Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

47.BÖLÜM

*Keyifli okumalar dilerim

Bölüm Müziği; Ahmet Kaya - İçimde Ölen Biri Var (Miraç'ı düşünerek dinleyebilirsiniz)

**

"Ben sende kendimi buldum, gidersen kaybolurum..."

Hayat bir oyundan ibarettir. Evcilik oyunu misali, sürdürür gidersin. Evin büyüğü tüm yükü omuzlar, eşin yuvayı ayakta tutar ve minik çocuklar eve huzur katar. Oysa, her şeyin bir sebebi vardır şu hayatta. Hiçbir şey boşu boşuna önüne geçmez. Karşılaştığın bir beden, canlı yahut cansız bir cisim, bir fotoğraf karesi, üzerinden geçtiğin kaldırım taşı, yollar, binalar, çiçekler, böcekler.... Uzayıp giden bir çok şey tekrar tekrar önüne çıkıp en nihayetinde sana dünü hatırlatacaktır. Kader çizer, hayat oynar. Dış cepheden izlemeyi deneyenler ise o oyunun içini kendi bakış açılarıyla yorumlarlar. Göz görür, kulak işitir, kalp hisseder ve zihin kılıflar uydurur.

Ve kimse o yuvanın içindekini tam olarak anlayamaz...

Bir ceviz düşünün. Kabuğu sert, taptaze bir ceviz. Onu kırıp içindekini ortaya çıkarmak istersin ve kırarsın da. Sonra... Sonrası bir hayal kırıklığı. Öylesine sert ve hoş duran cevizin bozuk olduğunu gördüğün an bir olgunluk daha yaşarsın. İşte o an yaşamı anlarsın.

Hayat işte bu kadar. Dünya bir ceviz kabuğu. Bizler de içinde ki, bilinmez bir tohum tanecikleri.

"Ben, Meral..."diyen ufak bir serzenişle kırılmıştı bir ceviz kabuğu ve bir hayat daha sunulmuştu insanoğluna. Genç adamın beyninde dağılan bu yakarış ise hissettiği tüm duyguyu çekip almıştı adeta.

Nutku tutuldu dedikleri bu olsa gerekti. Dengesi şaştı, içi burkuldu. Tüm kanı çekilmiş, eli ayağı tutmaz oldu. Karşında gördüğü kız kardeşiydi. Öyle yankılanıyordu beyninde bir ses, sürekli tekrar eden. Yüzünü inceledi usulca. Sonra kaşlarını, ufak burnunu, dudağını. Yavaş yavaş her harelerini incelerken saçlarına kısa bir bakış attı. Aklını yitirdiği şu vakitte nasıl normal olması gerektiğini bilemedi. Normallik neydi, bir kıpırtı sergilemesi, yaşadığı şu garip olayda kendine gelmesi gerekirdi. Oysa ne düşüneceğini, ne yapması gerektiğini bilmeden öylece durup ağır ağır izliyordu. Dudakları aralandı birara, sonra ne söyleyeceğini bilemeden tekrar kapattı.

Kalbi... Kalbi hızlanmaya başlamış, içine çektiği soluğu kesikleşirken zorlukla yutkunmaya çalıştı. Bakış açısını dinç tutmakta gittikçe zorlanmaya başladığında kısa bir an gözlerini sıkıca kapatarak başını iki yana salladı.

"Abi..." Meral, abisinin iyi olmadığını anladığı an ona doğru bir adım attığı sırada uzunca süren hareketsizlik sona erdi ve Miraç hızla sergilenen bir refleks ile geri çekilerek işaret parmağını ona doğru yöneltti.

"İnanmıyorum,"dedi dakikalar sonra sesli bir soluk alarak. Kızarık gözlerini kırpmadan doğruca Meral'e bakıyordu.

"Nereden bileceğim oyun olmadığını?" Bakışları sertleşti, düşünmeye çalıştıkça beyni iflas çekiyordu. "Kesinlikle oyun çeviriyorsun, hatta 'nuz'. Çeviriyorsunuz! Kim seni yolladıysa, söyle ona boşuna yollamış..."

"Oyun yok,"dedi kırık bir sesle başını iki yana sallayarak. "Yemin ederim oyun filan yok."

İstediği bu değildi. Şu an abisi karşında kanlı canlı duruyorken, ona içinden geldiği gibi sıkıca sarılmak istiyorken, öylece durup bir şeyleri kanıtlamak ağrına gidiyordu.
"Kanıtlayabilirim."

İnanmak, Miraç için o kadar zor geliyordu ki, bunca güvensizlik arasında yaşadığı olayların üzerinde tepinen bir gerçeği daha kaldırabileceğini sanmıyordu. Gözleri kararsızlıkla dolduğunda zihninde çalkanalan fısıltılar acı vermeye başladı. Bu his arttı. Kalbinin orta yerinde başlayan yangın tüm bedenine yayılmaya başladığında gece karası gözlerini etrafta kısa bir tur gezdirdi. Kirli oyunların arasında büyümüştü. Şimdi ise burada, çocukluğunun çığlıkları gizlenmiş çatlak duvarların arasından süzülüp karşına dikilen bir hayali dilek ne kadar can yakabilirdi? Lanet etti yaşantısına. Birine inanmak bu kadar zordu işte.

Zihni aksini söylese de kalbinde hissedilen tarifsiz hisse yenik düşerek, "Nasıl?" Diye sormaktan kendini alıkoyamadı. Ufacık bir umuttu beklediği ve bu istek çaresizlikle birlikte sesine yansımıştı.

Çoktan gözyaşlarına boğulan Meral, duyduğu cevapla mutlulukla gülümsediğinde eliyle ilerideki arabasını işaret etti. Ancak Miraç'ın başını iki yana sallamasıyla bir an korkuya kapılarak vazgeçtiğini sandı.

"O kadar uzun boylu değil. Kendi arabamla gelirim. Önden git, takipte olacağım."

Ve peşi sıra arabalarına yerleştiler. Meral hızlı ve heyecanla önde ilerlemeye başladığında Miraç onu dışardan yansıttığı duygusuzluğuyla takip etmeye başladı. İçinde yaşadığı savaşı kimseye yansıtmadan gözleri yolu izlerken telefonu aklına geldi ancak onu Emre'ye verdiğini anımsadığında dudaklarının arasından kısık bir küfür savurdu.

"S*keyim böyle işi..." Kaşları sinirle çatıldı. Önündeki arabayı takip ediyor, bir yandan da söyleniyordu.

Ya tuzaksa? Ya değilse? O zaman ne yapacaktı? Böyle bir şey olabilir miydi? O kız, gerçekten kardeşi olabilir miydi? Öyle bir şey varsa, yani gerçekten o kız kardeşiyse şimdiye kadar nerede olduğuyla başı çeken tonlarca soru birikiyordu zihninde. Öfkelendiğini hissettiğinde direksiyona sarılan parmaklarını zorlukla gevşetmeye çalıştı. Derin bir iç çekişle tek elini direksiyondan ayırdı ve saçlarını dağıttı.

Daha yarım saat bile olmadan bir cinayeti gözleri önünde izlemişti. Normalleşmesi şöyle dursun zihniyle bedeni arasında kaldığı ve sergilediği davranışların sorumluluğunu taşıyamıyordu. Şu an neden o kızı takip ettiğini bile anlayamıyordu.

Farklı bir yandan ise beyniyle kalbi arasında sıkışan bir kelime ve onun bağdaçladığı tonlarca hisler vardı. Zeliş. Düşünmemeye çalışıyordu lakin ruhu bir köşede oturmuş o anın gelmesini bekliyordu. Yüzleşmeyi. Bunu nasıl yapacağı hakkında ise en ufak bir fikri yoktu. Ona gitmek istiyor, nefesini ve kokusunu derinliğine kadar solumak istiyordu. Öylesine özlemişti ki, bunu dili itiraf etmese de adı zihninde yankılandığı her an kalbi hasretle tekliyordu. Kendisini nasıl karşılayacağına değinmek bile istemedi. İsterse vursun, kırdın, döksün. Acı biber sürmekle tehdit ettiği dudakları gerekirse küfür etsin. Yine de onu kolları arasına alacaktı. Tek bir geceye daha ondan ayrı katlanamazdı.

Ne olursa olsun şiir yazmaktan hallice, geceyi onun yanında geçirmekti niyeti.

Belki bir buçuk saat kadar bir sürenin ardından büyük bir villanın demir parmaklıklı kapısına yaklaştılar. Gündüz olmasına karşın kara bulutlar tepede dolanırken etrafa yansıttığı puslu hava tüm enerjik hisleri yok etmeye yetiyordu. Parmaklıklı kapılar korumalar yardımıyla sürüklenerek açıldı. Önden o kız arabasıyla bahçeye girdi. Miraç kısa bir an etraftaki korumaları cam ardından süzerek tanıdık bir sima yada ufak bir pusu belirtisi gösteren iz aradı ve çelişkiyle cebelleştiği saniyelerden sonra arabasını hareket ettirerek bahçeye giriş yaptı. Tanımıyordu. Hiç bir sima kendisine tanıdık gelmedi. Yine de... Umuttu içindeki şüpheyi körelten.

Kızın arabadan indiğini gördüğünde kendisi de beklemeden indi ve kapıyı sertçe kapatarak, usulca yanına doğru ilerledi. Kendisine bakan kızın gözleri parlıyordu adeta. İçindeki heyecanı, sevincini gözlerinden akıtan kız Miraç'ın aşık suratını görmezden gelerek gülümsedi ve,"Bu taraftan,"diye mırıldandı.

Kız önden tekrar gittiğinde arkasından adım sesinin gelmeyişiyle duraksayarak arkasını döndü ve Miraç'a baktı. Kaşlarını çatmış, huzursuz bir tavırla yerinden kıpırdamadan ona bakıyordu. Yüzündeki tebessüm silikleşti ve saniyeler sonra yok oldu. Abisi güvensizlik yaşıyordu.

"Buraya kadar geldin, içeri girmeyecek misin?"

"Buraya kadar gelmem bile hata."dedi Miraç terslercesine. Birkaç adım atarak kızın dibinde bitti. "Kanıt filan yok değil mi? Oyalıyorsun beni küçük aklınla."

"İstersen buna içeri girdikten sonra karar ver." Miraç başını kaldırıp koyu gözlerinin ardından ihtişamlı villaya göz gezdirdi.

"Ben niye içeri giriyorum? Burda kanıtla ne kanıtlayacaksan."

"Buraya kadar geldin. İçeri girmekten korkuyor olamazsın."dedi Meral anlamsız bir şaşkınlıkla.

"Eğer korkuyor olsaydım, bir ton korumalarla dolu bu bahçeye adım atmadan basıp giderdim."

"O zaman çekindiğin şey ne?" Bir şeyleri çözmeye çalışan genç kız, abisinin ifadesi gölgelenmiş gözlerini inceledi bir süre.
"Huzursuzsun."dedi durgun bir sesle.

Bahçenin ortasında durmuş, birbirlerinin gözlerinin içine bakarlarken onları uzaktan izleyen bir çift göz, cam ardından bile görmeyi kaldıramadığı acısıyla elini kalbine atmıştı. Kalp krizi geçirmesi an meselesiydi. Meral ise abisinin gözle görülür gerginliğinin ardına saklamaya çalıştığı huzursuzluğunu anlayışla karşılama derdindeydi. Derin bir nefes alarak dudaklarını ıslattı hızla ve bir adım atarak Miraç'a yaklaştı.

"Abimsin sen benim..." Kısık bir sele konuşurken dolmaya başlayan gözlerini kırptı. "Biliyorum kabullenemiyorsun, inanmıyorsun hatta ama sana bunu kanıtlamak zorundayım." Boğazında oluşan bir yumruyla yutkunmaya çalıştı.

Titrediğini yeni farkettiği elini abisinin eline doğru götürdü ve elini usulca tuttu. O an gözünden süzülüp giden göz yaşı, Miraç'ın donuk ifadesinin ardında bir savaş daha açtı. Bir karamsarlık vardı damarlarında dolaşan kararsızlığa nispeten. Elini tutunca elektrik akımı misali kalbine ilişen hislerle bir yıkım yaratan o karamsarlık ne yapması gerektiğini unutturuyordu.

"Sana bunu kanıtlamak zorundayım çünkü, abime sarılmak istiyorum. Bunca yılın hasretliğini yok etmek için sana sarılmak istiyorum. Çektiğimiz acıları dindirmek için sana, abime sarılmak istiyorum. Çünkü buna ihtiyacımız var..."
Parmaklarını zorlukla ayırdı ve yanaklarının hızla kurulayarak koyu gözlere tekrar baktı.

"Ama seni zorlayamam. Gitmek istiyorsan kimse sana engel olmayacak, bak kapı sonuna kadar açık."derken arkalarında kalan bahçe kapısına baktı. Demir kapı sonuna kadar açıktı. " Yine de içinde bir yerlerde hep bir 'acaba' olacak, bunu biliyorum. İstediğim kesinlikle bu değil. Ne istersen yapmaya hazırım. Test mi istiyorsun? Hangi hastanede istersen buna sen karar ver, ben kendimden eminim ve senden de eminim. Sen benim abimsin. Bunu sana kanıtlamak istiyorum ama burada olmaz. İçeri gelip kendi gözlerinle görmen gerek. Diğer yandan anlatılacak o kadar şey var ki..."

Yalvaran bakışlarla karşı karşıya kalan Miraç'ın yaşamış olduğu belirsizlik kendini yıpratmasına yol açtı. Bu her zaman böyle oluyordu. Bitti demeden bir yenisi başlayan dertleri katmerleşirken duyduklarını sindirmek, göreceklerini hazırlıklı karşılamak için sık nefesler alıyor eliyle yüzünü sıvazlıyordu. Kızın söylediklerinden etkilenmediğini söylese yalan olurdu ve yalan onun lügatında yer almazdı. Sadece hayatında bir istisna yapmış ve bu ilkini Ekrem üzerinde denemisti. İyi sonuçlar alamasa da kendi yönünden memnundu. Şimdi de bu kız, Ekrem'in ölümünün hemen ardından gelmesinin bir tesadüf olmasından şüphelense de garip bir hisse kurban giderek yalvarışlarına sessiz kalamadı ve ağırca başını sallayarak kabul etti.

Kızın gözleri dakikalar önce yitirdiği duyguları tekrar canlandırdı ve abisi kararını değiştirmeden hızla önden giderek evin kapısını çalmaya başladı. Heyecanı kapıya inen yumruklarından akarken, Miraç gözlerini devirmeden edemedi. Neyin içinde olduğunu bilmeden bu kızın isteğini karşılıksız bırakmamış olmasının arkasında farklı bir neden arayan zihni bir cümle sundu ona.

Miraç bir 'belki' ile yetiniyordu.

Belki de gerçekten kanıtlayabilirdi. Belki de bu kız onun yıllardır aradığı kız kardeşiydi ve Ekrem'den korkuyordu. O ölünce ortaya çıktı. Bilemiyordu. Artık ne düşüneceğini, ne şekilde hareket etmesi gerektiğini bilmiyordu.

Bir hizmetli tarafından açılan kapıyla Meral hızla içeri girdi ve abisinin girmesi için kapıyı sonuna kadar açarak içeri buyur etti. Dizginleyemediği heyecanı kalbinin atışını hızlandırıyorken, umursamadan abisinin içeriye -kendi evlerine ilk adımını atmasını izledi. Uzun ve büyük holde dururlarken parlayan bakışlarıyla hizmeli kıza döndü.

"Nerde?"diye sordu merakla dış kapıyı kapatarak.

"Salondalar efendim." Saygıyla başını eğerek bekleyen genç çalışan göz ucuyla içeri giren yabancıya baktı. Yabancıydı fakat birkaç defa evi temizlerken fotoğraflarına denk geldiğini hatırladı. Bu o adamdı. Büyük Bey'in dokunmayı yasakladığı foğraftaki yakışıklı adam. Miraç ise ne göreceğini yahut ne öğreneceğinin sabırsızlığını içinde tutarak salona doğru ilerleyen kızı saatlerdir olduğu gibi takip etti.

Adımlarını saydığını o an farketti. Dalgınlıkla, yada kaslarını ağrıtan bir gerginlikle yumruklarını sıktığını da. İçeri girdiğinde başını farklı yöne çevirmeden salonun ortasında duraksayan kıza baktı. Saatler öncesine kıyasla bu kez birilerine benzetmeye çalışmıyor, nedenini sorguladığı yaşantısını düşünüyordu. Bırakmak istediğini hissetti o an.

Yaşadıklarını geride bırakmayı.

Peki buna kendisi izin verse bile kabusları izin verebilecek miydi? Nerden varmıştı şimdi bu kınıya. Yorgunlukla yutkunduğu sırada duyduğu akülü sandalyenin sesiyle puslaşan görüntüsünü gidermek için gözlerini kırpıştırarak ona doğru dönüp bakan kıza kaşlarını çattı. Ne diye gülümsüyordu bu kız?

"Ee, nerede kanıtın?"dedi kuru bir sesle huysuzca. Derdi bir an önce şu saçmalığı bırakıp eve gitmekti. Meral çenesinin ucuyla sol tarafını işaret ettiğinde Miraç sabırsızca sola doğru çevirdi başını.

"Orada..."

Sessizlik.

İçsel bir acı.

Onunla birlikte ruhunun çocuklaşması. Günlerdir kabusu olmuş, gözlerinin önünde belirir olmuştu. Şimdi ağlıyordu o çocuk. Haykıra haykıra. Belki bir umut sesini duyarlar diye, sonradan pes edip suskunluğu sahipleneceğini bilmeden. Adım adım dehşete dönüşen çehrenin sahibi gördüğü bedenle kasılıp kalmıştı bulunduğu yerde. Gözbebekleri irileşmiş, beyninde büyük bir sarsıntı oluşmuştu. Saatler önce hissettiği duygunun tonlarca fazlasını yaşıyordu.

Kız kardeşinin gerçekten o olup olmadığını bilmiyordu ancak, karşında duran bu adamı tanıyordu.

Bir inançsızlıkla, hayal ile gerçekliği karıştırdı. İçini delip geçen depremle sarsıldığının, hatta titrediğinin farkına varamazken geriye doğru sarsak bir adım attı. Bedenini ayakta tutmaya zorluk çekiyor, dayanacak bir duvar arıyordu. Çevresi kızarmaya başlayan gözlerini çekti akülü sandalyede oturan adamdan. Kendisiyle aynı gözleri taşıyan adama daha fazla bakmaya dayanamazken, boğazını yakan bir acıyla yutkunmaya çalıştığında başarısız kaldı.

"O- Oğlum..."

Yılların özlemiyle fısıldayan tanıdık ses kulaklarından içeri sızdığında o an kabullendiği gerçeklik başından aşağı kaynar su misali aktı. Karşında babası duruyordu. Ellerini yüzüne atarak halsiz bir tavırla sıvazlarken, geriye doğru bir adım daha attı. Yorulmuştu. Tüm bu olanları yaşamaktan, yaşadığı bu olayların getirdiği histen bitap düşmüştü. Düşünmekten yorulur muydu insan? Kulakları uğulduyordu adeta.

Onun ölmediğini daha önceden öğrenmişti zaten, lakin onu ararken bir anda karşına dikilmesini beklemiyordu. Hele ki böyle bir günde asla beklemiyordu ve bu hissi hiç sevmedi. Hayatının sonunu yaşarcasına dakikalar, saniyeler sonra ne olacağını bilmiyordu. Her anı değişiyor farklı dertler omuzluyordu ruhu. Ve bu belirsizlik canını sıkıyorken, artık tüm bu olanlardan yorulduğunu farketti.

Babasının ona seslenmesine karşın sadece sustu. Ona bakmıyor, ellerini ensesi ve saçları arasında git gel yaparak ne yapacağını düşündü. Hareketlerinin bile farkında değildi ki artık kanıtıyla sunulan bir kız kardeşi vardı hemen yanında dikilip onu izleyen. Sonra... Gitme istediyle tutuştu bedeni. Tek kelime etmek istemedi, çekip gitmenin ateşiyle soluklanmaya başladı ciğerleri ve hızla arkasını dönerek salonun çıkışına ilerledi.

"Abi, dur!" Ardından seslenenleri duymazdan gelerek ilk önce salonu ve hemen sonra sert adımlarıyla evi terk ederek bahçeye çıktı.

"Sana anlatmamız gereken şeyler var! Öylece gidemezsin! Abi... Lütfen dur!..."

Arabasına doğru ilerlerlerken arkasından koşturan kız kardeşinin seslenişlerine kulak tıkadı. O an bir şey daha oldu. Nefretini tetikleyen belirsizlik tekrar önüne bir gerçek daha sundu. Tam arabanın kapısını açmış, bineceği sırada bahçeye tanıdık bir arabanın girdiğini görmesiyle hareketleri anında kesildi.

Koca bahçenin ortasında duran arabadan inen tanıdık beden, Miraç'ın tüm duygusunu toprağa savurmuş, yerine yüklü miktarda bir öfke enjekte etmişti. Bunca yorgunluğunun gerisinde hissedilen ihanet, kalbine bir kor düşürmüştü. İçinde yeşeren bu öfkeyi tanıyordu. Saatler önce bir cesedi ardında bırakıp gelmişken, hârelerini yakan ateş koyu gözlerinden aktı. Öfke büyüdükçe büyüdü. Sanki onu kendisine biri yollamıştı ve hıncını, sinirini üzerinde çıkarmasını istiyordu.

Ragip ise, onu burada görmeyi bekler gibi hiç bir duyguyu yansıtmayan irislerini koyu gözlerden ayırarak başını eğdi ve onlara doğru ilerledi. Bir gün bunların olacağını biliyordu. Sadece bu kadar zorlanacağını bilmiyordu. Miraç, açtığı kapıyı sertçe gerisin geri örttü ve kendisine gelmekte olan Ragip'e doğru hızla ve belki de koşarcasına ilerleyerek öfkesini biriktirdiği sağ yumruğunu karşındaki dostu bildiği adamın yüzüne geçirdi. Meral'in çığlığı bahçeyi inletirken, hayatında yemediği sert bir yumrukla yere devrilen Ragip'in burnundan oluk oluk kanlar akmaya başladı.

"Biliyordun!" Diye soludu öfkeyle Miraç. Tek bir yumrukla kalmadan yere boylu boyunca uzanan Ragip'e bir tekme daha savurdu. "Biliyordun ve bunca yıldır sakladın! Kimsin lan sen! Kim!"

Dinmeyen öfkesiyle üzerine çökerek yumruklamaya başladığında ağıza alınmayacak küfürler savuruyor, ihanetinin bedelini sert darbeleriyle ödetiyordu. Ona güvenmişti. Emre'den sonra gelen tek adamı, tek sırdaşıydı. Onun da sırları olduğunu biliyordu ancak bunun kendisiyle alakalı olmadığını, ailevi meseleler olduğunu sanıyordu. Oysaki onu salak yerine koyarcasına bunca yıldır yanında durmuş, arkasından iş çevirmişti!

"Abi dur,"diyerek ayırmaya çalışan Meral güçsüzlükle geriye savruldu Miraç tarafından. "Abi lütfen dur. Yaralı görmüyor musun?! Abi..."

Öfkesi gözünü köreltmiş, şimdi patlama aşamasındaydı genç adamın ve bunu kimse durduramıyordu. Ragip ise tek bir karşılık bile vermeden, kendini savunmadan öylece duruyor ve izin veriyordu ona. Ne yapabilirdi ki? Hak ediyordu tüm bu darbeleri. Varsın böyle rahatlatsın kendini, tek kelime dökmeye dili varmazdı. Diger taraftan ise deliye dönecekti genç kız gördüğü kanlarla. Etrafındaki korumalar baktı hızla.

"Ne duruyorsunuz?! Ayırsanıza!"

Korumalar gelen emir ile zorlukla Miraç'ı geriye çektiklerinde küfürlerini savurmaya devam ediyor, kendisini saran kollardan kurtarmaya çalışıyordu.

"Bırakın lan!"diye bağırdı kendisini tutan adamlara dönerek. Elini, kolunu kurtararak diğer korumalar tarafından ayağa kaldırılan Ragip'e döndü tekrar.

"Nasıl yaptın lan bunu?" Öfkeliydi evet ama öfkesinin ardında saklanan kırıklığı Ragip eliyle kapmış gibi almıştı. Susarak başını eğdi sadece.

"Yirmisinde bile değildin seni bulduğumda." Dalga geçercesine güldü Miraç. "Pardon. Senin beni bulduğunda." Cümlelerinde imâ gizliydi. "Beraber büyüdük. Gerektiğinde aynı tabaktan yemek yedik lan! Aynı masada oturduk. Lan çatışmalarda bile sırt sırta verdiğimiz oldu!" Sesli bir soluk vererek gözlerindeki cayır cayır yanan ateşle eski dostuna baktı.

"Onları deli gibi aradığımı, ne zorluklar çektiğimi sen gördün... Meğer içten içe gülüyordun o halime."

Ragip eğdiği başını hızla kaldırarak itiraz edercesine iki yana salladı. "Abi, öyle değil-"

"S*ktir git."diye keskin bir sesle kesti cümlesini. "Bundan sonra ne masamda, ne de ardımda. Ne ölüme, ne dirime."

Seçimler hep bir sonuca bağlanırdı. Ragip'inde seçtiği bu seçim öyle bir sonuç yaratmıştı ki, ikinci ailesi bildiği adamı kendi elleriyle kaybetmişti. Omuzları çöktü, gözleri buğulandı. O hayatında kolay kolay ağlamazken, şimdi kendini bir bebek gibi hissedip oturup ağlayacak hissediyordu. Ona arkasını dönerek ilerleyen adamın bir daha güvenini kazanamayacak, sırt sırta verdiği mücadelede yanında olamayacaktı. Biliyordu, Miraç buna bir daha asla izin vermezdi.

"Üzülme,"diye fısıldadı Meral hemen yanında omuzuna dokunarak."Şu an hissettiklerini ve öğrendiklerini sindirmesi gerekiyor. Bu yüzden de zamana ihtiyacı var... Başına ne oldu? Kanıyor."diyen kız ile saatler önce yaşadığı olay aklında canladı.

Arabasına binerek bahçeden çıkmakta olan adamı durdurup ona karısının, bir suikastın ortasında kaldığını söylemesi gerekiyordu ancak birden bunu söylemekten vazgeçti. Yeterince yıkılmıştı adam. Bir de bu olayı duyup iyice delirmesini istemedi. Zaten öğrenecekti, en azından şimdi değil. Omuzunu okşayan Meral'e kısa bir bakış attı. Burnundan ayrı, ensesinden boynuna doğru süzülen kana ayrı bakıyorken, omuzunu kızın dokunuşlarından sertçe çekerek eve doğru ilerledi.

Miraç ise öfkesini hala atabilmiş değildi. Bir yandan bağırıyor, elini direksiyona geçiriyor, bazense saçlarını yoluyordu. Büyük bir krizin eşiğinde dolanan ayak sesleri zihninde dolaşırken çok sürmeden uçurum dibinden birkaç metre uzak bir arazide tozu dumana karıştırarak arabayı durdurdu. Beklemeden sık soluklarının arasından bağaja doğru gitti ve içini açarak eline bir demir sopayı aldı. Sürekli bir ihtimalle arabanın bağajında taşınan demir sopa bugün işine yarayacaktı.

Avucunda tuttuğu sopayı sıkıca parmaklarına hapsederken göğsü hızla inip kalkıyor, esen rüzgar ciğerlerini yakıyordu. Arabanın önüne doğru ilerledi ve hiç bir duraksama yaşamadan öfkesini kusmaya başladı. İlk darbe ön cama indi. Sonra söför koltuğu tarafında bulunan cama ve tekrar tekrar ilerledi bu. Serzenişleriyle inleterek durmaksızın camları, aynaları paramparça ediyorken, ruhunun yorgunluğu bedenine yansımaya başladı.

Yeri göğü inletiyordu veryansınları, kırılan cam parçalar ise onun hayalleriydi.

Dakikalarca süren bu vurma kırma eylemi tüm sinirini, öfkesini alıp götürmüş gibiydi sanki. Ruhuna, bedenine iyi geldiğini hissetti. Soluk soluğa, ter içinde kaldığı sırada duraksayarak birkaç adım geriledi ve kızarık, gece karası gözlerinin ardından eserini inceledi. Araba bir hârabeden farksızdı artık.

Tıpkı kendisi gibi.

Elindeki demir sopayı gelişi güzel kurumuş toprak üzerine attı ve yorgunlukla dizlerinin üzerine çöktü.

Bitmişti artık her şey. Kendisiyle birlikte...

****

"İnanamıyorum ya nasıl paylaşırlar bu videoyu. İğrenç." Dilâ yüzünü buruşturduğunda gözlerimi devirerek oturduğum tekli koltukta geriye yaslandım. "Dur bak açıklamayı okuyorum."dediği sırada sızlayan göz kapaklarımı ovuşturdum.

"Dilâ, yeter. Haber sunucusu olmaya bu kadar meraklıysan neden bir Pastane dükkânı açıyorsun?" Evet saatlerdir haber sitelerinde geziyor, magazin ayrı, son dakika haberlerini ayrı izleyerek bana anlatıyordu. Bunalıma girmeme saniyeler kalmıştı.

"Ya bir dur kızım, bak bu çok ilginç. Videoda ses filan yok, yabancı bir siteden paylaşılmış ve bu bayağı tutulmuş. Saatlerdir herkes bunu konuşuyor. Tüm sosyal medya çalkalanıyor bu videoyla ama sen merak etme ben senin geride kalmana izin vermeyeceğim. Okuyorum bak..." İlk öncesinde onu pek dikkate almasam da duyduklarımla kaşlarım çatılarak olduğum yerde doğruldum ve odağımı Dilâ'ya verdim.

"... 'Kendini Horoz Zanneden Lavuğun Sonu; Tek bir cümleyle bilinmez bir siteden paylaşılan bu görüntünün ardından, bir çöp konteynerında cesedi bulunarak, otopsi raporu için hastaneye götürülen Ekrem Ç.(54). için araştırmalar başlatıldı. Daha öncesinde Mafya adı altında bir çok düşmanı olduğu bilinen Ekrem Ç.'nin bir intikam uğruna vahşice katledilerek ortadan kaldırıldığı söyleniliyor. Bunu kimin yapmış olduğu ise henüz bilinmemekle birlikte cesedin üzerine bırakılan kimlikten yola çıkarak Ekrem Ç.'nin ailesine ulaşılmaya çalışılıyor...' Ekrem Ç.? Bu ne ya neyi gizliyorsun arkadaşım soyadını saklayarak? Baş harfini de verme o zaman değil mi yani?."

"Ver bakayım şu videoya."dedim elimi uzatarak elinden telefonu kaptığım gibi açıklamayı geçerek videoyu izlemeye koyuldum.

Gördüklerime irileşen gözlerim daha ilk dakikadan neyin ne olduğunu çözmüştü. Videodaki tahmin ettiğim gibi Ekrem Çetiner'di. Dilâ açıklamayı okumaya başladığı sırada bir tahminde bulunsam da görmeden inanmak istemedim ancak elimdeki telefonda canlanan görüntü dehşet içeren bir cinayeti canlandırıyordu. Ellerim titremeye başladığında zorlukla telefonu ortadaki sehpanın üzerine bıraktım ve ayağa kalkarak mutfağa doğru ilerledim.

Miraç dediğini yapmıştı en sonunda. Bitmişti şimdi gerçekten. Dezgaha yaslanarak surahiden bir bardak su doldurdum kendime ve bir yudum alarak dezgaha indirdim bardağı. Ne düşünmem gerektiğini bilemiyordum. Ona kızmak geçiyordu içimden ancak bir yanım yaşadığı acıyı göz önüne alarak susuyordu suçlu gibi. Belki de suçluydum. Onu durduramadığım için.

"O videodaki Ekrem denilen adam, senin baban olan..." Dilâ'nın ardımdan gelen kısık sesiyle yavaşça ona doğru döndüm.

"O adam benim babam filan değil." Sesim benden bağımsız güçsüz çıkmıştı. Böylesine oyunlar kuran ve benide bu oyunun merkezine oturtan adam, benim babam olamazdı.

"Yani o zaman... Videoyu paylaşan Miraç enişte?" Kaşlarımı çattım.

"Tek sorun bu mu?"dedim anlamsız bir hissi taşıyan sesimle.

"Bir katili saklıyoruz farkında mısın?" Dudaklarımın arasından oflarcasına bir soluk vererek şakaklarımı ovalamaya başladım.

"Şaçmalamaya başladın Dilâ. Bunu yapan Emre de olabilirdi? O zaman da ona Katil damgası yapıştıra bilecek miydin?"dediğimde gözlerini irileştirdi.

"Ay ne olur olmasın... Öyle olsa tutamazdım ki ben içimde, mutlaka birilerine deyiverirdim, ama enişteden korkuyorum. Düşmanına bunu yapan bana ne yapmaz. Bir defasında dilimi kesmekle tehdit etmişti ve gerçekten yapacak gibi bakıyordu." İnanamazca ona bakarken daha ne kadar saçmalayacağını merak ediyordum. Gerçi Dilâ'dan bahsediyorduk, saçmalamanın sınırı yoktu.

"Emre'yi arasana."dedim söylediklerini geçiştirerek. Başını sallayarak eline ne zaman aldığını bilmediğim telefonuyla birkaç tuşa basarak kulağına götürdü.

Bir süre sonra indirdi kulağından telefonu. "Açmıyor,"derken dudaklarını büzmüştü. "Miraç enişte şimdi eve gelir mi dersin?"

Bilmiyorum der gibi omuz silktim. Gelmesini istiyor muydum onu bile bilmezsen, sessiz kalmayı tercih ettim. Kırılmıştım ona. Hemde çok fazla. Günlerdir bir haber bile vermeden çekip gidiyor, istediği vakitte gelip hiçbir şey olmamış gibi davranmayı düşünüyordu ancak bu kez eve gelirse bunu yapmasına izin vereceğimi sanmıyordum. Onu nasıl karşılayacağımı hiç düşünmedim, ya da nasıl davranmam gerektiğini. Doğaçlama yapardım muhtemelen fakat kolay affetmeyecektim.

"Ben gitsem iyi olacak. Bu eniştenin adamları hepsi mi kendisine benzer diyeceğim de çok şükür Emre kibar bir beyefendi oldu çıktı benim sayemde. Ragip'in tavrını hiç beğenmiyorum."dedi yüz buruşturarak. "Kaba saba bir adam."

"Ama bugün benim hayatımı kurtardı o kaba adam." Kollarımı göğsümde bağlayarak kaşlarımı kaldırdım.

"Öyle ama bu beni kolumdan sürükleyerek buraya getirip sana göz kulak olmam için tehditler yağdırdığı gerçeğini değiştiremez."

"Endişelenmişti."dedim bir anda. Sonra bunu neden söylediğimi düşündüğümde beni kurtardığı an gözlerinde gördüğüm endişeyi hatırladım.

O an kendini bana siper etmişti. Canını önemsemeden, kırık camların ölümcül yerlerini kesme ihtimalini düşünmeden arabanın arka koltuğuna bedenim uzanmışken, üzerime doğru hızla eğilmiş ve savrulan camlarla arama girmişti. Öyle bir şok yaşamıştım ki, korkudan sesim çıkmaz olmuştu. Donup kalmıştı bedenim. Onun ise gözlerinde bir anlık peydahlanan endişe saniye bile sürmeden görülüp kaybolmuştu. Kesilen silah seslerinin farkına varmadan öylece ona bakarken, onun boynundan süzülüp göğsüme damlayan kan ile kendime gelmiş ve, "Yaralandın,"diye fısıldamıştım.

Üzerime doğru eğildiğinden koltuğa yasladığı elini kaldırarak başının arkasına dokunduğunda yüzü buruştu. Ardından tekrar bana bakmadan geriye çekilerek arabadan dışarı doğruldu ve etrafı kontrol etti. Kendisi de dalgın, bir o kadar düşüncelere boğulmuş gözükse de ne yapması gerektiğini biliyor gibi hareketlerini sergiliyordu.

Sonrasında benim boşluğuma karışan sersemlilikle ne zaman eve geldiğimizi hatırlayamamıştım. Beni salona kadar getirmiş ve tek bir cümle kurmadan dışarı çıkmıştı. Dakikalar geçtikten sonra ise zil çalmıştı ve Dilâ'yı zorla buraya getirdiğini anlamıştım. Şimdi ise o da ortalıklarda yoktu. Acaba yarasına baktırmış mıdır? Benim yüzümden birilerine zarar gelmesine katlanamıyordum. Neden önüme geçtiğini de düşünüp dursam da bir türlü çözemiyorum. Ben, onun benden nefret ettiğini sanıyordum.

Oysa, düşünceme sert bir çizik artırmıştı bugün.

"Zeliş,"diye seslendi Dilâ beni düştüğüm zihin çukurundan çekip alarak. Üzerine mor renkli ceketini almış bana bakıyordu.

"Ben gidiyorum ama seni de bu halde nasıl bırakacağımı bilmiyorum."

"İyiyim ben, gidebilirsin. Zaten korumalar doldurdu evin etrafına Ragip. Aklın kalmasın." Beni umursamadan sinirle başını sallayarak telefonunu tekrar eline aldı.

"İyiyim demek adettendir... Göstereceğim ben sana Emre telefonunu açmamak neymiş..." Sinirle söylenerek yanıma geldi ve bana sarıldığında bende ona sarıldım. "Saat geç olmadan gideyim." Geri çekilerek gülümsedi. "Enişte geldiğinde beni burada görmesin. Yeminler olsun ki beni buraya gömer."

İstemsizce güldüğümde Dilâ hakkında söylediklerini anımsadım. Onu gerçekten bu evde istemiyordu. Hatta evin adresini bile vermemi istemiyordu.

"Teşekkür ederim Dilâ." Geriye doğru ilerleyerek ellerini ceketinin cebine geçirdi ve gülerek göz kırptı. "Ödeşiriz bebeğim, hiç dert etme sen."

"Deli."diye söylendim mutfaktan çıktığı sırada ve hemen ardından gelen bağırtısıyla başımı iki yana salladım gülümseyerek.

"Ben de seni seviyorum!" Sonrasında açılıp kapanan kapı sesiyle tekrar sessizlikle baş başa kaldık.

Korkuyor muydum bilmiyorum. Başka biri olsaydı yerimde muhtemelen korkardı. Ancak o silahlı saldırıdan sonra Ragip'in kapıya korumalar dizdiğini görmek içimdeki korkuyu çekip almıştı. Miraç yoktu ve Ragip bugün olmasaydı o kurşunların arasından nasıl sağ çıkacağımı hiç bilmiyordum. Üstelik üzerime saçılan camlardan bile korumuştu beni. Saçımın teline zarar gelmeden kendi canını ortaya koymuş ve beni korumuştu. Belki de Miraç, beni koruması için peşime taktırmıştı onu. En çok da bunun için kızıyordum Miraç'a. Beni başkalarına bıraktığı, emanet ettiği için.

Derin bir iç çekerek yaslandığım dezgahtan ayrılarak kapıya ilerleyeceğim sırada çalan zil sesiyle olduğum yerde birkaç saniye durdum ancak Dilâ'nın bir şey unuttuğu düşüncesiyle dış kapıya doğru ilerledim. Başka kim olabilirdi ki? Kapı deliğinden bakma gereği duymaksızın beklemeden kapıyı açtığımda karşılaştığım bedenle olduğum yerde öylece kaldım.

Başka kim mi olabilirdi demiştim?

Zihnimin bir köşesinde saklı bir dilek ile görmeyi beklediğim bir adet Miraç olabilirdi ancak kesinlikle onu bu şekilde; sarhoş olmuşcasına dağınık, yıkılmışcasına yorgun, ağlamışcasına gözleri kızarık beklemiyordum. Bakışlarından akan yoğun yorgunluğu iliklerime kadar hissederken elim kapı kolunda kalakalmıştım. Onun da sesi çıkmadı. Suspus olmuş bedeni, çökük omuzlarıyla durmuş gözlerime bakıyordu.

Yardım ister gibi...

Onu karşımda gördüğüm an günlerce varlığını unuttuğum yüreğim kendini göstererek teklemeye başladı. Aldığım nefesler sıklaşmaya başladığında titreyen elimi kapıdan uzaklaştırdım. Şu an sarılmak geçiyordu içimden. Koşup kollarına atılmak, özlediğim kokusunu derinlerime kadar çekmek. Parmaklarımı yumuşacık saçlarına daldırmak vardı şimdi. Özlemle dolan gözlerimi kırpıştırmaktan öteye gitmezken, tir tir titreyen elim sıkı bir yumruğa dönüştü. Zorlukla durdurdum kendimi ve hiç bir kelime dilime almayarak geriye doğru usulca bir adımda bulundum. Sonrasında arkamı dönerek salona doğru ilerlemeye başladım.

Yaptığım belki de saçmalıktı ancak kırgındım ona. Gittiği yere beni götürebilirdi, yahut arayabilirdi. Hiçbiri değilse bile ufacık bir mesaj bile atabilirdi, iyi olduğuna dair. Demek ki haber vermeye değer bulmuyordu beni. Değilse bile böyle düşünmemi o sağlıyordu.

Derin bir nefes alarak boydan cama doğru ilerledim ve dışarıyı izlemeye başladım. Arkamdan gelen adım seslerini duyabiliyordum. Birkaç adım atıyor, sonra duraksıyor ve tekrar bir adım daha atıyordu. Sarsaktı adımları, iyi değildi. Geriye dönüp ona bakmamak için kendimi zor tutuyorken kollarımı göğsümde gerginlikle bağlayarak tırnaklarımı derime geçirdim.

"İyi misin?..."diye kısık sesini duyduğumda kaşlarımı çattım. Yine de dönüp bakmadım ona. Geceyi üzerine örten bulutlar daha cazip geliyordu-her ne kadar aksini söylese de kalbim.

"Dışardaki korumaları görünce..." Sustu bir süre sonra devam etti. "Onlardan biri söyledi. Silahlı saldırı olmuş. Sana bir şey oldu diye aklım gidiyordu." dedikten hemen sonra çok kısık bir küfür savurdu dudakları arasından ancak pek duyduğum söylenemezdi.

'S*ktiğim beyni çok yerinde sanki.'

"Ragip... O kurtarmış seni." Yalan söyledim. Tamam ardımdaki adam günler sonra buradayken geceyi izlemek pek de keyif vermiyordu. İstifimi bozmadan ona doğru döndüm. Ne ara bu kadar yakınıma gelmişti bu adam? Sakin ol kalbim, şimdi zamanı değil. Ne kadar başarılı olduğumu bilmesem de ifadesizliğimi koruduğuma inanıyordum.

"Rol yapmana gerek yok. Umrunda olmadığımı biliyorum." Dedim kuru bir sesle. Kaşları çatıldığında tekrar konuşacağını anladım ama izin vermedim. "Tüm yalvarmalarıma kulak tıkayarak ardına bakmadan çekip gitmekle bunu kanıtladın zaten."

"Haklısın."dedi yorgunca başını sallayarak ve birkaç adımda tamamen dibimde bittiğinde gittikçe sesi yükselen kalp atışlarımı dizginlemekte zorlandım. "Ardımda bırakarak düşmanlarıma senin ne kadar umurumda olmadığını göstermiş oldum. Ancak görüyorum ki, bu sadece sende işe yaramış."

Dişlerimi sıktım sinirle. Duyduklarımı sindirmekte beynim gittikçe ağırlaşmaya başlarken kalp kırıklığından kopup gelen bir acı tüm bedenimi yasa buladı. Ters tepen acı yüreğimi yakarken hırsla bir an bile düşünmeden elimi kaldırarak Miraç'ın yanağıyla buluşturdum. Bir cesaretle yapmış olduğum şey hiçbir pişmanlık yaratmazken, geriye doğru atmış olduğum adımı tekrar öne doğru atarak yüzümü yaklaştırdım yüzüne.

"Sen hayatımda gördüğüm en vurdum duymaz adamsın."

Öfkeyle soluyarak yanından geçip giderken, yüzünden geçen şaşkınlık öyle kısa sürdü ki attığım birkaç adımdan sonra kendimi kollarının arasında buldum ve saman alevi misali yanıp sönen öfkem saniyesinde yüreğimde garip bir nahoş duyguya dönüştü. Kollarını karnıma sarmışken, sırtım hasretliğiyle tutuştuğu, sıcaklığıyla sarhoş eden göğsüne yapıştı. Yüzünü saçlarımın arasına, ordan boynuma doğru gezdirirken kokumu derince içine çektiğini hissettim.

"Çok özlemişim..."diye fısıldadı boğukça. Gözlerim kapandı sımsıkı, parmaklarım avucuma gömüldü. Ağlama isteği doğmuştu yüreğimde, boğazımda bir yumru birikti.
"Sesini... Kokunu... Eşsiz birisin sen kadın..."

"Özleseydin arardın."dedim kırık bir sesle mırıldanarak. "Defalarca seni aradım, açmadın. En sonunda komple kapattın telefonunu, ulaşamayayım diye mi?."

Boynuma bastırdığı dudaklarıyla birlikte yumruk şeklini alan ellerim kendiliğinden gevşeyerek karnıma sarılan kollarının üzerine yerleşti. Elleri bile sıcaktı, yanıyordu teni.

"Giderken dönüp bakamadım gözlerine, eğer baksaydım... Eğer baksaydım gidemezdim güzelim..." O an tutamadığım bir damla yaş süzülüp aktı sol yanağımdan. "Açsaydım telefonu, sesini duysaydım eğer... Dayanamaz gelirdim."

"Gelseydin." Sesim boğuk çıkarak ağladığımı ispat ettiğinde bir kez daha bastırdı dudaklarını boynuma. Dudaklarının bile alev topu kadar yakıcı olduğunu düşünecek kadar delirmiş miydim ben bu adam için?

"Gelemezdim. Her şey son bulmadan olmazdı." Yaşattığı stres ile birlikte bir sinir atağı vücudumu ele geçirmek isterken kollarını itmeye çalıştım.

"Bırak."dedim burnumu çekerek seslice solurken. "Bırak dedim." Kollarını zorlukla ayırdıktan sonra ona doğru dönerek çatık kaşlarımın altından ışıltısını yitiren gözlerimi onun kara gözlerine diktim.

"Başın göğe erdi mi? Yada şöyle söylemeliyim, için rahat etti mi?" O video tekrar canlandı gözlerimde. Kesik kesinti, tam net değildi ancak köpeklerin görüntüsü vahşi bir cinayetin izini gözler önüne sermeye yetiyordu. Hak ettiğine dair tek kelime edemezdim ancak hak etmedi de diyemezdim o adam için. Susma hakkımı kullandım.

"O adamı öldürünce, alev alev yanan yüreğin biraz olsun soğudu mu?"

Gözlerini kırpmadan gözlerime bakarken dişlerini sıktığını farkkettim. Baygın bakıyor, ayakta durmaya zorluk çekiyordu. Günlerdir uykusuz olduğuna dair yemin edebilirdim gözlerinin kızarıklığını gördükten sonra. Yine de söylediklerimden dolayı sinirlenmişe benziyordu.

"Hak etmişti!"dedi kelimelerinin üzerini bastıra bastıra.

"Adaleti sen sağlayamazsın. İsteseydin, onu içeri ömür boyu tıktırabileceğini biliyorum. Ama öldürmek senin için daha kolay geldi."

"Yaptıklarının aynısını, hatta misliyle yaşaması gerekiyordu! Yaşadı da, sonrasında geberip gitti!" Hastalıklı çıkan sesine karşı bir an duraksarken, elimi kaldırdım ancak onun bileğimi aniden tutmasıyla kısıtlanan hareketimin ardından sol elimi de aynı şekilde alnına yönetecekken onu da bileğinden yakaladı.

"Gideli en fazla dört gün oldu, ne yaşadın da bu kadar saldırganlaşmış olabilirsin." Ciddi ciddi bunu soruyor ve dikkatle bir cevap vermemi bekliyordu. Ona tekrar vuracağımı sanmış olmalıydı.

"Ateşine bakacaktım,"diye mırıldandım ifadesiz bir sesle koyu gözlerine bakarak. "Parmaklarından bile sıcaklık yayılıyor bileklerime." İki bileğimi de canımı yakmadan öylece tutuyorken, düşünceli bir halde kısılan gözlerinin ardından bileklerimi serbest bıraktı. Alnına dökülen saçlarını parmak uçlarımla ittirerek avucumu yerleştirdiğimde hissettiğim sıcaklıkla gözlerim irileşti.

"Yanıyorsun sen."

"Boş ver şimdi sen onu," Alnına yaslanmış elimi tutup geri çekti ve kendi avucuna aldı elimi.

"Söyle..."dediğinde, "Neyi,"diye mırıldandım anlamayacak.

"Beni affetmen için ne yapabilirim..." Duraksadım bir an ve bunu gerçekten enine boyuna zihnimde tartmaya başladım.

"Hiçbir şey,"dedim sonunda omuzlarımı kaldırıp indirerek. Sonra tekrar tekrar zihnimde dolanıp kendini hatırlatan anıyla durağanlaştım. Gittiği gün nasıl bittiğimi anımsadım.

"Sadece... Bir daha arkanda bırakma beni. Yanında olmak istiyorum."

"Sen zaten hep yanımdasın." Kaşlarım usulca büküldüğünde anlamsızca ona baktım. Geceyi taşıyan gözleri felekleri şaşırtan cinsten içime işliyordu. Boştaki elini kaldırarak işaret parmağını kalbinin olduğu kısıma bastırdı. "Burada,"sonrada şakağına doğru yol alarak durdurdu parmağını. "Ve burada... Bir an olsun çıkmadın. Gözlerimi kapatıyorum sen, açıyorum yine sen. Hayalinle cebelleştim kaç gündür. Kokuna... Kokuna bile hasret kaldım kadın ben. Özlemin ne demek olduğunu bana hatırlattın."

Gözlerim doldu söyledikleriyle. Benim hissettiklerimi onunda hissetmiş olmasına kalbim öyle sevinç nidaları attı ki sesini kulaklarımın dibinde duyar oldum.

"Peki neden ikimize de eziyet çektirdin?"

Soruma karşılık sessiz kaldığında uzayan süreyle cevap vermeyeceğini anladım ve elimi çektim avucundan. Nedeni yoktu. İntikamı, bedel ödetmeyi benden daha çok önemsiyordu. Benim bile gücüm yetmezken onu durdurmaya, hissettiklerini kim umursardı? Beni bıraktığını günü unutamıyordum. Bunu ilk defa değil, daha öncesinde yine yapmışken bu defa ona güvenebileceğimi sanmıyordum.

Tam güvendim derken beni yine ardında bırakmasını kabullenemiyordum. Benim hayatımda kimse yoktu. Ne annem, ne de babam. Hepsinden farklı bir darbe alarak arkada kalmış biriyim ben. Şimdi ben nasıl tekrar bu adama güveneyim? Şu an bir şey olsa, intikamına dair yahut işiyle ilgili. Beni yine bırakıp gitmeyeceğinin garantisini veremezdi, çünkü biliyorum giderdi.

Ve gidenler geride bıraktıklarını gittiği yerde anmazdı, unutmak için...

"Biliyor musun?"diye mırıltıyla söylendim gözlerimi ondan çekerek. Etrafı boş bir bakışla süzerken ağlamaya yüz tutan gözlerimi kırpıştırdım. "Artık sana hiç güvenmiyorum. Çünkü şu an, şu kapıdan çekip gitmeyeceğinin garantisi yok... Ama merak etme, alıştım ben. Gidenlerin arkasından üzülme aşamasını geçtim çoktan. En fazla iki gözyaşı, hüzünlü bakışlar... Sonrasında ise, işte böyle. Hayat devam ediyor..."

Kendimi daha fazla tutmakta güçlük çekerken söylediklerimi süzgeçten geçiremeden arkamı dönerek salondan çıktım ve merdivenlerden yukarı kattaki odama girdim. Öyle hızlı hareket etmiştim ki nasıl odaya vardığımı, yatağın dibinde ne ara yere çöktüğümü, en kötüsü ne ara nefessiz kalacak kadar ağlamaya başladığımı hatırlamadım.

Kendimi bulduğumda, defterime bir şeyler karalıyordum.

'Zorunda kalmak... Sırf birileri hayatından çekip gidiyor diye senin üzülmeye bile hakkının olmadığı ezici bir düşünceyle hayata devam etme zorunluluğu aşırı berbat...

Nefret ediyorum şu histen artık! Neden her defasında arkada kalan hep ben oluyordum? Kimse ne düşüneceğimi, nasıl hayata devam edebileceğimi, nasıl yaşayacağımı, nasıl nefes alacağımı düşünmüyordu. Bıkmıştım bundan ve bunu her defasında en sevdiklerim yapıyordu. Önce annem bildiğim kadın, sonra babam bildiğim adam, daha sonra kanbağı adı altında baba demeye dilimin varmadığı adam ve şimdi de Miraç.

Sürekli vazgeçilmesi gerekilen ilk kişi ben oluyordum. Kimsenin hayatında bir yerim yokmuş gibi, bir fazlalıkmış gibi. Sanki ben bir yüktüm ve yoruldukları an attıkları ilk şey ben olur olmuştum.

Bu hissin tarifi imkansızdı. Öyle rahatsız edici, üzücü bir şey ki insanlara olan inancım yıkılıyordu ve onlara karşı adım atmakta zorlanır oluyordum. Daha kötüsü de buydu ya, Miraç...

Ona güvendim ben. Beni şaşırttığını söyleyemem ama bir umut yapmaz dediğim kişinin, elimi ilk onun bırakması kalanılacak şey değildi. Elimi bıraktığı an düştüm ben. Dizlerim kanadı, avuçlarımda yer yer çizikler oluştu, gözyaşlarına boğuldum. Ve o kan hala dizlerimden akıyor, ellerimin çizikliği ruhumu acı içinde kıvrandırıyor, gözyaşlarım ise şu an defterimi ıslatıyor.

Bir daha olmaz dediğim vakitte ben bu adama elimi tekrar nasıl uzatayım?'

***

BÖLÜM SONU...

✿ Tek bir soru ve sonra alttaki açıklamayı okursanız sevineceğinize eminim.👇

* Miraç'ın babası ve kız kardeşi hakkında neler düşünüyorsunuz ve sizce Zeliş abartıyor mu?

♡Sonunda Yeni Bölüm geldi. Mutlusunuzdur inşallah :) Söz veremem ama elimden geleni yaparak diğer haftaya bölümü yetiştirmeye çalışacağım. Olmazsa da öteki hafta.
♡ Yanii mutlaka Yeni Bölüm tekrar gelecek, beklemekte kalın ve hala benimle bu yolda ilerleyen sizler İyiki varsınız♡♡♡♡

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro