7.BÖLÜM
Acılarını dök sırtından, Zirâ böyle yol kat edemezsin...
Bedeni yıkan duygulardan, büyük depremlerden sorumlu olan ve bir hancer gibi kalbi delercesine acıtan korku vardı içimde. Bu kadar aciz miydim? Ben Zeliha Gürmen, hayata bir sıfır yenilerek doğup büyûyen ve tepetaklak olmama rağmen dimdik ayakta duran, durmasını beceren bir kızdım. Kim ne derse desin, ben güçlü bir kızım. Tatdığım tüm acılara göğüs germiş, annesiz büyümenin zorluğunu babasız büyümekle eleştirmiştim. Ve şimdi de bu adam, bana iznim dışında dokunacak, güçlü Zeliş'i paramparça edecekti.
Korkumu gizleme çabam boş bir bardak gibi sunulurken, Miraç'ın kuşağımı çözmeye çalışan ellerini hızla ittim ve korkuyla kollarımı bedenime sararken, "Ne yapıyorsun sen! Dokunma!"dedim.
Geri geri giden adımlarım, üzerime gelen ve sinirli bir boğayı andıran Miraç'la sıklaştı ve soğuk duvarla bütünleşmemi sağladı. Onu vurduğum için bu kadar sinirleneceğini tahmin etmiyordum ancak o öyle öfkeliydi ki, buna bir türlü uygun kılıf uyduramadım.
"Yapacağım şey belli değil mi?!"dedi birden bağırarak. Üzerime doğru çökerek duvarla kendi arasına sıkıştırdığından titreyen ellerimle üzerimde ki bornozumu açılmaması için sıkıca tuttuyordum.
Ellerini duvara yaslayarak başını eğdi ve benimle aynı hizaya gelerek, koyu gözlerini kahvelerime dikti. Derin soluklar alırken yakınlığından ötürü korkuyla yutkundum.
"Lütfen git."diye fısıldadığımda, "Nereye gideyim lan!"diye bağırdı tekrar. Korkuyordum bana yapacaklarından. Neden görmezden geliyordu ki? Ben ona ne yapmıştım da, bu kadar bana nefretle bakar oldu?
"Baban olacak o adam tıktı boğazıma ilmiği! Ne yapayım şimdi ben sana, ha söyle! Onun bana yaptıklarını ben de sana mı yapayım?!" Bağırtıları arasında yanımdaki duvara birden yumruk atmasıyla irkilerek çığlık attım ve kendimi daha fazla tutamayarak hıçkırıklar içerisinde ağlamaya başladım.
"Babamın sana ne yaptığını bilmiyorum! Bunu bana ödetemezsin..."dedim zorlukla. Derin soluklar çekerek geri çekildiğinde sırtım duvardan kayarak yerle buluşturdu bedenimi.
"Öldürsem; sana ödül olur. Dokunsam bana yazık! Ne yapacağım ben seninle?.. O siktiğimin piçi bilerek yaptı, onu bana bilerek verdi..." Kendi kendine oda da sinirle volta atmaya başladı. Korkudan dudaklarımı aralayamazken, sadece sert mırıltılarını işitiyordum.
Bulanık bakan gözlerim bir an eline kaydığında derisi soyulmuş, kan topladığını farkettim. Ancak umrunda olmadığı kadar acısını hissetmiyor gibiydi. Siniri öyle yüksekti ki, onu ilk defa böyle görüyordum. Ses çıkarmamak için avucumu dudaklarıma bastırmıştım ve boğazımı düğümleyen tüm hıçkırığı yutuyordum. Bir an köşede ki silahı alma fikriyle dolsam da onu daha çok kızdırmak istemediğim için bu fikirden hemen kurtuldum.
Volta attığı adımları birden kesildiğinde, durduğu yerde koyu gözleriyle çarpıştım. Elini cebine atarak bir telefon çıkardı. Hızlı ve sert adımlarla yanıma gelerek önümde dizleri üzerine çöktü ve elindeki telefonu bana doğru uzatarak, "O adamı ara."dedi.
"K-kimi?"dedim titrek bir sesle. Gözlerim, bir elinde ki telefona bir de koyu ve bir an olsun sertliği yumuşamayan gözleriyle buluşuyordu.
"Baban denilen o adamı ara! Neredeymiş öğren." Şaşkınlıkla kalakalırken, ne yapacağımı bilemedim. Neden babamın yerini öğrenmek istiyordu ki? Ona bir zarar mı verecekti yoksa?
"Ne yapacaksın ona?"diye sessiz bir şekilde konuştuğumda dişlerinin gıcırtı sesini işittim. Soğuk bir ifadeyle sırıtarak, "Öldüreceğim!" dedi.
Vücudumda ki tüm kan bir an da çekilmiş gibi buz kestim. Öldüreceğini söylerken ne kadar da rahattı? Öylesine bir şeyden bahsediyor gibi, rahatça kurduğu kelimeyle bedenimde ki korkuyu çekip aldı ve yerine bambaşka bir duygu yerleştirmişti.
Onu öldürmesine izin veremezdim. Babamın hatasıyla beni cezalandırıyor olabilirdi ama benim hatamla babama dokunamazdı. O karanlık odadan çıkmamı sağlayan teklifine ihanet etmiştim ve kendimce kurtulma çabasına giriştim. Bunun cezasını babama ödetemezdi. O benim bu hayattaki tek yaşama kaynağımdı. İyi bir adam olmayabilirdi ama ne olursa olsun o benim babamdı. İnsan ailesini seçebilir miydi ki?
Bedenime akın eden bir hırsla tüm korkum yok olurken, boşluğundan faydalanarak bir an da elinde duran telefonu çekip aldım ve bir köşeye fırlatarak kırılmasını sağladım.
"Hayır! İzin vermiyorum!"dedim sesimin yüksek çıkmasını engelleyemezken.
"Senden izin isteyen oldu mu!?" Sesi oda da yankılanırken bu kez korkumu gizlemeyi başardım ama o öyle öfkelenmişti ki, beni her an çekip vurabilirdi bu siniri ya da işkencelere mahsur bırakabilirdi.
"Telefonu kırdın diye baban elimden kurtulacak mı sanıyorsun?! Onu bulamaz mıyım sanıyorsun?!"diye adeta kükrerken titreyen bedenime inat, zihnime akın eden fikir ruhumu derinden sarstı.
"On dakikamı bile almaz..."
Koyu gözlerini çevreleyen beyazlık sinirden kızarmıştı ve eskisinden bile ürkütücü bir hal peydahlanmıştı yüzünde. Siniri gittikçe artıyordu ve ben buna engel olamıyordum. Babamı öldürecekti. Sırf bana dokunmasına izin vermedim diye babamı öldürecekti. Belki de hata bendeydi. Neden diretiyorum ki? Saçma da olsa bir gerçek vardı ortada. O benim kocamdı...
"Konuşsana! Az önce ahkam kesiyordun! Ne oldu?!"diyerek tekrar bağırırken elleri bileklerimi sarmıştı ve bedenimi sarsıyordu.
Bu siniri durdurmanın tek yolu vardı. Babamı öldürmemesinin tek yolu vardı. Fırtına gibi esen bu adamı dizginlemenin tek yolu vardı ve bu yol, tüylerimin diken diken olmasına neden oluyordu.
Sinir hücreleri bedenimi yoklarken aynı zamanda bir çok duygu sardı bedenimi. Yapmam gerekenleri zihnimde tartarken, Miraç'ın dudadakları tekrar kükremek için aralandı ve ben hayatım boyunca yapmayacağım bir şeyi yaparak dudaklarımı onunkilerinin üzerine hırsla örttüm.
Kalbimin sesine ayak uyduran zihnim zifiri bir karanlığa çekilirken, Miraç'ın donuk bedenine çarban bedenim onun dengesini bozdu ve geriye doğru düştü. Onun düşmesiyle birlikte üzerine yıkılan bedenim tıpkı onun gibi kaskatı kesilirken öylece durdum. Dudakları üzende kımıldamayan dudaklarım ne yapacağını bilemezken, Miraç'ın donuk ve ifadesiz gözleri şaşkınlıkla harmalandı. Ve bir an da, sanki bu yaptığım onun tüm zincirini kırmış gibi elini enseme doğru bastırarak beni öpmeye başladı.
Kanım fokurdayarak kaynamaya başlarken, bedenim alevler içinde yanıyordu. Bunu başlatan bendim ancak, zaten Miraç'ın yapmak üzeri olduğu bir şeyi yapmıştım. Miraç geri çekilerek boş bakışlarını gözlerime dikdi. Bir şeyler arar gibi koyu gözleri tüm derinliğime inerken, tek bir duyguya rastlamasını istedim. Babamı öldürmemesine karşı delice bir istekle dolarken hırsımı kendime kalkan bildim.
Miraç gözlerimde ne gördü veya ne aradı bilmiyorum ama ensemdeki elini bastırarak tekrar dudaklarımızı birleştirdiğinde yerlerimizi değiştirmişti. Belki de emin olup olmadığımı ölçmüştü. Dizginlerini koparan gözlerimdeki duygu beni güçsüz kıldı. İlkimin böyle olmasını istemezdim, evliliğimin bu şekilde olmasını da istemezdim. Ama bu hayatta istediğim gibi ne yürüdü ki? Sırf bu yüzden kocama boyun eğmiş, ve onun bağını koparmıştım.
Miraç açıkta kalan boynuma doğru dudaklarını sürterken, derin soluklar alıp veriyordu ve verdiği ılık nefesleri boynuma çarpıyordu. Bir eli ensemde duruyordu ve baş parmağıyla kulağımın arkasını okşuyordu. Diğer elini ise bacağımdaki yanık izinde gezdirirken kalbim sanki göğsümden kopup gidecek gibi hızlı çarpıyordu.
"Bu cesaretin, takdir edilesi."diyerek derin soluklarının arasından fısıldarken tekrar dudaklarımız birleşti. Acemice verdiğim her karşılık, onun sert dudakları arasında ezilirken gözlerimi yumdum ve bu anın bitmesini bekledim.
Dakikalar süren bir birlikteliğin ardından, yatağa nasıl geldiğimizi hatırlamıyordum. Bir bütün olan bedenlerimizin ardına gizlenen duygular, Miraç'ın terli bedenini üzerimden çekmesiyle akın etti.
Korku, telaş, utanç, heyecan ve acı... Her bir duygu kalbime hançerini batırıyordu. Evliliğimin ardından giden ilkimin acılarıyla dolup taşarken uzandığım yerden zorlukla doğrularak yerdeki bornozu aldım ve tekrar üzerime geçirdim.
Ayağa kalkacağım sırada, "Nereye?" diyerek kolumdan tuttu ve bedenimi tekrat yatakla buluşturdu. Utanç tüm harelerimi istila ederken kalbimin sesi göğsümü deliyordu. Ne yapmıştım ben? Nasıl yapabilirdim böyle bir şeyi? Hani ondan kurtulacaktım? Böyle mi olacaktı? Peki bundan sonra ne olacaktı? Ben ondan kaçarken daha çok hayatıma giriyordu bu adam. İçimi çok az rahatlatan tek şey evli olmamızdı. Bana dokunacağını biliyordum zaten, onun teklifini kabul ederken olacak her türlü olayı da kabullenmiştim ve zor olası bir gerçek daha vardı; Miraç'a dokunan ilk bendim.
Kolları belime sarılırken zorlukla ona sırtımı çevirdim ve dolan gözlerimi gizledim. Neden çekip gitmiyordu?! Oldu işte istediği, neden beni rahat bırakmıyordu? Daha fazla dayanamayarak belime sarılı ellerini üzerimden itmeye başladım.
"Çekil." dedim hala onu iterken Yavaşça ellerini gevşetti. Biraz da olsa geri çekilmesiyle kalkacakken, tekrar kollarını sıkılaştırdı.
"Yerinden kalkma."
Sesi korkunç derecede sakindi. Asıl onun sakinliğinden korkmak gerekiyordu. Bunu en iyi ben anlamıştım sanırım. Bu adam tüm benliğiyle doğaya zıt biriydi.
"Ne düşünüyorsun?" Kısık bir gülme sesi ilişti kulaklarıma. Ona sırtım dönük olduğu için yüzünü görmüyordum. Şu an görmek de istediğimi sanmıyordum.
"Babanı mı?" dedi daha çok gülerken.
Belimdeki kolları iyice sıkılaşmıştı. Nasıl yapıyordu bunu? Hem gülerken hemde sinirli olmayı nasıl beceriyordu? Şu an bile gülmesinin sahte olduğunu yüzünü göremesem de biliyordum. Bedeninin gerginliğini yüzünden gizliyordu. Bir iblis gibi yüzüne gülerken arkasına sakladığı elinde ki kürekle, mezar kazıyordu.
"Merak ediyorum biliyor musun?" Nefesi boynuma çarparken kollarını daha çok sıktı. Bu canımı acıtıyor olmasına rağmen dişlerimi birbirine geçirmekten öte bir şey yapmadım. Gözyaşlarım ise yanaklarımdan bir bir kayarken yastığı ıslatıyordu.
"Yıllardır baban sandığın adamın, gerçek baban olmadığını öğrenmek nasıl bir duygu olduğunu çok merak ediyorum."
Söyledikleriyle birlikte derin nefesler almaya başladım. Neyden bahsediyordu? Ne demek istiyordu? Hayır, yine aklında bir şeyler üretmiştir bana acı çektirmek için. Yalan söylüyordu. Gerçek olsa bile benim babam böyle bir şeyi benden asla saklamazdı.
"Ne bu?" derken yüzümü ona doğru çevirdim. Bir yanım ondan korksa da ne demek istediğini anlamak istiyordum.
"Şimdi de bu yalanı mı uyduruyorsun?"
Bir kaç santim ötemde duran koyu gözleri kısılırken pür dikkat yüzümde dolaşmaya başladı. Ona inanmıyordum. Sırf bana acı çektirmek için söylüyordu bunları biliyorum.
"Aptal olduğunu biliyordum ama bu kadar da salak olduğunu bilmiyordum."
Kollarını vücudumdan uzaklaştırarak yatakta doğruldu ve ayağa kalktı. Bedenine bakmayarak ona tekrar sırtımı döndüm ve karşı pencereden görünen karanlık gökyüzünü izlemeye başladım.
"Baban sandığın adam senin gerçek baban değil. Bana inan ya da inanma, umrumda bile değil ama ben asla yalan söylemem. Bunu böyle bil."
Ayak seslerinden sonra açılıp kapanan kapının ardından içimde biriktirdiğim tüm hıçkırıkları serbest bıraktım. Bu doğru olamazdı. Benim babam yıllardır bana yalan söyleyemez.
Günlerdir bu evdeydim. Bir umut gelir beni kurtarır diye bekledim. O benim bu hayattaki tek kurtarıcımdı. Bizim birbirimizden başka kimsemiz yoktu ki. Neden gelmedi? Neden gelip beni almadı? Ben onun için herşeyimden vazgeçerken o neden beni umursamıyordu?
'Baban sandığın adam senin gerçek baban değil. Bana inan ya da inanma umrumda bile değil ama ben asla yalan söylemem. Bunu böyle bil.'
Söyledikleri bir çark gibi beynimde dolanıyor ve beni çıkmaz bir sokağa atıyordu. Ona inanmayan tarafıma aklım bir anıyı gösterirken yüzüme vuran acı gerçekle daha çok ağlamaya başladım.
* * *
Elimde ki karneye bakarken gülümseyerek eve doğru koşmaya devam ettim. İlk karnemdi bu benim. Annem ve babam bu karneyi gördüklerinde çok sevinecekler. Hepsi 'pekiyi' doluydu ve öğretmenim nazar boncuğu şeklinde bir yapıştırma eklemişti.
Eve geldiğimde kapının açık olması beni şaşırtsada umursamadan koşar adım eve girdim. Ayakkabılarımı hızla çıkarırken oturma odasından babamın bağırma sesi geldi.
"Allah kahretsin onu!"
İyi de o bu saatte evde olmazdı ki. Belki benim karnemi görmek için eve erken gelmiştir. Küçük adımlarım oturma odasına doğru yöneldi. Hâlâ gülümserken odaya girdim ancak gördüklerim beni olduğum yerde duraksatmıştı. Neler olmuştu burada böyle?
Her yer dağınıktı. Cam vazo ve sehpa kırılmış, eşyalar yerdeydi. Babam ise bir eli kulağında diğer eli pencere pervazında dışarıya bakıyordu. Sırtı bana dönük olduğundan beni henüz görmemişti.
"Gitti diyorum anlamıyor musun!? Ben ne yapacağım bundan sonra!? Bana para lazım! Bu velet başıma kaldı ve bana para yollamaya mecbursun!"
Derin nefesler aldığını inip kalkan sırtından anlamıştım. Kim gitti ki? Babam kiminle konuşup para istiyordu? Babamı ilk defa böyle görüyordum. Hiç bir zaman bu kadar sinirli olmamıştı. Hem annem neredeydi?
"Tamam," derken pencereden uzaklaştırdı bedenini.
"Söylediğin gibi kızı alıp buradan gideceğim. Or**nun nereye gittiğini biliyorsun. Onu sen hallet. Kızı benimle beraber götüreceğim."
Kulağındaki telefonu indirek bana döndüğünde gözleri irileşti. Beni gördüğüne şaşırmış ve telaşlanmış gibi bir hâli vardı.
"Baba neler oluyor? Annem nerede?"
Dudaklarımdan dökülen soruların ardından babam nefesini seslice verirken kaşları çatılmıştı. Gözlerindeki telaşın yerini sinir almıştı....
İşte o gün bugündür o sinir babamın gözlerinden bir an olsun silinmedi. O günden sonra benim gerçek hayatım başladı. Elimdeki karne parmaklarımdan kayarak yere düşerken içimdeki heyecanda sönüp gitmiş yere boylu boyunca uzanmıştı. O heyecan o evde öldü.
"Git eşyalarını topla çabuk! Gidiyoruz."
* * *
O günden sonra her yıl yeni bir şehire taşınmıştık. O gün yaşanan olayın üzerinde dursam da babamın cezalarıyla karşılaşıp geri adım atmayı bildim. Bu yüzdendi demek ki. Başına kaldığı velet bendim. O gün anlamalıydım ancak küçük bir kız çocuğu büyük bir gizemi nasıl çözebilirdi ki?
Miraç doğruyu söylese de bunu babamdan duymalıyım. Gerçek olduğunu bağıran beynime şimdilik susmasını söylerken yataktan doğrularak kalktım ve yavaş adımlarla banyoya doğru yürüdüm.
Bacaklarımın arasında ki sızıyı görmezden gelerek banyoya girdim ve üzerimde ki bornozu çözerek vücudumdan yere kaymasını sağladım. Bedenimde ki acının gitmesi umuduyla kendimi ılık suyun altına attım.
Başımdan akıp giden ılık su vücudumun gerginligini azaltırken, az önce ki yaşananları düşünmemeye çalıştım. Ama sadece çalıştım. Düşünceler öyle sinsiydi ki beynime dolamış olduğu sarmaşıklarının dikenlerini acımadan batırıyordu.
Düşünmek istemiyordum. Miraç ile birlikte oluşumuzu ve söylediklerini düşünmek istemiyordum. Ama bu sadace istememekle kalıyordu. Bazen insan bir çok şeyi istemese de yapmak zorunda kalıyordu. Kader bizi bununla sınıyor gibiydi.
Suyun rahatlattığı bedenimi duştan çıkararak bornoza tekrar sardım. Su iyi gelmişti vücuduma. Kasılı kalan bedenim biraz da olsa rahatlamıştı. Keşke her şey su gibi akıp gitseydi. Bedenimden geçsede acılar, ruhuma kazılıydı. O geçmezdi.
Banyodan çıkarak hızla kapıya doğru yürüdüm ve kapıyı kilitledim. Tekrar aynı şeyleri yaşayamazdım.
Hala bavulda duran kıyafetlerimden hızla iç çamaşırlarıyla birlikte bir kot pantolon ve kırmızı tişörtümü çıkararak üzerime giymeye başladım.
Üzerimi giydikten sonra ise yerdeki bornozu alarak banyoya yürüyecekken kapı kolu kıpırdadı. Tam da tahmin ettiğim gibi, onun geldiğini biliyorum. Zaten ondan başka kim gelecekti ki? Kapı birkaç kez daha zorlanırken umursamadan elimde ki havluyu banyoya bırakarak tekrar girdim odaya.
"Aç şu kapıyı!" Diyerek gür sesinin odaya ilişmesini sağladı. Ne çabuk sinirleniyordu bu adam?
"Zeliş aç şu kapıyı!"
Yavaşça kapıya yaklaşarak kilidi açarken parmaklarımın titrediğini farkettim. Vûcudumun ne hissettiğini görmesem farkedemeyecektim. Bu adam gittikçe beni hissizleştiriyordu. Beni değiştiriyordu.
Kilidi açmamla birden odaya dalarken irkilerek bir adım geriledim. Koyu gözleri sinirle bana bakarken göğsü hızla inip kalkıyordu. Sinirliydi. Çok sinirliydi. Eliyle alnını sıvazlarken gözleri üzerimde dolaşıyordu.
"Bu kapı eğer bir daha kilitlenirse... Yapacaklarımdan ben sorumlu değilim."
Sesi kendine öz bir sertlikte çıkıyordu. Yaptıkları yetmemiş gibi tehtit etmeside cabasıydı. Ondan öyle çok nefret ediyorum ki, bu yaptıkları nefretimi kabartıyordu. Ne var yani kapıyı kilitlediysem? Belki yalnız kalmak istiyorumdur?
Gözlerine uzun süre bakamıyordum. Ellerimi vücuduma sararken gözlerim yerde dolaşıyordu. Utanıyor hissime yenilerek gözlerimi kaçırırken dakikalar öncesi ile ilgili birşey söylememesi için yalvaracak gibiydim.
"Al şunu."
Yerde dolaşan gözlerim yukarı doğru tırmanırken elinde bana uzatılan bir telefona takıldı. Telefonun tanıdıklığı beynimde yeşeren bir filize neden oldu. Bu telefon benim telefonumdu!
Koyu gözlerine inanamazca bakmaya başladım. Ne değişti de bana telefonumu veriyordu ki?
"Al şu telefonu. İşim var, birkaç gün yokum. O yüzden veriyorum."
İçime çektiğim nefesi titrekçe dışarı verirken ona doğru yaklaşıp elinde ki telefona uzandım. Parmaklarımın arasına aldığım telefonu çekerken izin vermemesiyle kaşlarım çatılmıştı.
"Telefonun dinlemede. Ben haricinde başka biriyle konuştuğunu duymayacağım." derken tehtitkâr gözleri, gözlerime dikilmişti. En ufak bir yanlışımda beni acımadan öldürecek gibi bakan gözleri içimi titretti.
Başımı sallayarak onu onaylamamla telefonu almama izin verirken beklemeden arkasını dönerek açık kapıdan çıktı. Acelesi var gibiydi.
Tuttuğum nefesimi dudaklarımın arasından salarken gergin bedenimi rahatlıkla gevşettim. Ne işi olursa olsun yeterki benden uzak dursun. Hem birkaç gün de olsa rahattım.
O yoktu...
Elimde ki telefona gözlerim kayarken alt dudağımı dişlerimin arasına aldım. Birilerini arayabilirdim ama dinlendiğini söyledi. En azından şimdilik sakin ve rahat birkaç gün geçirmeliydim.
Karnımın gurultusuyla yüzüm buruşurken elimde ki telefonu pantolonumun cebine koydum ve adımlarımı odanın dışına yönelttim. Bu evde yalnız ve rahattım. Mutfakta kendime yemek hazırlayıp yiyebilirdim.
Merdivenlerden aşağıya inerken gözlerim etrafta dolaşıyordu. Evde çıt çıkmıyordu. Bu benim biraz daha rahat etmemi sağlarken mutfağa girdim ve karşıda duran buzdolabını açarak içini kolaçan ettim.
Dolabın içinde gezen bakışlarımı sinir duygusu sararken hızla dolabın kapısını kapattım. Yiyebileceğim hiç bir şey yoktu! Nasıl bir adamdı bu? Birkaç gün yokum derken bu kız ne yer diye düşünmedi mi?
Bende ki de soru mu? O adam düşünme özürlüsüydü. Bunca yaptıklarına rağmen beni mi düşünecek? Açlıktan ölmem onun işine gelirdi.Elimle alnımı ovalarken temiz hava almak için mutfakta bulunan diğer büyük boydan cam kapıya doğru yürüdüm. Bahçeye çıkıyordu bu kapı.
Elimle cam kapıyı yana doğru iterek bahçeye çıktım ve ilerde gördüğüm havuza doğru yürüdüm. Tıpkı ev gibi çok güzel bir bahçeydi. Etrafta gezen birkaç adam vardı. Miraç'ın başıma diktiği adamları olmalıydı.
Havuzun etrafında yanan ışıklar etrafa ayrı bir hava katıyordu ve bu insana ferahlık veriyordu.
Havuzun yanına geldiğimde esen rüzgarla kollarımı vücuduma sardım. Miraç'ın adamları bahçeye ilk çıktığımda gözleri bana değse de hemen çekmişlerdi.
Derin bir nefes daha çaldım temiz havadan. Ve sonra geri verdim. Gecenin saatinde bahçede ne için gezdiğimi ben de bilmiyorum ama temiz hava iyi gelmişti.
Bir süre sonra tekrar içeri girecekken gözlerime değen bir ışıkla gözkapaklarım kısıldı. Tam karşıdan ağaçlıkların arasından geliyordu sanki. Işık gözlerimi terk ederken daha net görmemi sağladı.
Ağaçların arasında siyahlar içinde biri vardı. Her kim ise, ondan gelen kırmızı lazer ışık üzerime doğrultulmuştu. Kimdi o? Ne yapıyordu? Aklımda yine sorular birikmeye başlamıştı.
Gözlerim kırmızı ışığı takip ederken, başımı eğerek üzerime baktım. Farkettiğim şeyle gözbebeklerim irileşti. Kalbim kulaklarımda atmaya başlamıştı.
Kırmızı lazer ışık tam kalbimin üzerinde duruyordu.
Gözlerimi ışıktan çekerek etrafa baktığımda Miraç'ın adamlarınında irileşmiş gözlerle bana baktığını gördüm.
Tam o an da telefonumun zil sesi kulaklarımdan içeri sızarken, sık nefeslerimin arasından titreyen elimi cebime atarak telefonumu çıkardım ve kim olduğuna bakmadan açarak kulağıma götürdüm.
"Sakın kıpırdama!" Miraç'ın yüksek ve telaşlı sesi telefonda yankılandı.
"M-Miraç." Titriyordum. Gözyaşlarım ise yine kendini göstermiş yanaklarımdan kaymaya başlamıştı.
"Neler olduğu biliyorum. Zeliş sakın kıpırdama!" derken derin nefesler alıp verdiğini telefondan gelen gıcırtılardan anlamıştım.
"Geliyorum."
"S-Senden," dedim fısıltı şeklinde çıkan sesimle. Derin bir nefes alırken konuşmamı sürdürdüm.
"Senden nefret ediyorum."
Kurduğum son cümlenin ardından vücudumda hissettiğim acıyla telefon parmaklarımın arasından kaydı. Sendeleyerek geriye doğru atılırken ayaklarımın altından gelen boşlukla vücudum ıslak soğukluğu hissetti.
Vücudumda hissettiğim acının üzerine kesilen nefeslerimle havuza düştüğümü anladım.
Sonunda bitiyordu herşey. Nefesim kesiliyor ve bedenimden akan kan suya karışıyordu.
Bu çektiğim son acıydı. O adamdan kurtuluşum böyle olacaktı demek.
Miraçtan kurtuluş yolu ölüm olacaktı.
Ve ben kurtuluyordum onun esaretinden...
* * *
BÖLÜM SONU...
Not; Lütfen yorum yapmadan geçmeyin :")
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro