telefonu ona vereyim siz konuşun, sesini duymaya ihtiyacı var." Hattın karşı tarafından ayak sesleri gelirken kaşlarım şaşkınlıkla havalanmıştı. "Efendim?" dedim soru sorarcasına, tekrarlamasını umarak.

"Bekle- ah, Yoongi-ya." Önce bir kapı sesi, ardından da Yoongi'ye ait olduğunu düşündüğüm mırıltılar doluştu kulağıma. "Jimin." dedi Duri teyze ama bana seslenmiyordu, Yoongi'yle konuşuyordu.

"Melek?" Yoongi kelimeyi söyler söylemez Duri teyzenin kıkırdadığını duydum, benim duyabileceğim şekilde Yoongi'ye iyi geceler dilemişti, ardından duyduğum kapı sesiyle de odadan çıktığını anlamıştım. Kızarmaya başladığımı hissedebiliyordum. Yoongi o anlamda söylemese de Duri teyzenin o kelimeyi ne gibi yerlere çektiğini az çok hayal edebiliyordum. "Balkona çık."

Geçen sefer onu şarkı söylerken yakaladığım balkonu kastediyor olmalıydı; onun tarafından gelen yağmur sesiyle kendisinin de Duri teyzenin balkonuna çıktığını anlamıştım. "Neden?" diye sordum saf saf. "Çok karanlık, göremezsin ki beni."

"Karanlıkta biz bize yeteriz." dedi hiç çekinmeden, yürümeyi kesip ağzım açık öylece kaldım odanın ortasında. Neden böyle yapıyordu? Nasıl beceriyordu bilmiyordum ama, yardıma en muhtaç olduğum anlarda en beklemediğim ama en çok ihtiyaç duyduğum cümleleri kuruyor; kriz anımı aşmama bir şekilde olanak sağlıyordu. Namjoon-ie hyung beni Seul'den çıkarmaya çalışırken korkudan aklımı kaybetmek üzereydim ve Yoongi ben eve gelir gelmez beni kollarına alıp yatıştırmıştı. Şimdi de nefesimin bana yetmediğini hissetmiş gibi balkona çıkmamı buyuruyordu. Karanlıkta biz bize yeteriz. Kitapların sararmış sayfalarından çıkıp bana yol göstermeye devam ediyordu. Keşke, gerçekten de, onun bana yetebildiği gibi yetebilseydim ona.

Odadan çıkıp üst katın merdivenlerine yöneldim. "Senin gözlerin bozuk." diye mırıldanıyordum basamakları çıkarken. "Hayatta göremezsin beni."

"Ya sen çıksana." dedi sabırsız bir tavırla. Dudaklarımın kıvrıldığını hissettim, adımlarım biraz daha hızlanmıştı. Dışarısı cidden karanlıktı, yağmur bulutları yüzünden ay da görünmüyordu. Balkonlar evlerin arka tarafına baktığı için sokak lambaları da pek etkili değildi, ama gözlerim onun nerede olduğunu biliyormuş gibi kilitlenmişti ince figürüne. O da benim olduğum tarafa bakıyordu. "Pekala, cidden göremiyorum." dedi ve kendimi tutamayıp gülmeye başladım.

"Ne dedi polisler?"

Tişörtü beyaz olduğu için gözlerim onu seçebiliyordu, bedeni bana dönüktü ve ikimiz de bu pozisyondayken telefonda konuşmaya devam ediyorduk. İkimizin de sesi kısıktı, bu saatte herkes uyuyor olmalıydı ama biz yine de birilerinin duymasından çekiniyorduk. "Bir şey demediler," diye cevapladım sorusunu. "Evi aradılar, bir şey bulamayınca da gittiler. Ama burada daha fazla kalamayız çünkü izin aldığımı öğrenmişler, Busan'a bir an önce gitmemiz lazım."

"Anladım..." diye mırıldandı, ince figürüne bakarken zayıfça gülümsedim. Yağmur yağdığı için çok silik duruyordu, neyse ki ikimiz de ıslanmıyorduk. Çok daha rahat bir şekilde nefes alabildiğimi fark etmiştim ayrıca, odadaki gibi boğulmuyordum. "Yani şu an evde teksin?" diye devam etti konuşmaya.

"Hı-hım."

Birkaç saniyeliğine de olsa duraksamıştı. "Geleyim mi?"

Gel. İç sesim vermek istediğim cevabı fısıldasa da bunun çok bencil bir yanıt olacağını biliyordum, bu gece ince bir ipin üzerinde yürüyorduk ve her şey bu kadar yolunda gidiyorken sırf özledim diye onu riske atamazdım. "Hyung, bu gece ayrıyız."

Ne saçma bir karşılıktı bu? Biz ne zaman birdik ki şimdi ayrı oluyorduk? Hadi ama, burada kaldığında da o yatağımı işgal ederken ben salonda uyuyordum, yine ayrı oluyorduk. "Sana pijama falan da ayarlamadık," diye konuşmaya devam ettim daha fazla düşünmemek için, hızlı hızlı. "Rahat mısın sen?"

"Sen benim için endişelenme."

Dudaklarımın buruk bir gülüşle kıvrılmasına engel olamadım. "Kimin için endişeleneyim?"

Bir süre beni izledi, zaten bulanık göreceği bir mesafedeydim, yağan yağmurun da ona yararı yoktu; kim bilir nasıl görüyordu beni. "Sen hiç endişelenme." dedi en sonunda o derinden gelen, pürüzlü sesiyle. "Hiç."

**

"Her şey hazır." diye tekrarladım kendi kendime, belki de yüzüncü defa. Yoongi duruma hiçbir yarar sağlamadığı için gerginliğimi bastırmak bana kalmıştı. Chimmy'yi Seul'de bırakacağımı söylediğim andan beri benimle konuşmuyordu ki bu da yaklaşık olarak on dokuz saat öncesine falan denk geliyordu. Ne yaptıysam anlatamamıştım derdimi. Chimmy yolculuklardan nefret ederdi, diğer insanlardan nefret ettiğinden daha çok ederdi hem de. Taehyung ve Jungkook'un evinde misafir olmayı Busan'a giden bir trende üç saat harcamaya yeğlerdi. Kaç yıllık kedimdi, her huyunu biliyordum onun. Yolculuğu bize zehir ederdi ve bizim hiçbir engele takılmadan bu işi kolayca halletmemiz gerekiyordu; yoksa ben de kızımdan ayrılmaya meraklı değildim.

Otobüsteydik, Yoongi kucağındaki kedi taşıma çantasıyla ilgilenirken ben de salladığım bacağımı içine birkaç kıyafet tıkıştırdığım ufak bavula çarpıyordum. İşte o an, benimle son konuşmasının üzerinden neredeyse yirmi iki saat geçmişken, bir anda dudaklarını aralamaya karar vermişti. "Sakin ol."

Bakışlarım şaşkınlıkla ona döndü, beni rahatlatmaktan çok başından savmaya çalıştığı bir tavır takınmıştı. Yutkunarak profilini izlemeye devam ettim. "Nedir bu trafik korkusu, bir anlasam..." diye mırıldanmaya devam etti.

   Fark etmişti. Birinin onu duymuş olabileceğinden korkarak bakışlarımı otobüsün içinde gezdirdim ama kimsenin dikkati üzerimizde değildi. "Tae ve Jungkook istasyona gelecek." diye tekrarladım dünden beri anlattığım şeyi, Yoongi sıkkınca inlerken gözlerini devirmişti. "Chimmy'yi onlara vereceğiz, sonra trenle Busan'a gideceğiz, babam bizi karşılayacak-"

"Sus." Dayanamayıp bakışlarını bana çevirmiş ve onu öldürmemi ister gibi bakmıştı yüzüme. "Yalvarırım."

Somurtarak önüme dönmüş ve yolculuğun geri kalanı boyunca tek kelime etmemiştim.

Otobüsten inince Yoongi içinde Chimmy'nin olduğu taşıma çantasını tek kolunun altına sabitlemiş ve diğeriyle şemsiyeyi tutarak önden ilerlemeye başlamıştı, kızımın ıslanmasından korktuğunu bilerek ses çıkarmadan ama bavul yüzünden geride kalıp ıslanarak istasyona varabilmiştim. Mont üst bedenimi korusa da bacaklarımın hali hiç iç açıcı değildi.

Diken üzerinde geçirdiğim bir kimlik kontrolünün ardından, en sonunda bekleme salonuna geçebilmiştik. Yoongi benim aksime fazlasıyla rahattı, benimse içimden kendime Namjoon-ie hyung'a güvenmem gerektiğini anlatan on sayfalık bir makale okumam gerekmişti. Şimdiye kadar giriştiği hiçbir yasa dışı işi eline yüzüne bulaştırmamıştı, şimdi de beni yarı yolda bırakmayacaktı.

Taehyung ve Jungkook, trenin kalkmasına yaklaşık kırk dakika varken yanımıza varabilmişti. Jungkook tatlı tatlı gülümserken Taehyung'un yüzünde huzursuz olduğunu bildiren bir ifade vardı. İzin aldığımı ilk başta ona söylemediğim için bozulduğunu biliyordum, haberleri Jungkook'tan alması gerekmişti.

"Hyung!" Küçüğüm kollarını etrafıma sardı, ikimiz de mont giyindiğimiz için sorun olmamıştı. Taehyung'un ne yapacağını kestiremediğim için herhangi bir hamlede bulunmadım ama beni kollarının arasında çekip sımsıkı sarıldığında dudaklarımın kıvrılmasına engel olamamıştım. Omzunun üzerinden, metal koltuklarda oturan Yoongi'yle kesişti bakışlarımız ve bana yirmi üç saatin ardından ilk defa, belli belirsiz de olsa bir tebessüm bahşetti.

"Busan'a varınca ara, tamam mı?" diye sordu Taehyung. "Of, Jimin-ah. Aynı şehirde olmadığımız zaman uykularım kaçıyor."

Abartmadığını biliyordum. Yıllar önce onu bırakıp Japonya'ya kaçtığım için kabusları onu nadiren de olsa ziyaret etmeye devam ediyordu. Taehyung bana bunlardan bahsetmese de Jungkook sır saklamazdı. "Ayrıca çabuk dön." diye konuşmaya devam etti en yakın arkadaşım. "Nereden çıktı bu tatil anlamıyorum ki!"

Hafifçe kıkırdayarak çıktım kollarının arasından, Taehyung güzel kaşlarını çatmış somurtmaya devam ediyordu. Jungkook gülerek onun tarafındaki kolunu beline attı. "Bütün yıl çalışıyorum, haftanın dört günü nöbetteyim." dedim onun gibi mızmız bir tavırla. "Bırak da biraz dinleneyim."

Haklı olduğumu bildiği için iç geçirmekle yetinmişti. Sonra, Jungkook'la eş olduklarını yüzüme çarparcasına, başları aynı anda Yoongi'nin oturduğu koltuğa döndü. Eşli insanlar için bu son derece normal bir hareketti, onların davranışları sık sık paralellik gösterirdi zaten. Ben daha önce böyle bir şey yaşamadığımdan, ne zaman bu paralel anlara denk gelsem olduğum yerde hafifçe sıçrardım. "İyi yolculuklar." dedi Taehyung, Yoongi'ye, saldırgan olmayan bir sesle. Onunla ilk defa böyle konuşuyor olmalıydı ki Yoongi'nin kaşları şaşkınlıkla havalanmıştı.

"Hyung?" diyerek bana döndü Jungkook. "Ssiat hotteok yemeyi unutma."

Ben bir şey diyemeden Taehyung gülümsemeye başlamıştı. "Jimin, artık bir Daegu'lu bul da yalnız kalmayayım."

Duraksadım, Jungkook'sa Taehyung'un söylediği şeyle beraber kıkırdamaya başlamıştı. Taehyung ve Jungkook uzun zamandır Namjoon-ie hyung'la aramı yapmaya çalışıyordu ve hyung'un Daegu'yla uzaktan yakından alakası yoktu. Jungkook ve ben her zaman Busan'dan konuşup Taehyung'u deli ederdik ve en yakın arkadaşım ilk defa böyle bir tepki vermişti. "Namjoon-ie hyung Ilsan'lı?" dedim soru sorarcasına, hatırlamalarını umarak.

Yine şu paralel tavrı takınıp aynı anda gülüşlerini silmiş ve düz bir ifadeyle bana bakmaya başlamışlardı ki montumun cebindeki telefonum çalmaya başladı. İkisine de konuşma fırsatı vermeden cihazı parmaklarımın arasına aldım, ondan bahsettiğimi anlamış gibi, Namjoon-ie hyung arıyordu. "Hyung?"

Taehyung da Jungkook da gerilmişti, davranışlarına bir anlam veremesem de umursamadan Namjoon-ie hyung'a verdim dikkatimi. "Neredesiniz?" diye sordu Namjoon-ie hyung.

"Bekleme salonunda." diye cevapladım bedenimi salonun kapısına çevirirken. "Geldin mi?" Arkada kalanlara tek kelime etmeden Namjoon-ie hyung'u karşılamak için kapıya doğru yürümeye başladım. Hyung hattın diğer ucunda "Geldim..." derken görüş alanıma girmişti, birbirimizi görünce aramayı sonlandırdık.

Olduğum yerde durup bana gelmesini bekledim, hızlı adımlarla kalabalığın içinden sıyrılıp birkaç saniye içinde yanıma varabilmişti. Diğerleri geride kalmıştı ama ikimiz de onların olduğu yere gitmek için bir hamlede bulunmadık.

"Her şey hazır mı?" diye sordu Namjoon-ie hyung ve dünden beri söyleyip de yanımda olan Yoongi'ye dinletemediğim cümlelerimi dillendirmeye başladım. "Hazır." dedim başımı sallayarak, sonunda birinin umursuyor olması dudaklarımda ufak bir gülüşün belirmesine yol açmıştı. Hyung da suratıma bakarak gülümsüyordu, nasıl da mutlu olduğumu anlamış gibiydi. "Chimmy Taehyung ve Jungkook'la kalacak."

"Busan'a varınca?"

"Babam alacak bizi."

Sağ eli havalanıp kolumun üst kısmına kondu, mont yüzünden pek de hissedemiyordum ama parmakları aşağı yukarı hareket ediyordu, beni rahatlatmak istediği barizdi. "Arabayla mı?"

Başımı sallayarak onayladım onu. "Mecburen."

"Ne zaman istersen ara beni, tamam mı?" Gözlerini irice açarak hafifçe öne eğildi. "Saat fark etmez. Neye ihtiyacın olursa."

"Sadece konuşmak için arayabilir miyim?" diye sordum. Yoongi'nin hoşuna gitmeyen bir şey yaptığımda sesini tekrar duyabilmek için kalp krizi falan geçirmem gerekiyordu çünkü, o zaman da büyük ihtimalle kendime bir ambulans çağırmamı söylerdi.

Dudakları buruk bir gülümsemeye kıvrıldı, konuşmadan önce iç geçirmişti. "Keşke sadece konuşmak için arasan."

Birkaç saniye boyunca sessiz kalıp birbirimizin gözlerine baktık, sonra ilk hamleyi yaparak bana doğru bir adım atan kişi o olmuştu. Kolumdaki eli yavaşça omzuma tırmandı, diğeri yanağımı bulmuştu. Tenimle temas ettiği noktadan itibaren tüm vücuduma o günkü gibi bir hissin yayıldığını hissettim. Uyum yoktu ve güzel hissetmiyordum. Yine de çıkmadım ellerinin arasından, Yoongi için yaptıklarından sonra kendimi ona karşı inanılmaz derecede borçlu hissediyordum. Yoongi'yi sevmiyordu, nefret ettiğini bile söyleyebilirdim ama sırf benim için, sırf Yoongi'nin benim için ne kadar önemli olduğunu bildiğinden bunca riske girmişti. Şu an montumun iç cebindeki iki biletten birinin üzerinde Min Yoongi yazıyor olmasını sadece ve sadece hyung'a borçluydum.

"Jimin, ben bu bir haftayı olmamış sayacağım." Kurmasını hiç mi hiç beklemediğim bir cümleyle çıkageldiğinde gözlerimin hafifçe irileştiğini hissettim. "İlk öpüşmemiz böyle olmamalıydı. İkinci ve üçüncü de..." Derin bir nefes aldı. "Bu hafta olmuş saydığım tek şey sana mutfakta söylediklerim..."

Jimin, ben ne istediğimi biliyorum. Sana hemen karar ver diyemem, ama artık beni görmezden gelmene dayanamıyorum.

On yedi yaşındayken, sonsuza dek görmezden gelineceğimi öğrenmemin ardından, Namjoon-ie hyung belki de beni görmeyi seçen ilk kişiydi. Ve bunca zaman ona bakmaya bile tenezzül etmemiş olmam kalbimi öyle kırmıştı ki, ne istediğimi bilmeyip hemen karar vermemem gerektiğine eminken ellerimi kaldırıp avuç içlerimi gamzelerine yaslamadan duramamıştım. Dokunuşumla beraber yarım ay şeklindeki gözlerinden ismini koyamadığım bir ışıltı geçmişti. "Ne yani?" diye sordum kısık sesle. "Biz şimdi hiç öpüşmedik mi?"

Hipnoz olmuş gibi iki yana salladı başını.

"Niye öpüşmüyoruz o zaman?"

Emin olmak istercesine, yalnızca iki saniyeliğine gözlerimin içine baktı ve hemen ardından dudakları benimkilerin üzerine kondu. Bu sefer duymuştum. Bu sefer göğsümdeki kayanın çakıllara ayrılışını duymuştum. Emin değildim, ve hyung gözlerime baktığı halde bunu görememişti. Belki de görüp umursamamıştı, bilmiyordum. Yine de borçlu tarafım ağır basmıştı, gözlerimi yumarak öpücüğüne karşılık vermeye başladım.

Ne kadar kaldık öyle birbirimizin kollarında, bilmiyordum. Tek bildiğim, uzun zamandır deneyimlediğim en güzel öpüşme olduğuydu. Namjoon-ie hyung harika öpüşüyordu ve en sonunda, iki tarafın da anlaşarak böyle bir işe kalkışmasıyla oldukça keyifli birkaç dakikaya sahip olmuştuk. Dudaklarımız ayrıldığında burnunu benimkine sürttü, esmer yanakları mutluluğuyla olsa gerek hafifçe pembeleşmişti. "Bunu da saymasam, tekrar öper misin?" diye sordu gülerek. Kıkırdayarak dudaklarımı dudaklarına bastırıp onun karşılık vermesini beklemeden geriye çekildim. "Trene az kaldı," dedim tutuşundan kolayca kurtulup geriye doğru birkaç adım atarak. "Görüşürüz, hyung."

Hareket etmeden, yüzünde şimdiye kadar gördüğüm en güzel gülümsemeyle gidişimi izledi. "Görüşürüz, Park Jimin." 

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro