25.BÖLÜM
Koca Dağ'ın sağlam görüntüsüne güvenme. Bir bakmışsın; üzerine devrilmiş...
Darma dağın olan duygularım bedenime cam kırığı gibi batıyordu. Neydi bu hissettiğim? Pişmanlık mı? Yoksa korku mu? Peki bu neyin korkusuydu? Ben kolay kolay insanları kıramazdım. Belki yanlışlıkla veya istemeden de olsa birşey yaparak insanları üzersem, ben onlardan daha çok üzülürdüm.
Miraç'a söylediklerim ağır olabilirdi. Belki sırf bu yüzden kendini o adamın eline bilerek verdi. Peki neden beni vermek yerine kendi teslim olmuştu ki? Onun zor günler geçirdiğini biliyordum ama aklıma bana yaptıkları ve söyledikleri geldiğinde içime nefret doğuyordu. Ondan nefret ediyordum ama ölmesini isteyecek kadar değildi bu nefret.
Onunla tek bir kez, birlikte olmuştuk. Tek tesellim kocam olarak birlikte olmamızdı ancak sonradan söylediği şey tüm tesellimi kırdı. Bana bir fahişeyi örnek olarak sunması kalbimi çok derinden yaraladı. Ben onun karısıydım. İsteyerek ya da zorla, hiç farketmezdi. Bana dokunmuştu ve ilkim olduğunu bile bile bana hakaret ederek gururumu kırmıştı.
Sadece bunlarda değildi. Tüm o sergilediği tavırları unutamıyordum. Canım yandı, hem de çok. Son zamanlarda değiştiğini farketmiştim. Sanki o acımasız adam gitmişti, başka bir adam gelmişti yerine. Ben intihar ettikten sonra olmuştu bu değişim, bunu biliyorum. Belki de annesini anımsamıştı bu olayda.
"Bunu nasıl yapar?!.. Canına mı susadı bu adam?!"
Kenan amca salonda bir oraya, bir buraya mekik dokuyarak sert adımlarla yürürken, ellerini kırlaşmış saçına attı. Endişe ve korku içindeydi. Belki de daha fazlası. Miraç'ın o adamın elinde kriz geçirmesinden korkması bir yana, ona birşey olmasından endişeleniyordu.
"Ne yaptın sen Miraç?.. Neden yaptın?.." Diyerek fısıldarken kendi kendine, oturduğum koltukta rahatsızca kıpırdandım.
Benim yüzümden oldu diyemedim. Benim yüzümden ölüme gitti o diyemiyordum. Bunu aklımda geçirirken bile vicdanım sızlarken, kalbimde tarifi belirsiz sancılar doğuyordu. Dilim konuşsa ne olacak?
Tek bir şey diyebilirdim sadece.
"Beni verin." dedim birden.
Aklıma başka birşey gelmiyordu. Zaten kardeşi o adamın elinde ve şimdi de kendisi...
Geçmişini tekrar yaşatabilirdi ona ve bu kez Miraç bunu kaldıramazdı. Yeterinde işkence çekmişti ve yenilerinin altından asla kalkamazdı. Sırtında hala izlerini taşıdığı adamla karşı karşıya nasıl gelebilirdi ki?
"Beni o adama verin ve Miraç'ı alın."
Kenan amca bir anda olduğu yerde duraksayarak, diğerleri gibi gözlerini üzerime dikti. Yeşim bile inanamayan bakışlarla bana bakarken, o adamın kızı olduğumu biliyor mu acaba diye düşünüyordum ve Yeşim ortaya atılarak, konuştuğunda bilmediğini anladım.
"Seninle ne ilgisi var?"dedi kaşlarını çatarak.
"Ben... O adam... "diye anlamsızca mırıldanırken, gerisini getiremedim. O pislik adamın kızıyım diyemedim.
"Böyle birşey olmayacak Zeliş!" Kenan amca sinirle konuştuğunda dolu gözlerimi ona çevirdim.
"Seni ona vermeyeceğiz."
"Ama olması gereken bu!"dedim birden oturduğum yerden ayağa kalkarak. Neden anlamıyorlardı ki? Neden Miraç gibi yaparak beni o adama vermek istemiyorlardı? Peki Miraç ister miydi bunu? Tabi ki isterdi. Beni en başından o adama teslim etmek isteyen kendisiydi. Şimdi neden vermesin ki?
"O adam beni alana kadar durmayacak. Miraç'a zarar verebilir. Benimle takas edebilirsiniz."
"Biri neler olduğunu söyleyecek mi?"dedi Yeşim benim gibi ayağa kalkarak.
"Bu kızın o adamla ilgisi ne?"
"Ben o adamın kızıyım!"dedim sinirle bağırarak.
İşte kurulmuştu tek cümle. Hayatımın odak noktası haline gelen kelimeler birleşerek dudaklarımın arasından çıkarken, Yeşim'in gözleri irileşti. Dila hemen yanımda, olup bitenleri çözmeye çalışırken, Yeşim'in gözleri nefrete büründü.
"Ne?"dediğinde, "Duydun."dedim zorlukla.
"Seni geberteceğim!"diyerek birden üzerime geldiğinde olduğum yerde dikildim. Korkmuyordum ondan. İstediğini yapabilirdi bana. Ne yaparsa yapsın, o adamın kızı olduğum gerçeği kadar canımı yakamazdı.
"Dur bakalım orda sen!"
Yeşim tam ellerini üzerime atacakken, Dila önüme geçerek Yeşim'i geriye doğru itti.
Ama bu Yeşim'i durdurmaya yetmedi. Bir kargaşa çıktı bunca derdin ortasında. Yeşim ağza alınmayacak küfürler ederek üzerime gelmek isterken, Kenan amca onu engellemeye çalışıyordu. Ve Dila beni korumak isterken, aynı sert cümleleri dizerek Yeşim'in üzerine atılmaya çalışıyorken, Emre onu tutuyordu.
Bu muydu yani? Miraç'ın ne durumda olduğunu bilmezken bir de bu olayla uğraşmak istemiyordum. Evet bunu dile getirmek zor ama ben Miraç'ı merak ediyordum. Onun şimdi kim bilir ne hal de olduğunu düşününce zihnim yoruluyor ve olanlara katlanamıyordu.
Benim yüzümdendi bu olanlar. Keşke ölseydim ve bunlar olmasaydı, ama Miraç buna bile izin vermedi. Doğrusu olan benim o adama teslim olmamdı. Ve yine buna izin yoktu.
Onları izlemeyi bırakarak oturma odasını terkettim ve merdivenlerden yukarı çıkarak yatak odasına girdim. Odaya girmemle yavaşlayan adımlarımın ardından yatağa çöktüğümde aklımda, Miraç'ın beni inşaattan atlarken kurtardığı an canlandı. Sonra o derin sarılması ve beni ısıtmak için üzerindeki ıslak gömleğini soyması.
Korktuğumu bildiğinde bana dokunmayarak, benim ona sarılmamı isteyiş anı hatırlamak kalbime kazık gibi sokulurken, yutkunamadım. Boğazım düğümlenmişti adeta. Tek güzel anlarımız bunlardı. Ondan öncekiler yoktu benim için. Ben gerçek Miraç'ı dün gece tanıdım. Sadece bir gün.
"Zeliş?.."diye bir ses duyduğumda irkilerek ne zaman yumduğumu bilmediğim gözlerimi araladım.
Kenan amca yavaşça araladığı kapıdan içeri girdi ve ardından kapattı. Yanıma doğru ilerleyerek, oturduğunda derin bir soluk çektim içime.
"Aşağıda her şey yolunda mı?"diye sordum. Dila beni korumak içinde olsa bir kargaşaya karışmıştı ve Kenan amca onu burdan göndermek isteyebilirdi.
"Yeşim odasına girdi. Emre ve Dila bahçede."
"Dila'nın bir suçu yok. Beni korumak istedi sadece. Lütfen onu göndermeyin." Dudaklarımı birbirine bastırırken, gözlerimi Kenan amcaya dikmiştim ve olumlu bir cevap bekliyordum. İstemiyordum Dila'nın gitmesini.
"Kimseyi bir yere gönderdiğim yok kızım, merak etme."dediğinde başımı sallayarak tekrar önüme döndüm.
"Buna sen de dahilsin."
"Miraç bu kez dayanamaz."diye fısıldadım. Gözlerim dolmuştu. Bir yanım sana neler yaptı, bırak ne hali varsa görsün derken diğer yanım daha acılıydı ve Miraç'ı yanında istiyordu. Neden bu his bedenimi kuşatıyordu ki? Tek düşüncem Miraç ve onun zarar görmemesiydi. Bu normal miydi?
"Mutlaka bir şeyler düşünmüştür. Miraç, düşünmeden hareket edecek biri değil ve öylece o adama teslim olmaz."
"Onu aramayacak mısınız? O kadar adam var, gidip bulabilirsiniz."dedim gözlerimi ona çevirerek.
"Nerede oldukları bilseydik çoktan gitmiştik." Kaşları çatılmıştı. O da merak ediyordu ki, yeğni olmasına rağmen kendi oğlu gibi sevdiğini görebiliyordum.
"Neyse kızım sen dinlen, uyumaya çalış. Benim Ayperi'ye bakmam gerek."diyerek ayağa kalktı.
Ayperi karısı oluyordu. Selen'den öğrenmiştim ve gerçekten adı gibi bir kadındı. Kenan amca odadan çıktığında ben de ayağa kalktım. Uyuyamayacağımı biliyordum ve aklıma gelen diğer olaya fırsattan istifaade yönelmek istedim.
Belki sırası değildi bunun. Zamanı ise hiç değildi ama aklımı farklı şeylere yönlendirmek istiyordum. Yavaşça odadan çıkarak, Yeşim'in odasına doğru ilerledim. Bu yaptığım aptallıktı. Daha birkaç dakika önce bana saldıran bir kızın odasına gidiyordum.
Odasına vardığımda içime derin bir nefes aldım. Duymak istemeyeceğim şeyleri işitmekten korktum bir an. O bebeğin babasının kim olduğunu bana söylemesi gerekiyordu. Miraç olamazdı, olmamalıydı.
Korkuma yenik düştüğüm an geriye dönecekken, pes ettim. Bu soru işaretleriyle yaşayabilir miydim? Hayır, bunu öğrenmem gerekiyordu. İçim de biriken hırsla elimi kaldırarak kapıyı çalacakken, içeriden Yeşim'in sesini duyduğumda duraksadım.
"Alo? Baba..."
Telefonuyla konuşuyordu. Gözlerimi bayarak elimi saçıma attım. Gir işte Zeliş odaya! Babasıyla sonra yine konuşur, ama sen bu cesareti tekrar toplayamazsın!
"Evet, ben iyiyim... Duyduğuma göre işleri büyütmüşsün. Ama dikkatli olman gerekiyor biliyorsun-" Kurduğu son cümlesinin hemen ardından benim odaya resmen dalmamla sözleri yarı da kesildi.
Gözleri sinirle bana dikildiğinde, "Sonra seni tekrar ararım." diyerek telefonu kapattı.
Odanın ortasında dikilen Yeşim'e doğru ilerlerken, gözlerim pembe ve mavinin karışımı odayı süzüyordu. Ne iğrenç renklerdi böyle? Ya da bana mı öyle geliyordu?
"Dayak yemeye mi geldin?"dedi kaşlarını çatarak. Neden bu kadar öfkeliydi ki? Miraç'ı seviyor diye mi yani?
"Hayır,"dedim meydan okuyan bakışmalar sürdürürken adımlarım tam önünde durdu.
"Sana bir şey sormaya geldim."dediğimde gözleri anlamsızca kısıldı.
"Ne istiyorsun?"
"Hamile olduğunu biliyorum." Dedim birden. Gözleri birden irileştiğinde az önceki öfkeli ifadesi yerini farklı duygulara teslim etti. Tahmin ettiğim gibi, o test cihazı onundu.
"Nasıl... S-sen nerden?.."diyerek kekelediğinde tamamen emin oldum. Ama diğer gelecek sorunun cevabından neden bu kadar korkuyordum? Miraç'ın bebeği olma ihtimali yüzünden mi tüm bu duygu? Böyle birşey olamaz. Korkmam yersiz bir duyguydu.
"Bebeğinin, babası kim?!" Dişlerimin arasından zorlukla konuştuğumda titreyen parmaklarımı avucuma gömdüm.
"Bunu neden sana söyleyeceğim?" Bana küçümseyen bir bakış attığında yutkunarak gözleri kıstım. Başımı iki yana sallarken, neden bu kadar zorlandığımı düşündüm. Nedenler öyle birikiyordu ki, cevaplar yoktu.
"Eğer bebeğinin babasının kim olduğunu bana söylemezsen,"derken bir adım daha atarak, ona daha çok yaklaştım ve bu kez ben ona küçümseyen bakışlar attım. Şuan kendisi beni küçümseyecek durumda değildi ve bunu öğrenmesi gerekiyordu.
"Daha evlenmeden, kim olduğu belirsiz bir adamdan hamile kaldığını Kenan amcaya söylerim!"
Sertçe yutkunduğunu işittiğimde geri çekildim. Şu an ikimizde eşittik. O bebeğinin açığa çıkmasından korkuyordu. Ben ise bebeğin babasının Miraç olmasından.
"Şimdi söyle bana. Bebeğin babası kim?.." Gözlerimi ondan ayırarak yere indirdim.
"Zeliş bak-"
"Söyle! Bebeğin babası kim!" Dedim tekrar sözünü sertçe keserek. Ben bile kendime inanamıyordum. Bunu söyleyen ve bu kadar güçlü bir ses çıkaran ben miydim? Gözlerim Yeşim'in gözlerini tararken, yavaşça dudakları aralandı ve kulaklarım duyulacak kelimeye odaklandı.
"Bebeğin babası..."dediğinde gözlerinden damla damla yaşlar süzülmeye başladı. Neden ağlıyordu ki? Neden Miraç olmadığını söylemiyordu?! O yapmaz. Benimle evliyken başka bir kadınla birlikte olamazdı.
Ancak tek bir isim zihnime balyoz gibi çökerken, tüm ihtimallere tuz bastırılarak acıyı şaha kaldırdı.
"Miraç... Bebeğin babası Miraç!"
Yutkunmam boğazıma takıldı. Soluğum kesildi. Ciğerlerim sıkışırken acıdan yüzüm buruştu. Yapmaz demiştim. Miraç bu kadar iğrenç olamazdı. Ne bekliyordum ki?! Bana birgün iyi davrandı diye değiştiğini mi? Sadece bir gün için neden ona karşı olan nefretimi dindirmeye çalıştım ki!? Bir de onu merak etmiştim. Gerçekten aptalın tekiyim.
"Ne dedin sen?!" Beklenmedik bir ses oda da yankılanırken, kim olduğuna bakmadım. Bedenimi zorlukla ayakta tutmaya çalışırken elimi duvara yaslayarak destek aldım.
"Yeşim! Az önce ne dedin sen?!"
"Enişte... Lütfen..."
Kalmak istemiyordum bu oda da. Duyacağımı duymuştum. Korkunun ecele faydası yoktu değil mi? Ben o kadar korkarken, neye güvendim? Neden onun bunu yapmayacağına bu kadar inandım? Neydi beni ona karşı durduran?
"Bunu nasıl yaparsınız Yeşim?!"
Ayakta kalacak halim yokken, yavaşça kapıya doğru ilerledim ve zorlukla çıkarak kendi odama doğru duvarlardan destek alarak gittim. Odaya girdiğimde derin soluklarımla birlikte kendimi yatağa bıraktım.
Düşünme Zeliş!
Onlar seni düşünmedi!
Sen de düşünme!
Ama neden bu kadar canım yanıyordu? Sanki tonlarca dayak yemişim gibi tüm bedenim sızlarken, sesim çıkmıyordu. Gözlerim bile yaşlarını akıtmayı unutmuş boşluğa savrulmuştu.
Uyumalıydım.
Evet, olanları görmezden gelip unutmalı ve uyumalıyım. Bir gün bitecekti bu olanlar. Ben yine özgür olacağım ve eski hayatıma döneceğim. Miraç olmadan. Tüm bu olanlar bir kabus gibi son bulacaktı.
Ve öyle de yaptım. Ağlamadan uyudum. Diğer gün uyandığımda odamdan hiç çıkmadığım gibi, kimseye de tek kelime etmemiştim. Evdekiler duymuştu Yeşim'i. Dila beni konuşturmaya çalışsa da, ya da odadan çıkarmaya kalksa da odadan çıkmadım ve birkaç kelimeden başkası çıkmadı dudaklarımdan.
Tıpkı diğer 3 gün gibi...
MİRAÇ ULUHAN'dan...
"Hepsi bu kadar mı lan!"
Ağzımdaki kanı yere tükürdüm ve sonra alayla güldüm karşımda dikilen adam kılıklıya.
"Daha bitmedi..." Yüzündeki piç bir gülümsemeyle karnıma doğru bir yumruk daha attığında dişlerimi sıktım.
Günlerdir burada tutularak akıllarınca her saat başı gelip, eziyet çektirmeye kalkıyorlardı. Her seferinde istediklerini vermeyerek, daha fazla işkence görüyordum ama yine de çıtımı çıkarmıyordum. Tıpkı şuan gibi.
O şerefsizin buraya gelmesini bekliyordum ama piç kaç gündür gelmeyerek, adamlarını yolluyordu. Amacım onu elime almaktı. Ama başka birşeyi göze alarak, ben onun eline düşmüştüm. Tabi bilerek.
Tuzak kurulacağından haberim vardı. Emre'yi oraya götürmek istemesem de dayım tek başıma gitmeme izin vermezdi. Tek çare ise Emre'yi bayıltmaktı. Tek başıma yakalanmam gerekliydi.
Önümdeki şerefsiz eline dövüş aletlerden muştayı taktığında dişlerimi birbirine geçirdim. Daha fazlası olmuştu. Buna sesimi çıkaracak değilim. Şu an üzerimde yanlızca pantolonum vardı. Daha dün göğüs kaslarımın üzerine bıçakla çizikler açmışlardı itler.
En sonunda ise sesim çıkmasa bile baygınlık geçirecekken, benim tuttuğum adamlardan biri sözümü çiğneyerek adamları durdurmuştu. Onların yanında olsa da bana çalışıyordu. Geçmişine kadar gizli bir araştırma yapmış ve güvenilir olduğun kanaat getirmiştim. Ekrem'in ilk geldiği gün adama ihtiyacı olacağını biliyordum. Bunu fırsat bilerek, güvenlice Mert'i onun yanına yerleştirdim. Şimdi de bir köşede beni izliyordu.
Elindeki muşta ile bana yaklaşan adama yüz buruşturdum. Bir kez bile yüzüme vurduğunda derimi parçalardı o alet. Ve şu an zaten yeterince hasar görmüştüm. Gözlerim bulanıklaşıyor ve arada kararıyordu.
"Şimdi de sesini çıkarma hadi..."diye mırıldanarak elini kaldırdığında gözlerimi yummak haricinde bir hareket belirtmedim.
"Dur." Beklediğim darbeyi yarıda kesen ses bedenimi kasarken, yavaşça gözlerimi araladım.
Açık kapıdan içeri Ekrem girdi. Sonunda gelmişti oru*pu çocuğu! Bağlı olduğum sandalyeye yaklaştığında bir an bile nefret dolu bakışmalarımız ayrılmıyordu.
"Tıpkı eski günlerdeki gibi." Ağzının kenarıyla gülümsedi. Derin soluklar alırken, beklediğim anın gelişine ve planıma odaklanmaya çalıştım. Eski günleri hatırlamak yok Miraç! Şimdi değil...
"Çok güzel günlerdi değil mi? Sen de özlemişsindir. Hatta bir kaç gün daha bekle seni eski odana kavuşturacağım. Tabi dayanabilirsen."
Gülerek konuşurken başını eğdi ve iki yana salladı. Dalga geçiyordu benimle. Tadını çıkarmasını beklerken arkama yaslandım. Hareket ederken bedenimdeki yaralar kendini gösteriyor ve bedenime diken misali batıyordu ama bu adama acı çektiğimi göstermek en son isteyeceğim şeydi.
"Karşımda dikilmenin keyfini çıkar Çetiner."dedim alayla bir yandan arkamda bağlı duran ellerimi çözmeye çalışıyordum. Duvar kenarında olduğum için kimse görmüyordu.
"Bulunduğun konuma göre fazla cesursun. Yoksa artık kardeşini istemiyor musun?" Arkasına konulan sandalyeye çöktüğünde gözüm elindeki bastona kaydı. Sımsıkı tutmuş güç alıyordu sanki. Ayakta duracak gücü yoktu moruğun.
"Ben kardeşimi istiyorum da, galiba o sen de yok."dedim kaşlarımı kaldırarak.
Gerildiğini farkettiğimde sinirle yutkundum. Sakin olmam gerektiğini kendime hatırlattım. Yoksa elim boş dönecektim buradan. Bu kadar yaklaşmışken dayanmalıydım.
"Elindeyim işte. Bir yere gidemem. Hatta beni öldürebilirsin. Neden kardeşimi hala saklıyorsun?" Dudaklarıma bir gülüş yerleştirdim. Belki o beni tanıyor olabilirdi ama onun beni tanıdığı kadar, ben de onu tanıyordum.
"Yoksa korkuyor musun Çetiner?" Dedim sahte bir inanamazla. Daha sonra gülmeye başladım.
"Annen çok güzel bir kadındı." dediğinde gülüşüm bir anda durdu.
"Güzelliği kadar zekiydi de. Baban ile ben çok yakın birer dostuk. Anneni ilk ben görmüştüm. Ben sevdim. Onunla tanıştık ve hayatımın hatasını yaparak onu babanla tanıştırdım. Dostumu sevdiğim kızla tanıştırmak istemiştim, ama annen bana değil, babana âşık oldu."
"Senin gibi bir pisliğe neden âşık olsun ki?!"dedim sözünü keserek. Sinirleniyordu gittikçe ve bu benim hoşuma gidiyordu. Annemden bahsetmesini istemiyordum. Onun adını bile anmaya hakkı yoktu bu herifin.
"Baban... Benim, onu sevdiğimi bilmesine rağmen annenle evlendi. Düşman olduk, dostluk bozuldu. Beni Kurul'dan çıkardığında daha fazla delirdim. Her şeyimi elimden alıyordu. Ben umrularında değilken, onlar mutlu olup yuva kurdular.
Ve ben o günden sonra ant içtim ikisinin de hayatını bitirmeye!"
Yanılıyordu bu piç. Anneme takıntılı bir manyaktı. Âşık olacak biri değildi. Bencil ahmağın tekiydi. Kendinden başkasını düşünmeyen bir pislikti. Annem ve babam birbirlerini seviyordu. Eğer annemi sevseydi, onun mutluluğunu ister ve geri çekilirdi ama bu piç takıntı haline gelerek annemin peşinden ayrılmadı. Bunları bana, ben bu adamın elinden kurtulduğumda dayım anlatmıştı.
"Başardığını mı sanıyorsun?"diye mırıldandım soğukkanlı bie sakinlikle. Birazdan sinirim bir güzel yüzüne patlayacaktı. Bileklerimi saran ipliğin sıyrılmasına az kalmışken, hafifçe sırıttım.
"Ben çoktan kazandım bu oyunu küçük Uluhan." Dudaklarımı birbirine bastırarak başımı salladım. Annem ve babam bu herif yüzünden ölmüştü ve onları öldürdüğü için kazandığını sanıyordu. Ama çok yanılıyordu. Küçük Uluhan çoktan büyümüştü.
"Zeliş'e ne oldu?"diye sorduğunda gözlerimi kaldırarak ona çevirdim. Yüzünde pislik bir gülümseme vardı.
"Öldü." Tek kelimeyle cevaplarken yüzündeki gülümseme büyüdü.
"Kendini çok zeki sanıyorsun değil mi?"diye sorduğundan gözlerim kısıldı. Ne diyordu bu herif? Asıl bu soru tam ona göreydi. Birazdan olacaklardan habersiz karşımda duruyordu. Sorduğu soruya cevap vermeyerek, etrafı sıkılmışcasına süzdüm. Ellerimi çoktan çözmüştüm ve doğru zamanı bekliyordum.
"Zeliş'in ölmediğini biliyorum."
dediğinde gözlerim hızla ona doğru çevrildi. Gözleri kurnazca parlıyor olduğunu gördüğümde sinirle dişlerimi sıktım. Nerden biliyordu bu herif?!
Zeliş aklıma geldi o an. Geçen gün yaşananlar öyle garipti ki. Onu nasıl kurtardığımı ve sonra bedenim benden bağımsız ona sarılışı. Korkuyordu ve titriyordu. Onun üzerinde o adamları gördüğümde öyle bir duygu sarmıştı ki bedenimi, o adamları parçalamak istemiştim. Eve götürürken bir an olsun kucağımdan indirmedim. Gittikçe zayıflamıştı. Onun rahat bir uyku çekmesi için bana sarılmasını istemiştim. Belki ben de biraz olsun uyurum diye beklerken gözlerim yüzünü talan ediyordu.
O... Öyle güzeldi ki, baktığımda gözlerimi ayıramıyordum. Bu duygular bana çok yabancıydı. Kahve gözlerini örten kirpiklerine kadar izledim onu saatlerce. Sonra ise telefon çaldığında onun sımsıkı sardığı kolumu yavaşça çekerek, yatakta doğruldum. Ve sonra gördüğüm şey, karanlık gözlerime yansıyan parlak bir ışık.
Dolabın ayaklığı ardına gizlenmiş olan bir şey farkettim ve yataktan kalkarak onu elime aldım. Gördüğüm şeyin şaşkınlığıyla, bir elimdeki gebelik testine daha sonra uyuyan Zeliş'e bakıyordum.
O hamile mi? dedim içimden. Gözlerim karnına doğru indiğinde benden bir parçanın onun bedeninde oluşu zihnimi bulandırdı. Ne yapacağımı, ne düşüneceğimi bilmiyordum. Donup kaldım adeta.
Sonra çalıp duran telefona zorla olsa da odaklanarak, Doğan'a cevap vermiştim. Ancak ne kadar odaklansam da çekmeceye sakladığım test aklımdan bir an olsun çıkmıyordu. Zeliş hamileydi.
"Kendini zeki sanan aptalın tekisin."diyerek düşüncelerimi kirleten adama yöneldim tekrar. Şuan onu düşünüp aklımı bulandırmak istemiyordum.
"Nedense ben de senin için öyle düşünüyorum. Hatta daha fazlasını." Artık zamanı geldi. Bu adam fazla yaşamıştı.
"Ne sandın? Onun ölümünü umursayacağımı mı?"diyerek güldü.
"Planın işe yaramadı Uluhan."
"Hayır, çok iyi yaradı."
Gülüşünü keserek anlamsızca bana bakmaya başladı. Yan tarafta duran adama bir bakış atarak, tekrar ona döndüm.
"Seni buraya getirdi!" diyerek hızla bir yumruk attım yüzüne ve yanındaki adamın sersemliğinden faydalanarak silahını belinden kaptığım gibi Ekrem'i kendime çekerek, siper aldım.
"Atın silahlarınızı!"dedim elimdeki silahı Ekrem'in şakağına dayarken.
Oda da üç adam daha vardı. Biri benim tuttuğum adamdı diğer ikisi ise Ekrem'in köpekleriydi. Dirseğim boynuna dolanmış halde dururken çırpınmasıyla kolumu sıkararak boynunu sıkıştırdım. Karnımdaki yaralar sızlıyordu ara da, umursamadım.
"Silahlarınızı atın lan!"dedim bön bön yüzüme bakan adamlara.
Yavaşça eğilerek ellerindeki silahları bıraktıklarında Mert'e dönerek "Ayaklarımı çöz!" dedim.
Yaklaşarak çözmeye çalışırken, Ekrem tekrar kıpırdanmaya çalıştı. Boynunu fazla sıktığımdan nefes alamıyordu piç. Az da olsa gevşettim.
"Bırak beni!" Sesi boğuk çıkıyordu. Yavaşça gülümserken, Mert ayaklarımı çözdü. Ekrem ile beraber ayağa kalktığımda kulağına doğru yaklaştırdım dudaklarımı.
"Olur mu Ekrem? Daha yeni başlıyorduk. Eğlenceli kısma henüz geçmedik... Ha anladım, sen sabırsızlanıyorsun o kısım için."diye mırıldandım sessizce ve sonra gülmeye başladım. İşte şimdi keyfim yerine gelmişti.
"Dışarı çıkın lan!"dedim odadakilere. Tereddüt eder gibi baktıklarında dişlerimi birbirine geçirdim ve adamlardan birine nişan alarak başından vurdum. Her defasında ikiletmeleri mi gerekiyordu.
"Çıkın!!"dedim bu kez daha yüksek bir sesle. Korkuyla odayı terk ettiklerinde, Ekrem'i iterek bıraktım ve demir kapıya doğru ilerleyerek sürgüsüyle birlikte kapattım.
Dudaklarım yana doğru kıvrılırken, Ekrem'e doğru döndüm. Yerde oturarak geriye doğru kaçıyordu.
"Nerde kalmıştık?" Yavaşça adımlarım ona doğru atılırken kaşlarımı kaldırdım ve alayla karışık bir bakış attım.
"Bana dokunamazsın..."derken bile geri geri gidiyordu. Zevkle sırıtırken elimdeki silahı kaldırdım.
"Öyle mi?"diye mırıldandım yavaşça.
"Kardeşin benim elimde. Ben ölürsem onu bir daha göremezsin."dediğinde sırtı duvara dayandı ve geri çekilmekten yoksun kaldı.
Derin bir soluk alarak ve sinirli bir ifadeyle, "Sen varken de onu göremiyorum!"diyerek ayağıma tüm kuvvetimi verdim ve karnına doğru bir tekme attım. Ve sonrası kendiliğinden geldi. Tekmelerim bedenine ardı ardına inerken öfkeyle konuşarak bağırıyordum.
"Sonunu getireceğim!"diyerek üzerine çöktüm ve yüzüne ard arda yumruklar indirmeye başladım. Tüm öfkemi kusuyordum adeta. Ama bunlar onun için çok az.
"Oru*pu çocuğu!"diyerek bir yumruk daha attım ve yakasına yapışarak yüzüne yaklaştım.
"Söyle lan!.. Söyle kardeşim nerde!!"
Kanlarla dolu yûzünü sarsarken, gözünü açamıyordu. Burnundan, ağzından kan akarken, göz altları morarmaya ve şişmeye başlıyordu. Onu sarsarak bir yumruk daha attım yüzüne. Ağzındaki kanlardan dolayı öksürüyordu.
"Söyle dedim sana!" Yere bıraktığım silahı alarak alnına dayadım.
"3'e kadar sayacağım Çetiner. Söylemezsen bu kurşun alnının ortasına yerleşecek!"
"1..." Konuşmuyordu piç. Ama benden bu kadar. Eğer ötmezse gerçekten tetiğe basacaktım ama bu it için ölüm ödül gibi birşeydi. Yine de yapacağım.
"2..."derken silahı biraz daha bastırdım. Parmağım tetiğe basmak üzereyken, son kez dudaklarımı araladım.
"3."dediğim an tetiğe basacakken, "Dur!"diye bağırdı.
"Dur tamam söyleyeceğim!"
"Konuş!!" Karnının üzerine oturuyordum ve elimdeki silah alnına isabetti. Adamları içeri giremiyordu ve bu yüzden benden ölesiye korkuyordu. Bunu gözlerinden okuyabiliyordum.
"Annenle bir anlaşma yapmıştık."diye boğuk bir sesle konuştuğunda kaşlarım çatıldı.
"Ne anlaşması? Konuşsana lan!"
"Sizi kaçırdıktan 5 ay sonra anneni aradım ve bir anlaşma sundum...
En azından ikinizden birini kurtarması için, tek gecelik bir ilişki yaşadık." Sinirle dişlerimi sıktım. Annem bunu yapmış olamaz. Sırf bizim için kendini bu adama satmış olamaz!
"Devam et!"dedim sertçe.
"Annen, sen ve kardeşin arasında tercih yapmak istemedi. Ben de kız kardeşin Meral'i seçtim ve ona söz verdiğim gibi bıraktım." Ne diyordu lan bu herif? Neler saçmalıyordu. Kardeşim onun elindeydi derken şimdi de yalan söylediğini mi anlatıyordu. Aklım gittikçe bulanırken devam etmesini bekledim. Bakalım daha ne yalanlar uyduracaktı.
"Bir buluşma yeri belirledik annenle, ve Meral'i teslim edecekken, baban buluşma yerini bastı. Herşeyi öğrenmişti-"
"Kes lan!"dedim en sonunda sözünü keserek.
"Masal dinleyecek yaşı geçtim Çetiner! Ya şimdi kardeşime ne olduğunu söylersin, ya da son duanı et!"
"Yalan söylemiyorum!"dediğinde öfkeyle derin bir nefes aldım.
"Orada bir çatışma yaşandı. Ben kaçtım! Ama sonradan duydum; Baban kız kardeşini alarak çekip gitmiş. O günden beri ortada yok!"
"Lan sen neyin kafasını yaşıyorsun?! Benim babam çatışmada öldü! Annem de seninle anlaşma manlaşma yapmadı! Tecavüz ettin ona, annem böyle birşey asla yapmaz!!"
Yetti artık daha fazla bu piçin yalan cümlelerini duymayacağım. O çatışmayı duymuştum. Dayım anlattı, ancak Meral ile ilgili değildi ve o çatışmada babam ölmüştü. Hatta mezarı bile vardı.
"Ben ölürsem Zeliş de ölür!"
Tetiğe basacakken bir an tereddüt yaşadım. O güvendeydi. Ona birşey yapamaz bu herif! Tekrar parmağımı hareket edecekken, oda da bir telefonun mesaj sesi duyuldu.
"Eğer o tetiği çekersen Zeliş ölecek."diye mırıldandığında alt dudağımı ısırdım sinirle.
"Mesaja bak." Kaşlarım çatıldığında cebindeki telefonu çıkardı ve bana doğru uzattı.
"Mesaja bak Uluhan!"
Elindeki telefonu boştaki elimle çekerek aldım. Diğer elimdeki silah hala alnına dayalıydı. İçim de bir huzursuzluk doğarken, yavaşça ekrana dokunarak mesajı açtım.
"Piç kurusu!"dedim öfkeyle. Gözlerime yansıyan fotoğrafla telefonu elimde sıkarken Ekrem gülmeye, hatta kahkaha atmaya başladı.
Mesajdaki fotoğraf Zeliş'in fotoğrafıydı. Oda da uyuyordu. Sanki bayılmış gibi yüzü soluk dururken, onun alnına doğru yönelmiş bir silah vardı. Kim olduğu görülmeyen biri elindeki silahı Zeliş'e doğrultmuştu. Öfkeyle solurken elimdeki telefonu duvara fırlatarak Ekrem'e döndüm tekrar.
"Eğer onun kılına zarar gelirse..."derken daha çok gülmeye başladı. Sinirle elimdeki silahın kabzasıyla yüzüne vurdum. Gülmesi sinirimi katlıyordu.
"Sen..."dedi inlercesine. Ama hala deli gibi boğukça gülüyordu.
"Sen ona tutulmuşsun Uluhan. Şu gözlere de bakın... Nasıl da endişeyle parlıyor." Bir an duraksadım.
"Sen, benim kızım Zeliş'e..."derken sinsilik akan gözleri yüzümü tarıyordu.
"Âşık olmuşsun."dedi.
"Çetiner..."dedim söylediklerini umursamadan.
"Altımda olduğunun farkında mısın?"derken sinirle sırıttım.
"Beni öldüremezsin."
"Ölmekten beter edeceğim."dedim dişlerimin arasından. Ama şimdi değildi. Yine beni gafil avladı. Bunu göze alamazdım. Ben Zeliş'in güvende olduğunu sanarken, o tehlikedeydi. En azından neler olduğunu öğrenmiştim. Ve Meral bu adamın elinde falan değildi. Yoksa beni Zeliş ile tehtit etmezdi.
Üzerinden kalkarak, kolundan tuttum ve onu da kaldırdım. Ayakta duramayarak yalpalanırken, doğrultarak kapıya doğru ilerledim. Yaralarımdan dolayı biran gözlerim karardı. Başımı sallayarak derin bir nefes aldım karartının geçmesi için. Öncelikle buradan çıkmak, ve Zeliş'in ne durumda olduğunu öğrenmek istiyordum. Biraz daha dayanmalıyım.
"Yürü bakalım moruk."derken kapıya doğru ilerlettim onu önüme alarak.
"Sana yalan söylemedim Uluhan. Kardeşini baban aldı, dayın bile biliyor!"diye inleyerek boğukça konuştuğunda gömleğinin ensesinden tutarak başını sarstım ve kapı sürgüsünü çektim.
"Sana konuş demedim." Kapıyı araladığım an adamlar önümüzü kesti.
"Geri çekilin."
"Hayır çekilmeyin!"diyerek Ekrem sözümün üzerine konuştuğunda elimdeki silahı kafasına sertçe geçirdim.
"Çekilin lan!"dedim daha yûksek ve sert bir sesle.
Ekrem zorlukla ayakta dikilirken konuşmadı ve böylece geri çekildiler adamlar. Yavaş ve temkinlice kapıdan çıktım. Adamları vurabilirdim ama aralarında Mert vardı. Hepsini vurarak onu vurmasaydım bu piç anlardı bana çalıştığını. Ve zaten kurşunlar bana lazımdı.
Ben kurşunun hesabını yaparken, daha ne olduğunu farkedemeden etrafta silah sesleri patlamaya başladı. Ne oluyordu? Diyerek afallarken adamlar etrafa yayılmaya başladı. Bulunduğum depoda silahlar ve patlama sesleri yankılanırken hızla Ekrem ile beraber koridoru aşarak yukarı merdivenleri çıktık. Daha çok onu sürüklüyordum peşimde.
Yukarı çıktığımda şaşkınlıkla duraksadım, ancak hemen bir kolonun arkasına geçtim. Ekrem'in adamları ve başka bir adamlar çatışıyordu. Ekrem'e tiksinir bir bakış atarak kolonun arkasından etrafı süzdüm. Düşmanı çoktu bu pezevengin. Allah bilir yine kimin kuyruğuna basmıştı.
"Kim bunlar?!"dedim onu sarsarak.
"Ne bileyim ben!"dediğinde sinirle bir soluk çektim içime. Çatışmanın ortasında kalmıştım ve elimdeki silahın kurşunları sayılıydı! Burdan bir an önce çıkmam gerekiyordu.
"Başka çıkış var mı?!"
"Aşağıda var."
Ne yapacağımı düşürken, birden aklıma gelenle sırıttım. Ben bu adamı şu anlık öldüremezdim ama başkası yapardı. Ensesinden tuttuğum gömleğini sıkıştırarak, kolonun arkasından çıktığım gibi büyük deponun ortasına attım ve elimdeki silahla ayağına sıktım.
Bağırışlarını umursamadan merdivenleri tekrar hızla indim. Bu tıpkı kurtların önüne kuzu atmak gibiydi. Gebersin piç. Aklınca Zeliş ile beni tehtit ediyordu. Kendi kızını umursamayarak benim ûzerime oynadı. Ama benim adım Miraç ise; bende bu oyunun içinde onu boğacağım.
Aşağıya indiğimde hızla koridoru süzdüm. Solda ilerde bir kapı gõrdüğûmde oraya doğru yürüdüm. Üzerim hala çıplaktı ve göğsümün üzerindeki yaralar kanıyordu. Silahların sesi ise başımı sızlatıyordu. Zorlukla derin nefes alarak yanına yaklaştığım kapıyı açtım. Bahçeye açılan bir kapı olduğunu gördüğümde etrafı gözetleyerek dışarı çıktım.
Duvar köşesinden yavaş adımlamlarla ilerleyerek ön tarafa baktığımda boştu. Rahatlıkla adım atacakken, arkamdan gelen sesle duraksamak zorunda kaldım ve dudaklarımdan ağır bir küfür savurdum. Yakalanmanın sinirliği bedenime yansırken, Zeliş'in ne durumda olduğunu düşünen yanım huzursuzlandı.
Elimdeki silahı avuçlarıma öfkeyle sıkıştırırken, başımın arkasından gelen baskının ardından bir ses duydum.
"Silahını bırak Uluhan!"
* * *
BÖLÜM SONU...
Bölüm nasıldı "Benimsin Ailesi" ?
Evet size artık böyle diyeceğim :D
Çok seviyorum ya sizi💕💕
Miraç yine yakalandı. Sizce gelecek bölümde neler olacak?
Ve Yeşim bebeğin babasını sonunda açıkladı. Buna ne diyorsunuz?
Düşünceler yoruma lütfen ve yıldız tuşuna basmadan geçmeyin :")
🌟🌟🌟🌟🌟🌟🌟🌟🌟🌟🌟🌟🌟🌟
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro