Özgürlük
Günler, geçip gidiyordu. Bir yanım evimin tüm odalarında dans etmek, şarkılar söylemek istiyorken diğer yanım sessizce kanepede oturup kendini sorguluyordu.
Aşık mı olmuştum? Belki. Bir şeyler hissediyor muydum? Kesinlikle. Bana enerji verir miydi? Muhtemelen. Peki cihazın tuşuna basacak mıydım? Katiyen.
Hissetmek ilk kez bu kadar güzeldi, sanki önceden camdan bir kutudaydım da tüm sesler buğulu geliyordu. Kutudan çıkmıştım, nefes alıyordum artık. Daha net duyuyor, daha renkli görüyordum. Bu koca dünyada tek değildim, benim gibi düşünen biri daha vardı.
Neredeydi?
Sahi, o gün öylece yürüyüp nereye gitmişti? Bildiğim tek şey sayısıydı, benim aksime onun sayısının hiçbir anlamı yoktu. Onu yansıtmıyordu, kesinlikle başka bir ismi olduğunu düşünüyordum. Belki okuduğum kitap karakterleri gibi bir kelimeydi ismi, düşüncesi bile kalbimi hızlandırıyordu.
Cihazımdaki enerji seviyesi yok denecek kadar azdı artık, hiçbir hissimi kaydetmiyordum ona. Tuşa basmayalı günler geçmişti. Alışveriş yapamaz, elektriği kullanamazdım. Benim için hayat durmuş gibiydi, hiçbir çıkar yol yok gibi görünüyordu.
Tek yaptığım oturup düşünmekti. Bir yandan içinde bulunduğum boşluğu, diğer yandan hissettiğim güzel şeyleri düşünüyordum. Belki de gerçekten kendimi bulmam gerekiyordu, umutsuzluk içinde sürüklenip gidiyordum.
Cihazımdaki enerji seviyesi azaldığı için telefonum korkunç bir ses çıkarmaya başlamıştı. Hissettiğim korkuyu otomatik olarak kaydediyordu. Korku... Söylediğine göre dört büyük duygudan biriydi. Onun sözcükleri ve gülümsemesi kafamda dönüp duruyordu.
Sokaklarda boş boş yürümeye başlamıştım. Telefonumdaki titreşim seslerine ek olarak çıkan korkunç ses yüzünden çoğu kişinin tuhaf bakışlarına maruz kalıyordum ama kimse umurumda değildi. Herkese gülümsemek, dans etmek istiyordum artık. Zıplayarak yürüdüğüm her an insanların bakışları artıyor, merakla bir deneyi inceliyor gibi davranıyorlardı.
Kimse hissetmiyordu, kimse görmüyordu. Sihirli değnek gelip tam kalbimin üzerine dokunmuştu. Hem zihnimi hem kalbimi kontrol edemiyordum artık, sürüklenip gidiyordum bir yerlere. Sokaklar onu tekrar karşıma çıkarır diye, öylece gezinip duruyordum aylak aylak.
Elimde onun şemsiyesiyle geziyordum. Ceketi de kolumda asılıydı, gördüğüm anda ona geri verebilmek için bekletiyordum. Çantamda o gün okuduğum kitap vardı, kafamı veremesem de en ufak boşlukta onu okuyordum.
Her gün, birlikte oturduğumuz banka gidiyordum. Benimkinin bir takıntı olmasından korkmuştum ama bana hissettirdiği bu güzel duyguyu çok seviyordum. Her şey güzel geliyordu gözüme artık. Sadece cihazımdı canımı sıkan. Değiştiremeyeceğim düzendi. Eski bir müzik açıp eşlik ettiğimde bana katılacak insanlar görmek istiyordum ama cihazlarının tuşuna basıp yanımdan geçip giderlerdi.
İnsanlar kendini sıfırlıyordu o cihaz sayesinde. Sadece düşünceleri kalıyordu yanlarında. Kalbi geri plana atmak bu kadar kolay mıydı? İnsan böyle nasıl yaşardı?
Birkaç gün daha geçti, enerjim ideal çizginin de altındaydı artık. Telefonumun sesine alıştığımdan korkum da azalmıştı. Emindim, tuşa bir kez bassam enerjim son seviyeye dek yükselirdi çünkü hissettiklerim hayatım boyunca hissettiğim en kuvvetli şeydi.
İnsanların dikkatini daha çok çekiyordum artık. Yağmursuz ve güneşsiz havalarda bile şemsiyeyle dolaşıp gülümseyerek etrafa bakan, telefonunun korkunç sesinden bile korkmayan bir kız... Artık insanlar bana tuhaf tuhaf bakıp yanımdan geçip gitmiyor, bana belli etmeden fotoğrafımı çekiyorlardı. Birkaç kişi benimle konuşmak için birkaç adım atıp sonradan vazgeçmişti. İki kişinin de beni takip ettiğini görebiliyordum.
Bunun ismi umut olmalıydı. İnsanlar değişmek istiyordu. Gülümseyen, sevinçle zıplayan biri onlar için imkansız olmalıydı, bir hafta öncesine kadar benim için de öyleydi.
İnsanların bir adım beklediğini biliyordum. Hayatlarının bir zindandan farklı olmadığını anlamaya başlıyor gibilerdi. Haber kanallarında dahi rastlıyordum, ayaklanmalar başlamıştı. Enerjiyi daha düzgün bir şekilde üretebilecek cihazlar olmadan ayaklanmalar ses getirmezdi. Enerji olmazsa insan yaşayamazdı, tüm sektörler çökerdi ama enerjiyi üretmenin tek yolu bu muydu?
Sokaklarda sadece gezmiyordum artık, insanlara sorular da soruyordum. Kimse durumdan memnun değildi, artık gerçekten kenetlenmeye başlıyordu toplum. Konferanslara gidenlerin sayısı azalmıştı, enerji üretimi seviyesi düşmüştü. Sokaklarda ağlayan birini görmek de normal karşılanıyordu, kahkahalarla yerlere yatan birini görmek de.
İnsanlar hissetmeye susamıştı, kimsenin o tuşa basmaya eli gitmiyordu artık. En ilginç yanı ise, haber kanallarında ve dedikodu sitelerinde bu akımın öncüsü Şemsiyeyle Gezen Tuhaf Kız'dı. Kimse sayımı bilmiyordu, belki de ismim 8128 olmamalıydı. Düzeni istemiyordum, mükemmel sayı olmak zorunda değildim.
Yeni yaşamıma alışmaya başladıktan tam 4 hafta sonra, onu yeniden gördüm.
Tanıştığımız bankta öylece oturuyor, denizi izliyordu. Saçları uzamıştı, onun dışında değişen hiçbir şeyi yoktu. Yüzündeki hafif gülümseme bile aynıydı. Bankın yanına dek hızlı adımlarla gittim, yağmur yağmasa da şemsiyeyi açarak onun bana yaptığı gibi üzerine tuttum. En azından güneşten koruyordum onu.
"Kızgın mısın bana, ulaşamadığın için?" Şemsiyenin konumunu değiştirmeden bankın çevresinden dolaşıp yanına oturdum. "Neden kızgın olayım? Kendimi tanımamı istedin, ben bile böyle bir akım başlatabilecek gücü kendimde görmüyorken sen bana baktın ve bunu gördün. Teşekkür etmem gerekiyor asıl."
Sanki içinde olduğu savaşta bir yoldaş bulmuş gibi gülümsedi, hevesle baktı yüzüme. "Bu düzenden kurtulmak için bir şeyler yapacak mısın peki? İnsanlar seni dinler artık, el ele çıkabilecek miyiz bu cehennemden?"
Ben çıkabileceğimizi düşünmemiştim hiçbir zaman. Yalnızca farkındalık oluşturabilmiştim işte. Üzerimizdeki güç, ruhumuzdaki baskı silkelenip atabileceğimiz kadar hafif değildi ki. Lafa gelince herkes hissetmek istediğini söylerdi ama enerjisiz nasıl yaşanırdı ki? "Mümkün mü ki böyle bir şey?"
"Tabii mümkün. İnsanlar isterse, sen istersen, her şey mümkün. Ellerini uzattığında çekinmeden tutabilecek insanlar biriktirdin. Üstelik haberlerden gördüğüm kadarıyla yüksek bir hızla bu insan sayısı artmaya devam ediyor."
"Haberler mi? Enerjin var mı, nasıl? Cihazın yok ki senin, enerjisiz nasıl izleyeceksin haberleri?" Gülümsedi, heyecanlandığını yüzünden okuyabiliyordum.
"Benim bir mesleğim yok, boş vakitlerimde kendimi geliştirebileceğim çok alan oldu. Söktüğüm cihazımı parçaladım, mekanizmasını inceledim. Var olan duyguların enerjisini taşıyarak enerjiye çevirmek çok kolay, sürtünme enerjisinden bir süre sonra ısı oluşumu gibi. Bizim işimize yarayacak şey ise bu enerjiye denk bir enerjinin kopyalanması. %10 gibi bir enerjiden feragat ederek..." Sözünü kestim.
"Bilim insanı mısın?"
Omuz silkti. "Bilmiyorum, belki. Çiftçi de sayılırım, tamirci de. Hatta bir kitap da yazıyorum, tablolarım da var. Evimi kendim yaptım, mimar da sayılabilirim. Projeleri hala elimde duruyor."
Şemsiyeyi kapatarak ayağa kalktım. Kolumda asılı duran ceketini ona verdim, şaşkın bir ifadeyle ceketi elimden aldı. "Yani bizi hissizleştiren cihazlara neredeyse denk bir makine yaptın ve insanların hislerini sömürmüyor?"
Heyecanlanarak o da karşıma dikildi. "Evet, üstelik insanlar hissetmekten kaçınmayacağı için çok daha fazla enerji depolayabiliriz. Sadece var olan enerjinin kopyalanması için belli bir miktarını feda etmemiz gerekiyor ama daha çok enerji oluşacağı için bu fark kapanacak, hatta şimdiki enerji miktarından çok daha fazla..." İnsanların sözünü kesmekten hoşlanmazdım ama yeniden sözünü kestim.
"Tamam, söylediklerinden hiçbir şey anlamıyorum. Gidelim ve göster şu makine zımbırtısını."
Başta afallasa da kendini hızlıca toparladı, bu kadar istekli olduğum için sevinmişe benziyordu. "Tamam, gidelim." Sahilin sonuna doğru yürümeye başladı, hemen arkasından onu takip ediyordum. Yoldan geçen insanlar beni tanıyor, kimi zaman el sallıyordu. Boğazımı temizleyerek yüksek sayılacak bir sesle konuştum. "Bu adam geleceğin mucididir, beklemede kalın! Bizi bu zindandan kurtaracak!"
32941, arkasını dönerek elini ağzıma kapattı. "Makine daha deneme aşamasında sayılır!"
Başımı iki yana salladım ve elini tutarak ağzımın üzerinden çektim. "Yıllardır kullanıyormuşsun, denemeyi çoktan geçmiş! İşe yararsa internetin keşfi gibi bir devrim olur bu! Şehrin alacağı hali bir düşünsene." Çevremde dönerek tuhaf bakışlarla bizi izleyen insanları işaret ettim. "Şu insanların neşeyle gülümsediği, çocuk parklarında kahkahaların yankılandığı, cenaze evlerinde herkesin korkmadan ağlayabildiği bir yer hayal et! Acı bile çekemiyoruz, yaşamak değil ki bu!"
"Ben galiba sana aşık oldum."
Gülümsedim. "Her şey daha renkli, değil mi? Umut var artık, her şey için." Şemsiyeyi açarak üzerimize tuttum. "Gökyüzünün bu şemsiyeye sığmasının başka açıklaması olamaz. Ben de sana aşık olmuşum."
Birbirimize öylece bakıp gülümsediğimiz sırada, arkadan bir adamın sesi duyuldu. "Deli olabilirsiniz ama ben sizi destekliyorum! Kurtarın bizi çatlak çift!"
Bastonuna sarılmış bir teyze de bize ithafen elini havaya kaldırdı. "Kalitesiz eski zaman dizileri gibi birbirinize bakmayı bırakın da gidip kurun şu makineyi. Ölmeden bir şeyler hissedeyim bari doya doya. Sizin için, umudumu çektirmeyeceğim bu cihaza."
32941, elimden tutarak beni neredeyse çekiştirmeye başladı. Kenarda duran bisiklete ilerlediğimizi görebiliyordum. "Bisikletle gideceğiz, sana makineyi anlatmak için sabırsızlanıyorum!"
Bisiklet, daha çok motosiklete benziyordu. Ön kısmında hoparlöre benzer bir alıcı vardı, üzerinde gümüş bezemeler bulunuyordu. Birkaç kablo bisikletin ön kısmına uzanıyor, bir motora bağlanıyordu. Elimdeki şemsiyeyi alarak motorun yanına tutturdu, bisikletin pedalları yoktu. Arka kısımdaki sepeti çıkararak bagaj benzeri bir yerden küçük bir koltuk çıkardı ve çift kişilik oturma alanı oluşturdu. "Sen resmen mucitsin!"
Hafifçe gülümsedi, elimi tutarak bisiklete oturmama yardımcı oldu. Hemen önüme de kendisi oturdu, oldukça konforlu bir yolculuk olacak gibiydi. Bisiklet diyordu ama motosiklete, hatta arabaya bile benzetebilirdim bunu. Rüzgardan saçlarım uçuşuyordu, eski zamanlardaki filmlere ışınlanmış gibiydim.
"Neden 4 hafta bekledin gelmek için?"
Arkasını döndü. "Çünkü 8128, dördüncü mükemmel sayıdır." Korkarak önüne dönmesi için omzundan ittirdim. "Yola bak, kaza yapacağız." Başını iki yana salladı. "Yapmayız, akıllı bir bisiklet bu. Bu kadar yoğun duygular yakınındayken otomatik pilot çalışabiliyor. Üstelik evimin yolunu da biliyor."
Heyecanla öne doğru kaydım ve duruşumu düzelttim. "Duygularımızı mı algılıyor?"
Ön kısımdaki bezemeli aygıtı gösterdi. "Bu, küçük çaplı bir duygu alıcısı. Yalnızca motorun ihtiyacını karşılamak üzere enerji üretiyor, evimdekilerin küçük bir kopyası diyebilirim."
Zekasına hayran kalmamak elde değildi, çok geçmeden evine vardığımızda da bunu net bir şekilde görmüştüm.
Şehrin gürültüsünden uzakta, yemyeşil bir arazinin tam ortasında yaşıyordu. Masallardan fırlamış gibi küçük, tek katlı bir evi vardı. Dışı açık sarıya boyanmıştı, ön kısmı taş kaplamaydı. Bahçesi tahta çitlerle çevrelenmişti. Evin ön kısmında bir veranda, arka bahçesinde bir süs havuzu ve ördekler vardı. Verandanın önünde alçak çitlerle çevrelenmiş bir sebze bahçesi de bulunuyordu.
Asıl ilgimi çekense, bahçenin dört bir yanındaki direklerin üzerine bağlanmış büyük alıcılardı. Hoparlörü andırıyorlardı, hepsinin geniş kısmı eve dönmüştü. "Duygu enerjisini algıladıkları an, kendi çalışmalarına yetecek kadarını kullanıp kalanını enerjiye çeviriyorlar. Yani duygu enerjisine eş güçte başka bir enerji oluşturmuş oluyorlar. Kopyalama gibi. Bu enerjiyi istediğim türe çevirebiliyorum; ışık, ses, elektrik... İnsanların hiçbir şekilde çalışmasına gerek kalmadan hayatını sürdürmesini sağlayabilir bunlar."
"İnsanlar ve duyguları var olduğu sürece var olacak bir sistem..." Hayali bile başımı döndürmeye yetmişti. İnsanlar, onun bisikletini görmüştü, bize inanmışlardı. Bu şemsiyenin altında, herkesin umutları vardı artık. Öylece kapatamazdık, açmak için yağmur yağmasını bekleyemezdik. Gölgeye ihtiyaç duyan herkesin altına sığabileceği kadar genişletmeliydik bu şemsiyeyi.
Elimi elbisemin cebine götürdüm, cihazımı tuttum. 32941, tuşuna basacağımı sandığı için korkuyla bakıyordu bana. Bakışlarından ne düşündüğünü anlayabiliyordum, onu rahatlatmak için gülümsedim. Cihazı çekerek bedenimden uzaklaştırdım, her yanıma sarılmış kabloların küçük sızılar eşliğinde koptuğunu hissedebiliyordum.
İnsan vücudundaki damarlar gibi incelerek tüm vücudumu kaplıyordu, sürekli tuşuna bastığım için ağ şeklinde yanık izleri bile vardı üzerimde. Kalbimin üzerindeki son parçası da koptuğunda, derimin üzerindeki sızıdan ziyade özgürlük hissediyordum.
Bu, prangalardan kurtulmaktı. Rüzgarı ilk kez hissediyor, ayaklarımı toprağa ilk kez değdiriyordum sanki.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro