47. Bölüm: Seni Seviyorum
Açıklayıcı Olduğuna İnandığım Not: Bu bölüm Ariel ile Lily'nin kavgası ve James ile Lily'nin sarılmasının arasını anlatıyor. Diğer bölümde James ile Lily'nin sarılma anından devam edeceğim. Ya da o anın sabahından. Tam karar vermedim.
Neden böyle aptalca bir şey yaptığımı ben de bilmiyorum. Sadece ayak uydurun siz. (Burada random vardı ama düzenlerken anlamsızca sildim, sorgulamayın.)
🍀
(Ariel ile Lily kavga ederken James ile
Deborah)
James, Deborah'ı resmen sürükleyerek yuvarlak şekilli ortak salona getirdi ve etrafına bakındıktan sonra kızın kolunu bırakmadan şöminenin karşısında oturan Peter Pettigrew, Frank Longbottom ve Remus Lupin'in yanına ilerledi. Sirius'u bulması ve bu sorundan kurtulması gerekiyordu.
Peter keyifle elindeki kaymak birasını yudumlayıp hızla yaklaşan James'e baktı.
"Çatalak, Debby. Gelip otursanıza."
James çocuğun sorusunu duymazdan geldi ve gözlerini Remus ile Peter arasında gezdirdi.
"Sirius nerede?"
Peter ile Remus bakıştıktan sonra Deborah'ın James ile olmasının sebebini anlayıp aynı ağızdan konuştular.
"Yatakhanede."
James süratini kesmeden merdivenlere açılan kapıya kadar Deborah'ı sürükleyerek kapıya uzattı elini.
Deborah kolunu hızlıca çekip kurtararak bir iki adım kadar uzaklaştı ve yüzünü ekşiterek James'e baktı öfkeyle.
"Beni öylece sürükleyemezsin!"
James alaycı bir gülümsemeyle kızın koyu kahve gözlerine baktı ve içlerindeki öfke dolu parıltıları tanıdı. Çok iyi bildiği parıltıları.
"Sürükledim ya az önce."
Deborah eliyle sertçe saçlarını ittirip kızgın bakışlarını oldukça alaylı bir ifadeye sahip olan James'e dikti. Bunu yapmasından nefret ediyordu. Lafı çevirip kendini haklı çıkarmasından. Tabi bazen oldukça işe yarıyordu ama kendisine yapılınca eğlenceli olmuyordu sonuçta.
"Seni aptal! Demek istediğim şey o değildi!"
James omuzlarını silkip Deborah'ı umursamadan kapıyı açtı ve kıza referans yaparak muzip ses tonuyla seslendi.
"Sürüklenmeyen kadınlara öncelik vermek lazım, değil mi?"
Deborah yüzünü ekşitip dudaklarını bükerek James'e baktı. Dudaklarına yayılmaya çalışan tebessüme engel olmaya çalışıyordu.
"Kaçıncı yüzyılın centilmeni olmaya adaysın James? Yürü işte de takip edeyim seni. Nereye gideceğimi bilmiyorum."
James kıza tek kaş kaldırıp önünden ilerlerken kafasını hafifçe çevirip ona seslendi.
"Cidden hiç buraya gelmedin mi?"
Deborah çocuğun şaşkınlığına karşılık hafif bir öfkenin tekrar içini kapladığını hissetti.
"Hayır James. Senin ve çapkın grubunun buraya sürüklediği kızlardan değilim."
James olduğu yerde durup Deborah'a dönerek oldukça ciddi; hatta belki korkutucu, bir ifadeyle yanıtladı.
"Jen de onlardan değil ama haftanın üç ya da dört günü bizim odaya geliyor. O yüzden bir daha kime hakaret ettiğine dikkat et."
Deborah nefesinin altından küfretti. Jenna'yı tamamen unutmuştu. Tam James'e bakıp özür dileyecekti ki Monica ile Tom'un merdivenlerden indiğini fark etti. Tom gülümsemesini takınarak yanlarına yanaştı ve parmağını James'in göğsüne koyup hafifçe ittirdi.
"Biliyordum. Jenna Dare ile ilişkinin olduğunu. Haftada üç dört gece sizde ha? Bu ne demek olabilir, Potter? Demek onunla bir ilişkin var."
Deborah ellerini göğsünde birleştirip sırtını duvara verdi. Araya girme zamanı gelmişti.
"Evet haklısın, var. Onlar kardeş."
Tom gülümsedi, hem de oldukça yapay bir gülümsemeyle. Parmağını James'n göğsünden çekip önünde duran minyon kıza baktı.
"Ensest ilişki diyorsun yani?"
Deborah çocuğa göz devirdi. Sinir bozmakta bir numaraydı, ama Deborah şu an Sirius ile barışmasına engel tanımayacaktı. Hele ki o kadar suçluluk hissettikten sonra. Tom oyun oynursa o da oynardı.
"Demek istediğimi anladın sen. Sonuçta, en son kontrol ettiğimde bu kadar aptal değildin."
James ise o sırada öfkeyle yumruklarını sıkmakla meşguldü. Adının çeşitli kızlarla veya erkeklerle anılmasını anlıyordu sonuçta burası bir okuldu ve ergenlerle doluydu ancak konu Jenna ile olan ilişkisine gelince deliriyordu. Herkes anlamamakta oldukça ısrarcıydı. Ve en son istediği şey Jenna ile olan ilişkisinin bu aptallar yüzünden bozulmasıydı ya da Lily'nin bu söylentilerden haberdar olup ondan daha da uzaklaşması. Kendini daha fazla tutamayarak Deborah ile Tom'un kavgasına atladı.
"Beynin basmıyor değil mi? (Ellerini iki yana açarak sesini yükseltti.) Lily Evans'dan hoşlanıyorum ben! Deli oluyorum ona, başkasına değil. Onun tek bir bakışı, saçını savuruşu, dudaklarını oynatışı tahrik ediyor beni çünkü ben onu seviyorum! Jen ise benim kız kardeşim! Her şeyimi paylaşmaktan, her aptal sırrımı söylemekten çekinmediğim kardeşim. Aradaki farkı çözebiliyor musun Perk?"
Tom ağzını açacakken Deborah asasını çekip susturma büyüsünü kimse duymadan mırıldandığında kimse onu önemsemiyordu bile. Ta ki Tom konuşamadığını fark edene kadar. Deborah minik bir kahkaha kopardı ve elini James'in omzuna yerleştirdi. Çocuğun yardıma ihtiyacı vardı. Konuşamayan Tom'a baktı ve tekrar gülümsedi.
"Yeter. Sen ve cırtlak sesin kulağıma yeterince hasar vermişti."
James yüzündeki aptal sırıtmaya engel olamadı. Deborah'a bakıp tekrar hafifçe güldü. Bu kızı kesinlikle seviyordu. Her ne yaparsa yapsın nasılsa ona çekildiğini hissediyordu. Sanki uzak kalmaları yasak gibi.
Monica ise tüm bu olanlardan farklı olarak sadece James'i ve söylediklerinin ağırlığını hissediyordu. Diğer kısımları dinlememişti bile. O da Jenna Dare ile James Potter arasında bir şey olmadığını oldukça iyi biliyordu, gene de Tom ile onlar hakkında planları vardı ancak James'in söyledikleri ağır gelmişti ona. Yüzündeki kırgın ifadeyi saklamaya gerek duymadan James'e baktı içlice. Siyah gözleri elalarla buluşmak için çabalasa da olmuyordu işte. Gözlerini yere dikti. Aralarındaki çekim belki hiç olmadığı kadar azalmıştı. Kendisine bakmaya tenezzül bile etmeyen bir kızıl saçlı yüzünden bitmişti. Aşk bu kadar da acımasız olamazdı değil mi? Monica aslında bir yandan da James mutlu olsun diye istiyordu Lily ile birlikte olmasını. James'i her Lily'yle olan konuşmasının sonunda üzgün görmek istemiyordu. Onun yüzünde hep muzip tebessüm olmalıydı, gözlükleri her zaman yanaklarının gülüşle gerilmesiyle beraber yukarı çıkmalıydı, gözlerindeki hayati parıltılar her zaman ışıldamalıydı. Belki de bunların olması için James'in o sürtükle beraber olması gerekiyordu, o zaman olmalıydı da.
Monica yanağından süzülen bir damla yaşı sildikten sonra kafasını kaldırıp tekrar umutsuzca James ile göz göze gelmeyi denemeye karar verdi. Ancak bilmediği bir şey vardı ki onun için hayati önem taşıyordu.
James Potter meraklı gözlerini kendisine dikmişti. Ve çevirmeyi de reddediyordu.
Monica her zamanki sahte gülümsemesini takınmayı denedi defalarca ancak olmuyordu. Suratı ifadesizlikten başka bir şey taşımak istemiyordu. Çünkü gözler kenetlenince beden donmuştu ancak duygular seller gibi akıyordu sanki. Midesinde uçuşan kelebekleri hissetti Monica. Umutsuzca midesinden çıkmaya çalışan tomurcukları. Uçabilirdi o an. Bunu yapsa yapsa o an yapabilirdi, çünkü sihirliydi o an. Bedeni aynı anda onca şey hissederken hiçbir eyleme geçememesinin normal olmadığını biliyordu Monica. Bu normal bir tepki olamazdı. Monica küçüklüğünden, belki annesinin onca işinden sonra, beri inanmıyordu aşka. Dünyada her insanın aşık olabileceği tek insanın var olduğuna inanmıyordu. Ona göre aşk saf değildi. Aşkı saf diye tanımlayanların aynı zamanda aşkın yaptırdığı onca korkunç şeyden bahsetmesi ona yalandan farklı gelmiyordu. İnsanı savunmasız bırakan bir duygunun saf olabileceğine inanmıyordu. Doğru olamayacak kadar sahteydi çünkü.
Tom kendisinin kolunu çekiştirdikten sonra dönüp defalarca reddettiği sarışın Gryffindor'luya baktı. Mavi gözleri soğuk bir ifadeye bürünmüştü. Çocuğun isteğine ayak uydurdu ve merdivenlerden inmeye devam ederek Deborah ile James'i arkalarından bakarken bıraktı.
James yutkunup az önce olanları kavramaya çalıştı. Hayır, mesele Tom ile olan kavga değildi. Monica'ydı. Az önce, Lily'yi sevdiğini söyledikten sonra, aralarında müthiş bir çekim olduğuna yemin edebilirdi. Hissetmişti. Ve garip olan bir diğer şey ise bundan oldukça zevk almış olmasıydı. Sanki kız gitmemiş olsa o garip ama sihirli anın bitmesini asla istemeyecekti.
Deborah, James'e dikkatlice bakarken yaşanan gerginliği fark edebiliyordu. Monica ile James arasındaki bakışma garipti. Kesinlikle garipti. Ve James'in şu an onun hakkında bu kadar düşünmesi de öyle. Deborah çocuğun sevdiği elalarını görebilmek için elinden yakalayıp kendisine dönmesini sağladı.
"Hadi. Gidip barışmam gereken aptal bir Black var."
James gülümsedi.
"Benim de barıştırmam gereken iki aptal var. O yüzden hadi."
Deborah çocuğun elini bırakarak sahte bir öfkeyle parmak ucuna yükselip kafasına vurdu. James gülerek kafasını eğince Deborah aniden James'in düşmek üzere olan gözlüğünü yakaldı ve fazlaca incelemeden ona uzattı.
"Güzel gözlükmüş."
James üzgünce gülümsedi.
"Teyzemindi."
Deborah tek kaşını kaldırdı. Teyzesi mi vardı bu çocuğun? Teyzemindi ne demekti peki, ne olmuştu ki ona?
"Teyzen öldü mü?"
James yanıt vermeden kafasını onay verircesine salladı.
Deborah onu teselli etmek için ne söyleyeceğini bilmeden sessizce James'in arkasından merdivenleri çıkmaya başladı. Aslında daha fazla şey sormak istiyordu teyzesine ne olduğu gibi ama çocuğun şu an tam da soru cevaplama modunda olmadığından emindi. Kafasını nihayet yerden kaldırdığında yatakta ters uzanmış ve bacaklarını duvara dayamış Sirius ile göz göz geldi. James ikisine de bakıp gülümsedikten sonra aniden bahçeye çıkması gerektiğinden bahsederek odadan çıktı.
Deborah sessizce konuşmaya başladı.
"Biri ona yalan söylemeyi öğretmeli."
Sirius oturuşunu düzeltmeden ve kıza bakmadan yanıtladı. Şu an ona bakacak kadar güçlü değildi. Deborah'ın yüzündeki en ufak üzüntü onu suçluluktan öldürürdü.
"Yalan söyleme zahmetine girmedi ki. Açıkça bizi neden yalnız bıraktığını fark etmemizi istedi. Büyük ihtimalle de birazdan gelir."
Deborah gönül alması gerekenin kendisi olduğunu fark edip Sirius'un yanına uzanıp pozunun aynısının başarılı bir taklidini yaptı. Ayaklarını duvara uzattıktan sonra kafasını yana çevirerek gri gözlerle buluştu.
"Üzgünüm."
Sirius küçüklük arkadaşının dudaklarının tek bir kelimeden çekinerek hareketlenmesi izledi. Gözlerini koyu kahverengi olanlarla ayırmadan yanıtladı.
"Üzgünüm."
İkisi de aynı anda gözlerini birbirinden ayırıp bakışlarını duvara dikti. Deborah derince bir nefes aldı. Konuşacak bir an varsa o da bu andı.
"Değişen çok şey var Sirius. Sadece 5 yıl ayrı kaldık ancak ben senden çok uzaklaştığımı hissettim. O zamanlar sadece sen ve bendik. Ama sadece ikimizin olduğu o zamanlar bile senden çok şey saklamışım ve bunları bilmeyi hakeden biri varsa da ruhumda taşıdığım tek kişi olarak bu sensin."
Deborah gözlerini duvardan ayırmadı ancak Sirius merakla ona dönmüştü bile.
"Annem. Onun hakkında bilmen gerekenler var. O safkan bir aileden geliyordu. Ama o bir-- (derin bir nefes aldıktan sonra odağını duvardan çekip Sirius'a çevirdi.) o bir koftiydi. Büyü yeteneğine sahip değildi ve ailesi bu yüzden ondan utanıyordu. O herkesin sandığı gibi delirmemişti, sadece evden çıkmıyordu çünkü saklanıyordu. Dört kız kardeşi vardı, hepsiyle küçükken çok yakındı, annemin kofti olmasını önemsemiyorlardı. Ancak büyüdüklerinde işler değişti. İkisi ona sırt çevirerek aileleriyle aynı düşünceye sahip oldu. Koftiyi yok et ve utançtan kurtul. En büyük kız kardeşi onun yanındaydı, sadece de oydu zaten. Kız kardeşi onu yanına çağırdı, diğer iki kardeş ona anneme bir özür borçlu olduklarını söylemişti. Ama özür dilemediler Sirius. Onu öldürdüler."
Sirius derince yutkunarak gözyaşları yavaşça yanağından süzülen kıza baktı. Nasıl zalim bir öyküydü bu öyle?
"Peki ya en büyük kız kardeşe ne oldu?"
Deborah kafasını iki yana salladı. Biraz rahatlamıştı.
"Bilmiyorum. Belki de ölmüştür. Ya da kardeşlerinin tarafına geçmiş ve annemin öldürülmesine yardım etmiştir. Ancak sanmıyorum. O teyzemi tanırdım. Çok da severdim. Diğer teyzelerimden farklıydı çünkü."
Sirius oturuşunu düzelterek çocukluk arkadaşına baktı. O da yavaşça düzelmiş ve saçlarını ittirmeye başlamıştı bile. Sirius kaşlarını havaya kaldırarak herhangi bir cevap için yalvaran gözlere döndü.
"Annen nelerin içinden geçmiş öyle Debs. Yani, ne diyeceğimi bilmiyorum. Üzgünüm."
Deborah gülümsedi. Oldukça iç acıtan bir gülümsemeydi.
"Annemin hikayesini bilmen gerekiyordu Sirius. En yakın arkadaşım olarak."
Sirius kızın elini yakalayarak ciddiyetle ona döndü.
"Biliyor musun, haklıydın, çok şey değişti. Ama değişmeyen tek şey seni ne kadar sevdiğim. Sadece bu. (Gülerek ekledi.) Bir de saçlarını ittirmen."
Deborah ani bir kahkaha atarken Sirius uzanıp kıza sarıldı ve kulağına fısıldadı.
"Seninle küs kalmak çok zor."
Deborah da, çocuktan ayrılmadan ve oldukça iyi hissederek fısıldadı.
"Seni seviyorum Sirius Black."
Sirius yüzünü muzip bir gülümsemenin kapladığını hissedip geri çekildi elinin tersini alnına yerleştirdi. Gergin ortamı yumuşatması gerekiyordu. Sesini inceltti.
"Üzgünüm Juliet. Ben başkasına aidim."
Deborah kafasını yana eğdi ve kaşlarını kaldırdı. Kahkahaları arasından Sirius'a seslendi.
"Öyle bir satır geçiyor muydu bile?"
Sirius kafasını iki yana sallarken uzanıp tekrar kıza sarıldı ve içtenlikle fısıldadı.
"Seni seviyorum Deborah Williams."
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro