Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

9.BÖLÜM

Multi-medya : Zeliha ve Miraç (temsili)

Keyifli okumalar dilerim...

Kapattım kapılarımı tüm duygulara, oturdum ve kapıyı kırmanı bekliyorum...

Bedenimde gezinen soğukluk, uyuşmuş hissi veren sol koluma karışırken vücuduma yayılan acıyla yüzüm buruşmuştu. Birinin eli parmaklarımı güvenle sararken, hissettiğim sıcaklıkla kasılan vücudum yavaşça gevşedi. Uzun zamandır hissetmediğim bu duygu bedenime yabancı geliyordu.

Kapalı gözkapaklarımı yavaşça aralarken, görüşüm bulanıktı. Birkaç kez kırparak görüşümü netleştirirken, başımda dikilen iki bedenleri görmek kaşlarımın çatılmasına neden oldu.

Emre ve yanında daha önce görmediğim adam gözlerini dikmiş bana bakarken yabancı olan adam yanıma doğru yaklaşmaya başladı.

"Nasıl hissediyorsun kendini?" derken meraklı sesi beni afallattı. Kimdi bu adam? Nasıl oduğumu neden soruyordu ki? Bu evde bu soru yasak gibi bir şeydi. Şimdi ise bunu duymak beni şaşırtmaya yetmişti. Uzandığım yatakta soru dolu bakışlarla Emre'ye doğru baktığımda durumu anlamış gibi konuşmaya başlamıştı.

"Doktor Doğan, kendisi hem aile doktorumuz gibi olur, hem de iyi bir dost. Yaralandığın için onu çağırdık. Omuzundan vuruldun ama şanslısın ki kurşun sıyırdı."

Emre'nin söyledikleriyle gözlerim acıyan sol koluma kayarken sargılı olduğunu farkettim. Üzerimde ki uzun kollu kazağım yoktu, sadece atletim vardı. Yarayı sarmaları için çıkarmış olmalıydılar. Bedenimde ki yarayı sargı bezinin altına gizlerken, ruhumun en derinliklerinde açılan yarayı neyle kapatacaklardı peki? Bir faydası yokken geçmesini beklemek çok saçmaydı.

"İyi... İyiyim." dedim kuruyan boğazımı yutkunarak ıslatırken. İyi olmasam da iyiyim demek dudaklardan dökülen cümleden ibaretti benim için. Bu biz insanlar için en büyük yalandı. Hep söylemez miydik? Öylesine sorulan bir soruydu ve biz de ona karşı ufak bir yalanla savuşturuyorduk.

Doktor Doğan, parmaklarını kolumda ki sargı bezine atarak kontrol ederken, gözlerim boşluğa bakar gibi onu izliyordu. Geri çekildiğinde pür dikkat kolumda gezen bakışları gözlerime çevrildi.

Birden dudakları yukarı doğru kıpırdayarak kalkarken ,boş bakışlarımın yerini şaşkınlık aldı. Neden gülümsüyordu durduk yere?

"Merak etme yenge, kolun gayet iyi."
Göz kırparak konuşmasını sürdürdü. Bense giderek artan şaşkınlığımı yaşıyordum.
"Ama tabii, naz yapmak adettendir."

Yenge mi? Söylediklerine karşı ona dik dik bakarken, gülümseyen dudakları aşağı doğru kayarak düz şeklini aldı. Hem ben neden ve kime naz yapacakmışım ki? Ne saçmalıyordu bu Doktor?

"Tamam, o buz kalpli adama naz yapılmaz biliyorum. Ama sana belki bize olduğu gibi değildir sanmıştım. Görüyorum ki aynıymış..." dudaklarını büzerek konuşması bana Dila'yı hatırlatırken yüzüm biraz daha asıldı. Onu çok özlemiştim. Bazen çok konuşsa da iyi biriydi. Doktor Doğan'ın hareket ve konuşma tarzı tıpkı onun gibiydi ve bana onu hatırlatmıştı.

Miraç'ın ise bana davrandığı gibi onlara da aynı davranmasına şaşırmıştım. Bu sert tavrı sadece bana karşı sanıyordum. Doğasında vardı bu yapısı demek ki. Bazen öyle korkutucu bir hal alıyordu ki, insan ürkmekten başka çare yaşayamıyordu. Acaba gerçekten hiç gülümsedi mi?

"Doğan... İşin bittiyse gidebilirsin."

"Tamam buz dağının yandaşçısı, gidiyorum ben. Görüşürüz yenge ama sağlıklı bir gün de görüşelim mümkünse." Tekrar göz kırparak el çantasını aldı ve odanın çıkışına doğru ilerledi.

Oysa ki, son söylediğiyle dudaklarımın zorla da olsa kıvrılmasını sağladığından bihaberdi. Yenge demesine sinir olsam da, patavatsızlığı sinirlerimi yatıştırmıştı. Emre ise kendisine taktığı lakaba karşı ona ters bir bakışla karşılık vermekle yetindi.

"İyi misin?"

Düşünce aleminden söküp alınırken, derin bir iç çekerek gözlerimi ona çevirdim. Emre burada ki insanlardan çok farklı biriydi. Ne Miraç gibi sert biriydi, ne de Doğan gibi çok samimi biriydi. Burada en çok bana yardımı dokunan o olsa da, kaçtığımda beni yakalayarak geri getirmesini unutmamıştım.

"Evet."

Uzandığım yerden doğrulmaya çalışırken koluma saplanan acı dudaklarımdan kaçan bir inlemeye sebep oldu.

"Dur, yavaş." diyerek doğrulmama yardım eden Emre'ye karşı teşekkür amaçlı hafif bir tebessüm ettim.

Doğrulup sırtımı yatak başlığına yaslarken, gözlerimle odayı süzdüm. O kurşundan nasıl kurtuldum çok merak ediyordum ve bunun cevabını verebilecek tek kişi Emre'di.

"Ben... Nasıl kurtuldum?" derken gözlerimi kaldırıp ona baktım.

"Miraç abi kurtardı seni. O şerefsiz adam seni vurmadan yakladı ancak, yine de kolundan yaralanmanı önleyemedi."

O mu beni kurtarmıştı? Günlerdir beni ölmekten beter eden adam, beni kurtardı mı? Yine neler planlıyordur kim bilir. Yoksa esaretinden kurtulmama izin vermek mi istemedi orası mechul...

"Bunca yaptığı yetmedi. Ölmeme izin vermeyerek daha çok acı verecek." Dudaklarımın arasından çıkan fısıltılı cûmlelerin Emre'ye ulaşıp ulaşmadığını bilmiyordum. Ama zaten istemsizce çıkmıştı dudaklarımdan. Düşüncelerim dilimden dökülmüştü.

"Bugünlerde onu ben bile tanıyamıyorum ama o iyi değil Zeliş." diyerek konuşmaya başlarken aklına bir şey gelmiş gibi kaşları çatıldı. Konuşacağı konu da aklında cümleler üretiyordu ve yanlış birşey söylemekten çekiniyordu. Bunu gergin halinden anlamam kolay olmuştu.

"Tahmin bile edemeyeceğin şeyler yaşadı. Yaşadıkları onu bu hale, bu duruma soktu. Ben bunları sana anlatamam ama sen öğrenebilirsin. Zaten ben onun anlattıkları kadarını biliyorum. Ondan sakın kaçma masum insanlardan nefret ediyor; doğrusu kimseyi sevdiği yok da... Sana tek söyleyeceğim şey bu. Kendini ondan korumanın tek yolu, yaşadıklarını sorgula. Sen ondan kaçma, bırak o senden kaçsın ve bunu sadece yaşadıklarını sorgulayarak yapabilirsin."

Onun yaşadıklarını sorgulamak mı? Bu delilik olurdu. Ona karşı geldiğimde neler yapabileceğini yaşayarak öğrenirken, onun geçmişini sorgulamak çok daha kötü şeyler yapabileceğine işaretti.

Tam dudaklarımı aralayarak red edecekken, kapının açılması söyleyeceklerimi yutmamı sağladı. Miraç sert ve buz dolu bakışlarla bana doğru gelirken gözlerimi parmaklarıma indirdim.

Onun odaya girmesiyle Emre odayı terk ederken, söyledikleri zihnimde dolaşıyordu. Bunu yapamazdım ben. Ters tepebilirdi. Sinirlenerek daha çok hırpalayabilirdi beni. Yorulmuştum. Daha fazla acıya katlanamazdım artık. Burada zorla tutuluyor olmam yetmezmiş gibi, elimden alınanlar yetmezmiş gibi yerine yenilerini ekleyemezdim.

Yatakta hissedilen ağırlıkla onun oturduğunu göz ucuyla gördüm. Dirseklerini dizine yaslamış dikkatini birleştirdiği iri ellerine sabitlemişti.
Bir kaç dakikalık sessizliği bozmasıyla gözlerim onun koyu gözlerine çevrildi. Sakin olup olmadığını ise çözemiyordum.

"Senden nefret ediyorum."

Kaşlarım şaşkınlıkla kalkarken neden bunu söylediğine anlam veremedim. Benim ona söylediğim cümleyi yüzüme vuruyordu. Nasıl bir adamdı bu? Her yapılan şeyi intikama çevirmek doğasında vardı galiba. Bu kadar kinci olmak zorunda mıydı?

"Biliyorum."

Benden nefret etmese neden bunları yaşatırdı durduk yere? Ona hiç bir kötülüğüm olmamışken bunları yapmasının, benden bu kadar nefret etmesinin bir sebebi vardı ama ne bilmiyorum...

Yataktan kalkarak dolaba doğru ilerlerken gözlerim onu takip ediyordu. Bir an da üzerindeki kazağı sıyırarak çıkardı. Hızla gözlerimin odağını çevirecekken, farkettiğim şeyle tekrar sırtına odaklandım. Gördüklerim gözlerimin irileşmesini sağlarken dudaklarım aralandı.

"S-Sırtın..." Dudaklarımdan istemsizce kelimeler dökülüyordu.
"Sırtındaki izler..." derken en sonunda kunuşamayan dilimi susturdum.

Sırtı izler doluydu. Morlaşmış ve çizik izleri vardı. Benim söylediklerime karşı kasılan bedeniyle hızla dolaptan bir başka kazak alarak üzerine geçirirken, oturduğum yataktan yavaşça ayağa kalkmaya başladım. Sağ kolumla yataktan destek alarak ayağa kaltığımda, bana doğru dönerek koyu gözlerini üzerimde dolaştırdı.

"Çabuk iyileştin bakıyorum."

"Sırtına ne oldu?" dedim söylediklerini umursamadan. Bu cesaretime ben bile şaşırken derin bir nefesle korkumu geri plana attım. Belki de Emre haklıydı. Sonuçta onu benden daha iyi tanıyordur.

"Bu seni ilgilendirmez. Geç yatağa yat, bir de seninle uğraşamam." Derken gözleri öyle koyulaşmıştı ki, sinirli olduğu her hâlinden belli oluyordu. Ne zamam sinirli değildi ki?!

Kapıya doğru ilerleyecekken benden beklenilmeyecek bir sergide bulundum. Hızla ona doğru ilerleyerek kolunu tuttum ve onu durdurdum.

Kolundan bedenime bulaşan gerginlikle yutkunurken, titrememek için bedenimi kastım. Onunsa vücudu bana doğru çevrilirken koyu gözleri ilk kolunu tutan elime, sonra gözlerime dikildi.

"Mağdem artık senin karınım... Bana her şeyi anlatacaksın. Sırtına ne olduğunu, neden bana bunları yaşattığını ve benden neden bu kadar nefret ettiğini anlatacaksın. Eğer senin karın isem, bana bir açıklama yapmak zorundasın."

Birden kolunu çekerek ellerimden kurtardı. Dudaklarında doğan gülümseme her zamanki gibi alaylıydı. Yine yapacaktı. Yine canımı yakacak bir şey yapacaktı. Bu gülümsemeyi biliyorum. Gelecek olan fırtınaya karşı savunmasızca dikilirken, gerginlikle dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Sen kendini ne sanıyorsun?" diyerek bana doğru bir adım attı.

"Şu an bir fahişeden ne farkın var senin?"

Sözleri öyle kırıcı, öyle acımasızdı ki kalbim bile atmayı unutmuş gittikçe büzüşüyordu. Söylediklerini duymazdan gelmeyi denesem de sert sesi imkansızlaştırıyor ve beni ölüme sürüklüyordu.

"Parayla bir geceliğine satın alınmış bir fahişeyle senin aranda hiç bir fark yok. Seni de paramla aldım. Aranızdaki tek fark; sen ömür boyu benimsin!"

"Ben senin karınım!" diyerek bağırdım birden ben de. Bu kadarı fazlaydı. Bunlara sebep olan ben olsam da, bu kelimeyi hak etmiyordum. Beni nasıl fahişeyle bir tutabilirdi! Benim ilkim olduğunu bile bile bunu nasıl söyleyebilirdi?! Sırf canımı yakmak için kurduğunu biliyordum ama katlanamazdım buna.

"Bana anlatacaksın. Bu kinin neye!? Neden bana böyle davranıyorsun!?"

"Kinim kime biliyor musun!? Kinim herkese! Dünyaya, kadere, babana, sana! Sırtımda ki izlerin nasıl oluştuğunu çok mu merak ediyorsun!?"

Sık nefeslerinin arasından bağırırken sesi oda da yankı yapıyordu. Gözlerinde beliren nefret duygusunun derinlerinde gizlediği garip ifadelerin ne olduğunu çözemedim. Öyle karmaşık duygular vardı ki, susmak istiyor da kendini tutamıyor gibiydi.

"Baban olacak o adam, küçücük bir çocuğu ailesinden kopararak yıllarca işkence içinde büyüttü! Her gece tıkıldığı karanlık oda da yardım bile dilenemedi! Çünkü o altı yaşında ki çocuk, kaçırıldığı ilk hafta dilsizleşti! Konuşamadı! Dilinin anne diye bağırmasını çok istesede, baba diye seslenemedi!"

Nefretini, içindeki kini kusuyordu. Emre'nin ne demek istediğini şimdi anlamıştım. Geçmişini kurcalamak onun çözülmesini sağlıyordu. Geçmişi onun zayıf noktasıydı.

"Yıllarca kurtulmayı bekledi o düştüğü kuyudan. Sen yıllarca umut beklemenin ne demek olduğunu bilir misin!? O çocuk bendim Zeliş! Beni küçük yaşta kaçıran, ailemden koparan ve yıllarca işkence çektiren kişi de, senin gerçek baban olacak o şerefsiz herif!"

Gözlerimin önünde beliren küçük bir çocuk. Karanlık bir odaya tıkılmış ve yıllardırca bedeninde geçmeyecek izler bırakılmış. O masum çocuk dilsiz. Ve ona bunca işkenceyi yapan benim gerçek babam. Kim olduğunu bile bilmediğim adamın yaptığı hatanın bedelini ben ödüyordum...

"Bu benim suçum değildi." derken başımı iki yana salladım. Bulanıklaşan bakışlarım bana ağladığımı anlatırken ıslak yanaklarımı elimle kuruladım.

"Kim olduğunu bile bilmediğim bir adamın, yaptığı hatayı bana yükleyemezsin. Bu kadar nefreti hâk etmiyorum Miraç. Tamam, o adam sana unutamayacağın acılar bahşetmiş olabilir ama bunu bana ödetemezsin."

Başını iki yana sallayarak arkasını döndü ve kapıya doğru ilerleyerek dışarı çıktı. Ancak farkettiğim şeyle derin bir nefes doldurdum ciğerlerime.

Miraç, ona karşı gelmeme rağmen, onu sinirlendirmeme rağmen bana zarar vermemişti bu kez...

***

Elimde ki bardakta duran portakal suyunu dudaklarıma gütürerek bir kaç yudumda bitirdim. Boş bardağı masaya bıraktım ve sandalyeden ayağa kalkarak masayı toplamaya başladım.

Kolumun acısı artık yok denecek kadar azdı. Aradan geçen üç gün boyunca sessiz evde dolanan benden başka kimse yoktu. Ara sıra Emre yanıma gelerek, bir şeye ihtiyacım olup olmadığını sormaktan başka gürültü yoktu. Ev çok sessizdi.

Üç gündür Miraç'tan haber yoktu. O gün, o kunuşmadan sonra gidişinin ardından bir daha kimse haber alamamış. Emre'ye bir keresinde sorduğumda ise, "O istemeden kimse ondan haber alamaz." Cevabını almıştım.

Ne yapıp ettiğinden kimsenin haberi yoktu. Bazen onu düşünsem de, sonradan kendime kızıyordum. Umrumda olmamalıydı. Yaşadıklarını bana bağırarakta olsa dökmüştü. Onun çektikleri acıyı anlayabilirdim. Ama onun da beni anlaması gerekmedikçe kendime yemin ettim.

Ona asla bir adım atmayacaktım.

Merak edip ne soracağım onu, ne de hayatta olup olmadığını düşüneceğim. Şu an neredeydi kimse bilmese de, kendi başının çaresine bakabilirdi.

Yukarı odaya çıkarak dolaba dizdiğim kıyafetlerden kot pantolon ve bir kazak çıkardım. Üzerimde ki pijama ve atleti soyarak dolaptan çıkardığım temiz kıyafetleri giydim. Miraç evde olmadığından dolayı iyice bu eve alışmış ve rahatlamıştım. Üzerimden çıkardığım kıyafetleri banyoda ki kirli sepete atarken, kapı zilinin sesi tüm eve yayılmıştı.

Odadan çıkarak merdivenleri inmeye başladım. Kim olabileceğini pek umursamıyordum. Emre olmalıydı ki, zaten ondan başka beni soran yoktu. O yüzden sakin ve meraksız olan bedenim kapıya doğru yavaş adımlarla ilerledi.

Parmaklarım kapı kolunu kavrarken beklemeden açarak kim olduğuna baktım. Karşımda gördüğüm bedenle ise dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken gözbebeklerim irileşti.

O... Onun burada ne işi vardı?

***

BÖLÜM SONU...

NOT; Yıldıza basmadan ve  bõlümün nasıl olduğuyla ilgili yorum yapmadan geçme :")

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro