Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

5. Bölüm


Phileas Fogg, Londra'ya vardıkları zaman yol boyunca birkaç tomar banknotu daha sağa sola saçmazsa, para dolu çantadan yedi bin İngiliz sterlininden fazlası eksilmiş olacaktı.

İlk günlerde yolculuk çok iyi geçti. Deniz pek sert değildi. Rüzgâr hep kuzeydoğudan eseceğe benziyordu. Yelkenler de açılınca, Henrietta sahici bir transatlantik gibi yol alıyordu.

Otuz sekiz saatten beri Bay Fogg sağa sola geziniyordu. Bu arada tayfalara para verip onlara gemiyi Liverpool'a götürmeyi kabul ettirdi. Sonra hemen Kaptan Speedy'yi kamarasına kilitleyip geminin kumandasını eline aldı.

Artık gemiyi Phileas Fogg idare ediyordu. Paspartu buna çok sevinmişti. Ama Fix çok şaşırmış, hayret etmişti. Bayan Auda ise korkuyordu.

Ayın on üçünde Ternöv adalarının yakınından geçtiler. Buralar tehlikeli yerlerdi. Hele kışın burada sık sık sis olur, korkunç fırtınalar patlak verirdi. Ama şimdi hava normaldi, rüzgâr esiyordu.

16 Aralık günü, Londra'dan yola çıkışın yetmiş beşinci günüydü. Henüz gecikmemişlerdi. Fakat gel gelelim, o gün çarkçıbaşı güverteye çıktı. Bay Fogg'un yanına gelip epey sert bir şekilde konuştu. Paspartu konuşulanları çok az da olsa işitmişti.

İki gün sonra, ayın on sekizinde kömür bitti. O gün öğleye doğru geminin harita üzerindeki durumunu tespit ettikten sonra, Phileas Fogg, Paspartu'yu çağırdı:

"Git Kaptan Speedy'i al, derhal buraya getir..." dedi.

Biraz sonra kaptan bağırarak, küfürler savurarak, pür hiddet güverteye çıktı. Duyduğu öfke soluğunu kesecekti neredeyse... Hemen:

"Neredeyiz?" dedi.

Bay Fogg hiç istifini bozmadan cevap verdi:

"Liverpool'dan yedi yüz yetmiş mil uzaktayız..."

Kaptan Speedy:

"Korsan herif! Gemimi kaçırdın! Beni hapsettin!.." diye bağırdı.

"Çağırmamın sebebi şu..." dedi Fogg, yine oralı olmadan. "Gemiyi bana satar mısın?"

"Hayır, satmam. Ölürüm de yine sana satmam."

"Evet ama gemiyi yakmak zorunda kalacağım..."

"Gemiyi yakmak ha? Bu geminin bedeli elli bin dolardır, anladın mı sen?" diye bağırdı. Öfkeden doğru dürüst bağıramıyordu bile...

Phileas Fogg:

"İyi ya... Al sana yetmiş bin dolar..." dedi, sonra da kaptana bir deste banknot uzattı.

Kaptan birden yumuşayıvermişti.

Kaptan Andrew Speedy parayı cebine indirdikten sonra, Bay Fogg ona:

"Sakın bu işe şaşayım deme..." dedi ve şöyle devam etti: "Eğer 21 Aralık günü akşam sekizi kırk beş geçe Londra'ya varamazsam, tam yirmi bin İngiliz sterlini kaybetmiş olacağım...

21 Aralık günü on ikiye yirmi kala Phileas Fogg ve ekibi, sonunda Liverpool rıhtımına ayak bastılar. Londra artık altı saat uzaktaydı.

Fakat o sırada Fix, onun yanına yaklaşarak elini omzuna koydu, cebinden tutuklama emrini çıkarıp göstererek:

"Phileas Fogg sen misin?" diye sordu.

"Evet. Benim... Bilmiyor musun?"

"Öyleyse seni kraliçe adına tutukluyorum..." dedi.

Phileas Fogg tutuklanmıştı. Liverpool gümrüğünün bir odasına kapatılmış durumdaydı. Londra'ya naklini beklerken, geceyi burada geçirecekti.

Tutuklama sırasında Paspartu dedektifin üzerine atlamak istediyse de polisler onu tuttular. Bayan Auda, bu beklenmedik olay karşısında korkmuştu. Paspartu ona durumu anlattı.

Bay Fogg bir sıranın üzerinde hareketsiz duruyordu. Şu anda bütün servetini yitirip beş parasız kalmış, iflas etmişti. Üstelik hırsız sanılarak tutuklanmıştı. Programda şöyle bir satır vardı: 21 Aralık cumartesi... Liverpool.

Bay Fogg bu satırın üzerine; "80. gün, sabah saat 11. 40..." diye ekledi.

Gümrük binasının saati biri çaldı. Şu anda bir eksprese binebilse akşam saat sekizi kırk beş geçeden önce Londra'ya ve Reform klübe varabilirdi. Alnı hafifçe kırıştı.

Saat ikiyi otuz üç geçe dışarıda bir gürültü koptu, açılan kapıların sesleri işitildi. Paspartu'nun, dedektif Fix'in bağıra çağıra bir şeyler söylediklerini işitiyordu. Phileas Fogg'un gözleri bir an için parladı.

Odanın kapısı birden açılıverdi. Phileas Fogg, Bayan Auda'yı, dedektif Fix'i ve Paspartu'yu karşısında buldu. Hepsi birden ona doğru koştular.

Fix soluk soluğaydı, saçı sakalına karışmıştı... Konuşacak durumda değildi:

"Şey... Bay Fogg..." diye kekeledi. "Affedersiniz, Bay Fogg... Yanlışlık... ama bu kadar olur... Aksilik... Hırsızı üç gün önce yakalamışlar. Siz... özgürsünüz artık."

Phileas Fogg serbestti ha! Doğruca dedektifin üzerine yürüdü. Adamın gözünün içine baktı. Hayatında hiç yapmadığı bir işi yaptı. İki kolunu geriye çekerek ani bir darbe ile iki yumruğunu birden Fix'in suratına indirdi.

Paspartu bir an için saygıyı, sırayı unutarak kendini boks maçında sanıp bağırdı:

"Yaşa, vur! Daha vur!"

Fix yere yıkıldı ama tek kelime söylemedi. Bunu hak etmişti çünkü. Bay Fogg'la Bayan Auda ve Paspartu hemen gümrük binasından ayrıldılar. Bir arabaya atladılar ve birkaç dakika içinde Liverpool garına ulaştılar.

Phileas Fogg:

"Londra'ya gidecek bir ekspres var mı acaba?" diye sordu.

Saat ikiyi kırk geçiyordu. Ekspres kalkalı otuz beş dakika olmuştu.

Yanlışlık yok. Tamam o zaman. Phileas Fogg özel bir tren hazırlattı. Fakat birtakım servis zorunlulukları yüzünden, tren gardan ancak saat üçte kalkabildi.

Saat üçte kalkan tren, Londra'ya doğru yıldırım hızıyla gidiyordu. Liverpool Londra arasını beş buçuk saatte alması gerekiyordu. Yol açık olunca bu pekâlâ yapılabilirdi. Fakat arada duraklamak zorunda kaldılar. Bu yüzden Londra garına geldikleri zaman, şehirde bütün saatler sekiz elliyi gösteriyordu.

Phileas Fogg bu koskoca dünya turunu yaptıktan sonra, bu hesapça Londra'ya beş dakika geç gelmiş oluyordu. Bu yüzden de giriştiği bahsi kaybediyordu.

Ertesi gün Saville Row'daki komşular, Bay Fogg'un eve dönmüş olduğunu duysalar pek şaşırırlardı. Çünkü kapılar, pencereler sımsıkı kapalı duruyor, dıştan bakılınca evde hiçbir değişiklik olduğu görülmüyordu. Gerçekten de gardan ayrılır ayrılmaz Phileas Fogg, Paspartu'ya "Git, yiyecek bir şeyler al" demiş ve evine dönmüştü.

İngiliz centilmeni yemiş olduğu bu darbeyi her zamanki soğukkanlılığı ile karşılıyordu. Mahvolmuştu. Hem de o polis hafiyesi olacak aptalın yaptıkları yüzünden...

Yola çıkarken yanında götürdüğü paradan pek az bir şey kalmıştı. Bütün serveti Baring Borthers bankasına yatırmış olduğu o yirmi bin İngiliz sterlininden ibaretti. Fakat onu da Reform klüpte bahse girdiği arkadaşlarına verecekti. Gerçi bunca masraf ve sıkıntıdan sonra bahsi kazansa da eline geçecek para onu tatmin etmeyecekti; ama kaybettiği için beş parasız kalmıştı. Fakat o sırf şeref, namus uğruna bu bahse tutuşmuş bulunuyordu. Bay Fogg kararını vermişti bile. Şimdi ne yapmak gerektiğini çok iyi biliyordu.

Saville Row'daki evin bir odası Bayan Auda'ya verilmişti. Genç kadın yorgunluktan ve umutsuzluktan bitkin bir durumdaydı.

Paspartu, belli etmeksizin efendisinin hiçbir hareketini gözden kaçırmıyordu. Fakat bu saf çocuk, her şeyden önce kendi odasına koşmuş, seksen günden beri yanmakta olan havagazı lâmbasını söndürmüştü. Kapıdaki posta kutusunda da havagazı şirketinin bir faturasını bulmuştu. Bu yüzden, kendisinin yol açtığı bu masraflardan birini olsun kesmek gerektiği düşüncesindeydi.

Gece bitmişti. Ertesi gün Bay Fogg, Paspartu'yu çağırdı:

"Bayan Auda'ya kahvaltı hazırla..." dedi. "Bana da bir fincan çayla bir dilim kızarmış ekmek getir yeter. Sonra ben öğle ve akşam yemeklerinde bulunmayacağım. İşlerime çekidüzen vermem gerekiyor. Sen artık Bayan Auda'ya söyle de, benim kusuruma bakmasın, olmaz mı? Ben aşağıya inecek değilim. Yalnız akşamüzeri bir aralık Bayan Auda ile konuşacağım..."

Paspartu o gün yapılacak işleri böylece öğrendi. Yapacak başka işi yoktu. Paspartu odadan çıkıp genç kadının yanına gitti. Efendisinin söylediklerini ona anlattı. Sonra şunları ekledi:

"Bayan Auda, ben bu işte bir şey yapamam. Efendimin üzerinde hiçbir etkim yok çünkü. Ama siz belki..."

Bayan Auda:

"Benim ne etkim olabilir ki?" dedi. "Bay Fogg kimsenin sözüne bakacak biri değil. Kendisine ne büyük bir minnetle bağlandığımın farkına vardı mı acaba? Gönlümden geçenleri anlayabildi mi ki? Bak Paspartu; sen bir an bile onun yanından ayrılma. Benimle bu akşam konuşacak, değil mi?"

"Evet! Herhâlde İngiltere'deki durumunuza yön vermek istiyor olmalı."

"Göreceğiz..." dedi genç kadın. Sonra da derin derin düşünmeye başladı.

Phileas Fogg da parlamento binasının kulesindeki saat on bir buçuğu çaldığı hâlde klübe gitmedi. Niye gidecekti ki?.. Bahsi kaybetmişti. Hem arkadaşları onu orada beklemiyorlardı ki. Bu yüzden sokağa çıkmadı.

Akşamın saat yedi buçuğuna doğru Bay Fogg, Bayan Auda'ya, "Benimle bir dakika görüşebilir mi acaba?" diye haber gönderdi. Biraz sonra da Bay Fogg ve genç kadın, bu odada yalnız kaldılar. Phileas Fogg bir iskemle alarak şöminenin yanına, Bayan Auda'nın karşısına oturdu. Yüzünde hiçbir heyecan izi yoktu. Yola çıkan Bay Fogg nasılsa, yoldan dönmüş olan Bay Fogg da onun aynısıydı.

Bayan Auda'nın yüzüne bakarak konuşmaya başladı:

"Sizi İngiltere'ye getirdim diye bana kızmadınız ya?"

Bayan Auda yürek atışlarının etkisinden kurtulmaya çalışarak:

"Ben mi? Bay Fogg" diyebildi. Sesi bir çocuk gibi titriyordu.

"Durun, henüz sözümü bitirmedim ki... Oralarda kalmak sizin için tehlikeli hâle gelmişti. Ben de oralardan uzaklaştırmak istedim. Ama o zaman zengindim. Servetimin bir kısmını sizin emrinize vermek istiyordum. Böylelikle mutlu, serbest bir ömür sürecektiniz. Şimdi ise ben iflas etmiş biriyim artık..."

"Bay Fogg, demek beni korkunç bir ölümden kurtarmanız yetmiyormuş gibi, şimdi bu yabancı ülkede geçimimi sağlamaya kendinizi mecbur tutuyorsunuz, öyle mi?"

"Evet, öyleydi. Fakat olaylar aleyhime döndü. Bununla beraber, elimde kalan imkânlar az da olsa, bunları yine sizin için kullanayım diyorum. İzniniz var mı?"

"İyi ama siz ne olacaksınız Bay Fogg?"

"Benim hiçbir şeye ihtiyacım yok ki."

"Öyleyse işin içinden çıkabilmek için ne yapmak düşüncesindesiniz?"

"Bir çaresini bulurum sanıyorum."

"Şuna eminim ki sizin gibi bir insan hiçbir zaman yoksulluğun pençesine düşmez. Dostlarınız..."

"Benim hiç dostum yok..."

"Akrabalarınız?"

"Akrabalarımdan kimse kalmadı."

"Sizin için çok üzüldüm, Bay Fogg. Çünkü yalnızlık çok acı bir şeydir. İçinizi dökecek kimse yok, öyle mi? Oysa 'iki kişi baş başa verince sıkıntılar daha hafif gelir' diye bir söz vardı yanılmıyorsam."

"Evet, öyle bir söz var..."

O zaman Bayan Auda ayağa kalktı ve elini Bay Fogg'a uzattı:

"Öyleyse kendinize hem iyi bir dost, hem de her zaman yanınızda olacak birini istemiyor musunuz? Beni eşiniz olarak görmek ister misiniz?" diye sordu.

Bu söz ve davranışlar üzerine Bay Fogg da ayağa kalkmak zorunda kalmıştı. Gözleri her zamankinden daha farklı parlıyor, dudakları titremeyi andırır bir hâl alıyordu. Bayan Auda gözlerini dikmiş, onun yüzüne bakıyordu. Bay Fogg, bu bakışın kendisini daha çok etkilemesini istiyormuş gibi, bir an için gözlerini kapadı. Gözlerini yeniden açınca da yalnız:

"Sizi seviyorum!.." diyebildi. "Evet, evet, gerçek bu.. Kutsal olan her şey üzerine ant içerim ki şu anda sizi sevdiğimi anladım. Gönlüm tamamen sizin."

Bayan Auda bir eli kalbinin üzerinde, "Öyle mi?" diyerek iki kez haykırdı.

"İşte geldim, baylar..." dedi.

Evet, salondan içeri giren, Phileas Fogg'dan başkası değildi. Phileas Fogg daha önce uşağı Paspartu'ya ertesi gün kıyılacak nikâh için Samuel Wilson'u çağırmasını söylemişti. Paspartu da büyük bir memnuniyetle çıkıp gitmişti. Rahip evde yoktu. Bu yüzden beklemek zorunda kaldı. Hem de en azından yirmi dakika... Rahip Samuel Wilson'un evinden ayrılırken saat sekiz otuz beş olmuştu. Zavallı uşağın evden ne hâlde çıktığı görülmeye değerdi. Saçı başı darmadağın, bacaklarının son gücüyle koşmaktaydı. Sokaktan gelip geçenlere çarpıyor, hatta kimisini deviriyordu bile.

Üç dakika içinde Saville Row'daki eve dönmüştü. Bay Fogg'un odasına girince soluğu kesildi, yere yığılıverdi. Konuşacak hâlde değildi. Bay Fogg:

"Ne var, ne oluyor?" diye sordu.

Uşak:

"Efendim... Ni... kâh... imkânsız." diye kekelemeye başladı.

"İmkânsız mı? Neden?"

"Yarın... İmkânsız yani."

"Niçin yarın imkânsız oluyormuş?"

"Çünkü... yarın pazar."

Bay Fogg cevap verdi:

"Nereden çıkarıyorsun? Yarın pazartesi..."

"Hayır, efendim! Bugün cumartesi..."

"Cumartesi mi? Olur şey değil!"

"Evet, evet!.." diye bağırdı uşak. "Siz bir gün yanlış hesaplamışsınız! Biz buraya yirmi dört saat önce geldik... Ama ancak on dakikalık vaktimiz var!.."

Paspartu, efendisinin yakasına yapışmış, onu kuvvetle sürüklüyordu. Phileas Fogg, bu durumda düşünmeye bile vakit bulamadan odasından çıktı, evden ayrıldı. Bir arabaya atladı. Arabacıya yüz İngiliz sterlini vaat etti. Yolda beş arabaya çarptıktan sonra Reform klübe vardılar. Büyük salona girdiği zaman da saat sekizi tam kırk beş dakika geçiyordu...

Phileas Fogg bu dünya gezisini tam seksen günde başarmış oluyordu. Yine böylece, tutuştuğu yirmi bin İngiliz sterlini bahsini de kazanmış oluyordu.

Bay Fogg, bu yanlışlığı nasıl yapabildiğine şaşıyordu. Her işi saniyesi saniyesine yapmıştı. Ama biraz düşününce, bu yanlışlığın çok basit bir sebebi olduğunu anlamıştı:

Phileas Fogg kendisi de farkında olmaksızın yolculuk sırasında bir gün kazanmıştı. Bu da sürekli doğuya doğru giderek turunu tamamlamasından ileri geliyordu. Bu geziyi batıya doğru giderek yapsaydı, bir gün kaybedecekti. Buna göre Phileas Fogg, yirmi bin İngiliz sterlini kazanıyordu. Ne var ki bunun aşağı yukarı on dokuz bin İngiliz sterlinini yolda harcamış olduğu için, bu bahisten kendisine çok az para kalmıştı. Amacı, mücadele edip bahsi kazanmaktı. Para her zaman olduğu gibi ikinci planda kalıyordu.

Nitekim geri kalan parayı da Paspartu ve polis hafiyesi arasında paylaştırdı. Zaten Bay Fogg, bu adama karşı hiçbir hınç ve öfke duyamıyordu. Yalnız uşağı Paspartu'nun parasını verirken onun dalgınlığı sonucu boşa yanan havagazı parasını kesmeyi unutmadı. Çünkü bu başka bir ilişkiydi. Dostluk ve alışverişi karıştırmamak gerekiyordu.

Bay Fogg her zamanki gibi sakin ve soğukkanlı bir eda ile hemen o akşam Bayan Auda'ya:

"Evlenmekten vazgeçmediniz, değil mi?" diye sordu.

Genç kadın:

"Hayır..." diye cevap verdi.

Kırk sekiz saat sonra nikâh kıyıldı. Paspartu, büyük bir gururla genç kadının nikâh tanığı oldu. Bayan Auda'yı diri diri yanmaktan o kurtardığı için, bu şerefi de o hak etmişti.

Ertesi sabah şafakla beraber Paspartu, Bay Fogg'un kapısına küt küt vuruyordu.

Kapı açıldı:

"Ne var?"

"Şey. Biraz önce bir şey öğrendim de..."

"Neymiş o öğrendiğin? Söyle bakalım!"

"Efendim biz o yolculuğu yetmiş sekiz günde de yapabilirmişiz."

"Elbette... Hindistan'dan geçmeseydik, bu yolculuğu tam yetmiş sekiz günde tamamlayabilecektik. Oradan geçmeseydik, Bayan Auda kurtulamayacaktı. Böylece ben de onunla evlenmek imkânını bulamayacaktım."

Bay Fogg daha sonra sakin bir edayla kapıyı kapattı.

Bir kez daha Phileas Fogg kendine güvenip bahsi kazanmasını bilmişti.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro