Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

2.BÖLÜM


İnstagramdan takipte kalmayı unutmayın :")
Kullanıcı adı ;
Kismasallari_x


***

Sus ve sessizliği dinle, bak neler anlatıyor sana...

Kabus. Yaşananların hepsinin bir kabustan ibaret olması dileyen beynim, olanları tekrar bir film sahnesi gibi göz kapaklarıma yansıtırken sadece izliyordum. Gülüşünden korktuğum adam evimizi basıyor, babamı yaralıyor ve borcuna karşılık ben olduğumu söylüyordu. Bu yaşananlar bir kabustu ve uyandığımda herşey eskisi gibi olacaktı. Uyanacaktım ve herzaman ki gibi koltukta sızmış olan babamı uyandırıp, yatağına taşıyacaktım.

Belki uyandırdığım için bana kızacaktı, hatta belki sinirlenip yirmi yaşında olmama rağmen bana vuracaktı. Bu herzaman olan birşeydi ama o adam bizim hayatımıza girerek bu sıradan hayatımızı bozamayacaktı. Tek umduğum buydu.

Kat be kat yığılmış, tonlarca ağırlık varmış gibi açılmayan göz kapaklarım ilk önce titreşti. Yavaş yavaş göz kapaklarım açılırken etrafı bulanık görmemle tekrar yumdum ve sonra açtım. Bu kez daha net gören gözlerim etrafı süzerken nerede olduğumdan bihaberdim.

Burası da neresiydi? Siyah ve kırmızının kapladığı bir yatak odasında olduğumu anlamam ile hızla yattığım yerden doğruldum. Kabus değildi işte! Nerede olduğumu bilmediğim bu yer, bana yaşananların gerçek olduğunu anlatıyordu.

Bu oda kimin odasıydı? Ben neredeydim, beni buraya kim getirmişti hiç bir şey bilmiyordum.
O adam. O adam beni buraya getirmiş olmalıydı. Bunu anlamanın tek yolu odadan çıkıp, adını bile bilmediğim o adamı bulmamdı. Beni buraya ondan başkası getiremezdi. Ayaklarımı yataktan sarkıtıp, ayağa kalktım ve yatağın hemen karşında duran kapıya doğru yürüdüm. Kapının kolunu tutan elimle kapıyı açacakken, birden açılan kapıyla irkilip uzattığım elimi geri çektim.

Karşımda ki adam beni gördüğünde, sanki burada olmam normalmiş gibi yanımdan geçip siyah renginde olan dolaba doğru yürüdü. Onu görmek, siyaha yakın koyu gözlerini üzerimde hissetmek vücudumu bir titreme dalgasına sokarken, sakinleşmek için derin bir nefes aldım. Ona doğru döndüğümde ise dolabı açmış gömlekleri karıştırdığını gördüm.

Beni görmezden geliyor, ben burada yokmuşum gibi yapıyordu. Ya da umursamaz oyunu oynuyordu. Bir an gözlerim odanın açık kapısına ilişirken ne düşündüğümü okumuşcasına, "Buradan kaçmayı aklından bile geçirme." dedi.

Kapıdan gözlerimi ayırıp tekrar ona baktığımda, elinde siyah bir gömlek vardı ve şimdi de pantolon seçiyordu. Bana bakmadan nasıl anladı ki kaçacağımı? Ama nasıl olursa olsun ben buradan, ondan kaçacaktım. Kaçmak zorundaydım.

"Hazırlan," diyerek elinde ki pantolon ve gömlekle beraber bana doğru döndü."İşimiz var."

Kaşlarım çatılırken ona soru sormaktan korksam da yine dilim susmadı. "Ne işi?" diye mırıldanırken kirpiklerimin altından korkarak ona bakıyordum.

"Öğreneceksin," derken bana doğru adımlarını yöneltti ve sakin sesine yansıttığı tehtitvari tonunu akıtarak, konuşmasına devam etti.
"Soru sormamayı öğreneceksin,"
Bir adım ötede dururken koyu gözleri yüzümü talan ediyordu. Korkudan titreyen ellerimi birbirine geçirip gözlerimi kaçırdım.

"Şimdi hazırlan... Karıcığım."

Mırıldanmaları kulağımdan içeri sızarken, kahverengi gözlerim son söylediği kelimeyle irileşti. O, bana Karıcığım mı demişti? Bu ne demek oluyordu? Ben onun karısı falan değilim, neden öyle söylemişti anlamadım. Kaçırdığım gözlerim soru duygularıyla harmanlanarak hızla ona dönerken, onun duygusuz bakan gözlerine karışmıştı.

"A-anlamadım."

Kekeleyen dilime lanetler okurken, buna karşılık sadece dudakları kıvrıldı. Gülümsemesi beni daha da korkuturken, dün akşam yaşananlar geldi aklıma. Onun gülümsemesi normal bir gülümseme değildi. Onun gülümsemesi ne zaman ortaya çıkacağı belli olmayan ecel gibiydi. Ortalığı harabeye çeviren kasırga gibiydi. Korkutuyordu beni bu adam. Her gülüşü ahir zamanı gibi üzerime çöküyordu, bunu nasıl başarıyordu bilmiyorum ama zihnim gülüşlerine karşılık ecel terleri döktürüyordu.

İnsanların gülümsemesini hep isterdim. Ne yaşamış olursak olalım bir gülümseyiş bütün yaraları kapatırdı benim için, ancak ilk defa bir insanın gülümsemesini istemiyorum. Bu karşımda duran adamın dudaklarına gülümsemek yakışmıyordu. Çünkü içten bir gülüş değildi, gözlerini parlatmıyor yüzünü aydınlatmıyordu. Aksine bir karanlık yaratıyordu ve o zifiri karanlığın dibine taht kuruyordu.

"Birazdan nikâh memuru gelecek ve nikâhımız kıyılacak."dediğinde çoktan gözlerim dolmaya başlamıştı.

"Hayır," diyerek başımı iki yana sallayıp duruyorken, gözyaşlarım akmaya başladı." Hayır! Ben seninle asla evlenmeyeceğim. İstemiyorum anladın mı? Seninle evlenmek falan istemiyorum. Bırak beni gideyim, lütfen..."

"Bak kızım," dişlerinin arasından tıslarcasına konuşurken, aramızdaki son adımı kapatarak iyice yaklaştı ve uzun boyundan ötürü başını eğerek yüzünü yüzüme yaklaştırdı.

"Ben de seninle evlenmeye meraklı değilim, ama seni buraya bir süs eşyası gibi dur diye getirmedim. Evleneceğiz ve sen benim işlerim de bana yardımcı olacak, babanın bana olan borcunu ödeyeceksin. Anlaşmayı bunun için kabul ettim ben, ancak inşâllâh baban gibi beceriksiz biri değilsindir."

Koyu gözleri kısılarak daha bir ürkütücü hal aldığında gözlerime yansıyan bu görüntü boğazımı kuruttu, sertçe yutkunurken tekleyip duran kalbimin sesi kulaklarımı çınlatıyordu. Geri çekildiğinde benim üzerimde dolaştırdığı gözlerini tekrar yüzüme çıkartarak, "Şimdi hazırlanıp, aşağıya in." dedi ve çenesinin ucuyla yatağın yanında duran bavulu işaret ederken konuşmasını sürdürdü.
"Eşyaların içinde."

Odadan çıkarak çarptığı kapıyla irkilmemi sağlarken, derin bir soluk çektim içime ve elimin tersiyle yanaklarımda ki ıslaklığı sildim. Gözlerim bavula kaydığında ise bu bavulun aynısının bizim evde olması aklıma gelince kaşlarım çatıldı. Aslında o bavulun bizim bavul olduğunu geçte olsa anlayan zihnimle birlikte sinirle soludum. Eşyalarımı bile getirmişti!

Onunla evleneceğimi sanıyorsa yanılıyordu. Ben ondan kurtulmaya çalışırken beni daha çok bağlayamazdı kendi pis hayatına. Bir de onun işine yardım edecekmişim, çok beklerdi. Bunu bana yapmasına izin veremezdim. Buradan kurtulmam gerekiyordu ama nasıl? Üzerimi değiştirip aşağı inmemi istemişti. Demek ki beni aşağıda bekleyecekti. Bu süreçte bir çıkış yolu bulup kaçmalıydım buradan. Kaçıp kurtulmalıydım. Aksi takdir de olacakları düşünmek bile istemiyorum.

Birden beynimin orta yerine şimşek gibi çakan fikirle bavula doğru hızla yürüyerek yerde duran bavulun yanına oturdum ve acele bir şekilde fermuarını açıp içinde ki eşyaları karıştırmaya başladım. Telefonum! Telefonum içindeyse eğer, polisi araya bilirdim. Ama içimde yeşeren umut bavulda olmayan telefonla solarken omuzlarım pes etmeşcesine düşdü. Buradan kurtulmam gittikçe imkansızlaşıyordu. Çok saftım, o adam telefonumu neden bavula koysun ki! Beni alıkoyması yetmiyormuş gibi, tüm çıkış yollarımı kırıyordu.

Ama hayır, bu kadar çabuk pes edemezdim. Henüz birşey yapmadım. Elimden geleni yapmam gerekiyordu. Buradan kurtulacaktım ve beni bulamayacak bir yere gitmem gerekiyordu. Ayağa kalkıp, hızla pencereye yaklaştım ve perdeyi açarak dışarıya baktım. Burası ön bahçeye bakıyordu. İlerde ise büyük parmaklıklı bir kapı vardı ve etrafta iri yarı, siyah takım elbiseli adamlar dolanıyordu.

Buradan nasıl kurtulacaktım bilmiyorum. Daha nerede olduğumu bile bilmiyorken, nasıl kaçacaktım? Nereye gidecektim? İçime çektiğim nefesi seslice dışarı vererek kapıya doğru ilerledim. Adımlarımı aceleci atıyordum çünkü az zamanım vardı. Aşağıya inmediğimi görüp buraya gelebilirdi.

Kapıyı yavaşça ses çıkarmadan açarak bedenimi kiremit renginde ki koridora çıkarttım. Adımlarımı sessiz atarken, ayaklarım çıplak olması bir yandan iyidi. Üzerimde ise dün işe giderken giydiğim beyaz kazak ve kot pantolonum vardı.

Koridorda yürürken, gördüğüm kapıları tek tek açarak kontrol ediyordum. Üç kapı vardı, biri benim çıktığım odanın kapısıydı diğeri lavaboydu. Son açtığım kapı bir yatak odasına daha açılırken hızla içeri girip, kapıyı ses çıkarmadan kapattım. Oda da bulunan pencereye doğru yürüyüp açtım ve dışarıya baktım.

Burası arka bahçeye bakıyordu ve ilerisi ise ağaçlarla dolu bir bölgeydi. Orman gibiydi ve etrafta o izbandut kılıklı adamlar yoktu. Bu demek oluyor ki sadece ön bahçeyi koruyorlardı. Aşağıya baktığımda çok yüksek olmaması işime gelirken aradaki mefaseyi ölçmeyi kestim ve hızla ne yapacağıma odaklandım. Çıplak ayakla zor olsa da başarmalıydım. Ayağımın tekini pencereden sarkıtıp oturdum ve diğer ayağımıda sarkıttım. Ellerimle pencere pervazını sıkıca tutarken yavaşça arkamı döndüm ve bu kez bedenimi aşağıya sarkıttım.

Sıkıca tuttuğum pencerenin pervazlarını yavaşça bırakarak bedenimi aşağıya atarken hissedeceğim acıyı tartarak kendimi kastım. Kalçamın üzerine düşerken, ellerimde yerde sürtülmüştü. Ağzımdan kaçan acı inlememi ise dilimi ısırarak içime atmıştım. Ses yapmamam gerekiyordu. Yanan ellerimin ve ağrıyan kalçamın acısıyla yüzüm buruşurken başımı kaldırıp etrafa baktım. Kimsenin olmadığı bahçede, sıcak güneş gözümü sızlatırken yanan ellerimin acısını geçiştirerek, çıplak ayakla ayağa kalktım ve sık ağaçların olduğu yere koşmaya başladım.

Kaçmıştım işte, az kalmıştı. Bitecekti bu kabus. Belki hayatım eskisi gibi olmayacaktı bundan sonra ama o adını bile bilmediğim adam da hayatımda olmayacaktı. Beni kendine tutsak edemeyecekti. Şu an ise içimde geçirdiğim tek kelime koşmaktı.

Koş. Sadece koş. Ağaçların arasından hızla koşarken kendi kendime fısıldıyordum. Çıplak ayaklarıma batan dalları bile umursamıyordum. Belki bunun acısını sonra çekecektim ama dediğim gibi, acılarımı sonraya saklıyordum. Şu an önemli olan tek şey kurtulmamdı.

"Koş Zeliş! Koş..."

Kaç dakika, ya da kaç saat koştum hiç biliyordum. Zaman kavramından bihaber öylece zihnime odaklanırken, gittikçe yavaşlayan ayaklarım artık pes ediyordu. Hiç bir ses yoktu. Çoktan benim kaçtığımı anlamıştı ve peşime düşmüş olmalıydı. Pes etmemeliydim. Eğer beni bulursa yaşatmazdı.

O adamdan korkuyordum. Gözleri öyle karanlıktı ki, beni hapsetmek ister gibi içine çekiyordu sanki. Ve ben karanlıktan çok korkardım.

Benim karanlığa karşı korkum küçüklüğümden geliyordu. Geceleri sabaha kadar odamda gece lambası açık kalırdı, yoksa asla uyuyamazdım. Elektirikler gittiğinde ise yatağımın yanında bulunan mumu yakardım. O mum hiç oradan eksilmezdi, bittiğinde yenisi gelirdi yerine. Bunun da hatası yine babamdı. Ufacıkken karanlığa karşı korkumu ortaya çıkarmakla başlamıştı hayatımı mahfetmeye. Şimdi de aynısını yapıyordu. Karanlıktan korktuğumu bildiği hâlde beni ona vermişti. Peki ben ne yapıyordum? Her zaman ki gibi onun iyiliğini isterken kendimi cezalandırıyordum. Bu olanların sebebi kendisiyken bana ne olacağını hiç mi düşünmedi? Belki de beni arıyordur şimdi. Babam beni bu adama bırakmazdı. Bırakmamalıydı!

Koşmalarım yavaşlayarak artık ağır yürümelere dönüşürken, havanın gittikçe kararmaya başladığını yeni yeni anlıyordum. O kadar konsantre olmuştum ki, koşmaktan aklıma hiç birşey gelmemişti. Ben bu ağaçların bu kadar çok olduğunu bilmiyordum. Bir kaç saat koşarım ve bir yola çıkarak gelen arabalardan birini durdururum diye düşünmüştüm.

Gittikçe karalaşan hava, etrafımı korku duygusuyla sarmasını sağlarken, çıplak ve kire bulanmış ayaklarım olduğu yerde durdu. Gözlerim korkuyla karanlık ormanda, etrafta dolaşırken vücudum kendiliğinden titremeye başlamıştı bile. Adım atamayacak dereceye gelen ayaklarımı artık hissedemezken, sağ tarafımda duran kalın ağaca yaklaşarak titreyen elimi yasladım. Destek alarak yavaşça sırtımı yaslarken, kasılıp titreten vücudum toprak zemine doğru kaydı. Kendime çektiğim dizlerime kollarımı sararak derin nefesler almaya başladım. Karanlık korkum ortaya çıkmıştı. Vücudumun titremesi ve kesilen nefeslerim bunun belirtisiydi.

Saatler önce 'kaç' diyerek haykıran beynim şimde de sakin olmamı sayıklıyordu. Ama sakin olamıyordum. Gözlerim ağaçlarda gezerken sanki bir yerden birşeyler fırlayacak gibi korkuyla titriyordum. Beni bu karanlıkta bulamazlardı. O adam beni bulursa öldürecekti, ancak bulamazsa sabaha kadar bu artan titreyiş ve sık nefeslerim beni öldürecekti. Her iki yol da beni ölüme sürüklüyordu.

Titremelerim ve nefeslerim gittikçe artarken ilerden gelen ışık süzmesine kaydı bakışlarım. Bu beni daha çok korkuturken beynim kendince düşünceler üretmişti.

"Seni buldu,"

"Seni yaşatmayacak,"

"Karanlık seni ele geçirecek."

Beynimden geçen cümlelerle birlikte göğsüm hızla inip kalkarken avuçlarımı kulaklarıma tıkayarak bir öne, bir arkaya sallanmaya başladım ve durmadan, "Sus!"diye sayıklıyordum. Araya karışan anlamsız mırıltılarım kulaklarıma ilişmezken istemsizce sallanmaya devam ettim, zirâ durduramıyordum kendimi. İyi olmadığımı biliyordum. Korkum beynimi ve bedenimi kontrol ediyordu. Düşüncelerimin arasında bir başka sesler duyuyordum ancak kulaklarımı o kadar sıkı avuçlarımla bastırmıştım ki yakınımdan gelen sesi çok uzaktan duyar gibiydim.

Yüzüme vuran ışıkla gözlerim sıkıca yumulurken sallanmaya devam ediyordum. Sesler duyuyordum, bana sesleniyordu biri ama bedenimi kontrol edemediğimden dolayı cevap veremiyordum. Birinin ellerini kulaklarıma tıkadığım ellerimin üzerinde hissederken, onu umursamadan sallanmaya devam ettim. Bir yandan bana seslenirken, diğer yandan sıkıca kulaklarıma bastırdığım ellerimi çekmeye çalışıyordu.

Daha fazla dayanamayan ellerim kulaklarımı özgür bırakırken yumduğum gözlerimi zorlukla açtım ve sık nefeslerimin arasından karşımda ki bedene baktım. Bana endişeyle bakan gözler vücudumda dolaşıp yüzüme tekrar çıktı ancak bana neden endişeli baktığını anlamıyordum. Beni tanımadığı halde beni neden düşünüyordu ki bu adam? Neden benim için endişeleniyordu?

***

BÖLÜM SONU...

Bölümle ilgili yorum yapmayı unutma :")

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro