8: Geçmişin Kanayışı
Kitap hakkında sorularınız için
İnstagram: @burhanakgun_
Zack Hemsey - The Way
Beni nereden bulmuştu? Daha doğrusu neden çardağıma oturmuştu? Başka çardak mı yoktu? Ona bakmak istemiyordum çünkü gözleri bana bir okyanusu andırıyordu ve o bir okyanus kadar derin bakıyordu. Bana öyle baksın istemiyordum. Onu görmek sinirimi bozuyordu. O sahibi tarafından rafa kaldırılmış, değeri bilinmeyen bir kitap gibiydi benim için. Biraz uzağımızda duran grubun yaktığı ateşten çıkan çatırtılar ve denizin gelgitlerinden başka bir hiçbir sesi yoktu gecenin. "Hasta olacaksın." dedi kalın sesiyle gecenin sessizliğine kurşun atarken.
"Bu seni ilgilendirmez." dedim fakat benim sesim ne onunki kadar otoriterdi ne de kalın. Onun sesinin yanında benimki bir kedinin miyavlaması gibiydi. Söylediklerimi duymazlıktan gelip tok sesiyle ekledi.
"Sana montumu vereyim." Söyledikleriyle birlikte ona kaşlarımı çatıp baktığımda gözlerine hapsolmuş olan okyanusun beni içine çekmeye çalıştığına şahit olmuştum.
Bu okyanus beni içine çekmeden çırpınarak kurtulduğumda düğümlerinin çözüldüğünü hissettiğim dilim benden habersizce hareket etmeye başladı. "Hangi cesaretle benimle konuşuyorsun?"
Ateş diliyle kurumuş dudaklarını ıslattı ve gözlerini benimkilerden kaçırıp masum olduğu inkar edilemez bir tavırla etrafına bakındı.
Çelişkili bir ses ile: "Bak, üzgünüm..." diye başladı ve çelişkisine yenik düşerek cümlesini yarıdan kesti. Gözleri tekrar beni bulurken ben tamda onun gri gözlerinin içine bakıyordu. "Eğer sana yardım edebilme şansım olsaydı ederdim."
Neyden bahsediyordu? Ortada gerçekleri söylemesini engelleyecek hiçbir şey yoktu. Onun yüzünden insanların ağızına sakız olmuştum. Evet, bu sorumluluğun büyük bir kısmı ona aitti.
"Seninde kız kardeşin var. Eğer empati yapabilseydin hiçbir şey bana yardım etmene engel olmazdı." Dediğimde konuşmaya başladığımı kendi sesimi işitince fark etmiştim.
Ateş ben konuşur konuşmaz gözlerini kaçırdı. Bir ara arkasını dönüp ateşin etrafında toplanmış olan ve neredeyse hepsinin ellerinde sigaraları bulunan gruba baktı.
"Bilmediğin çok şey var."
"Merak etmiyorum."
Ateş gözlerini süzdü ve bana baktı. Neden buradaydı? Benimle ne işi vardı? Birden yaslandığı çardakta doğruldu ve üzerindeki deri ceketi çıkardıktan sonra bana uzattı. Şimdi üzerinde sadece gri bir boğazlıyla duruyordu. Sırayla bana uzattığı cekete ve ona baktım.
"İstemiyorum."
Ateş dilini ağızının içerisinde döndürdü ve kaşını kaldırdı.
"Al."
Bu ses tonu o kadar eşsizdiki ben fark etmeden elindeki ceketi almış ve omuzlarıma atmıştım. Cennetin her bir karışı kadar güzel, cehennemin ateşi kadar yaralı. O an o ses tonuyla bana ne söylese yapardım sanırım.
"Benimle kalmak zorunda değilsin." Dedim sessizce, bakışlarımı yere çevirirken.
"Kalmak istiyorum." Dediğinde bu kez karnımın içinde büyük bir buz kitlesinin erir gibi olduğunu hissetmiştim.
"Bu kezde sen hasta olacaksın." dedim ve bakışlarımı yerden alıp tekrar ona çevirdim. Söylediklerimle süzülmüş olan gözleri büyümüş ve dudakları hayasızca kıpırdanmıştı.
"Sorun değil." Elini cebine attı ve bir şeyler arandı. Fakat aradığı şeyi bulamamış olacaktıki çaresizce etrafına bakındı. Ardından sana beyninde çakan ışıkla gözlerini bana çevirdi. "Ceketimin cebinden sigarayı verebilir misin?"
Yönelttiği soruyla elim ayağım birbirine dolanmış ve ceketin iç cebinde olan sigara paketini çıkarmıştım.
Marlboro Touch Blue.
Paketi ona doğru uzattığımda elimden aldı ve paketi açıp içerisinden bir dal sigara çıkardı. Sigarayı dudaklarının arasına yerleştirirken çakmağını yaktı ve sigaranın ucuna değdirdi.
Karanlık.
Sabah uyandığımda başımı yasladığım bir et parçasını hissetmemle doğruldum ve etrafıma bakındım. Bir arabadaydım fakat bu kimin arabasıydı bilmiyordum. Kahve ve yoğun sigara kokusunu takip ettiğimde gözlerim solumda oturan Ateş'e denk gelmişti. Gözleri kapalıydı ve nefes alıp verdikçe göğsü şişip ardından sönüyordu. Hafif dağılmış olan saçları ve birbirine bastırılmış olan dolgun dudakları ona hayranlıkla bakmama sebep olmuştu. Fakat bu hayranlık o sadece uyurken geçerliydi. Çünkü gri gözlerini görür görmez içimdeki bu hissin çok saçma geleceğini ve bir toz bulutu gibi dağılacağından emindim.
Arabanın camına yapışmış olan yağmur damlaları dışarının görülmesini zorlaştırıyordu. Arabaya nasıl gelmiştim? Dün görüpte hatırladığım tek şey Ateş'in sigarasını yakmasıydı. Üstelik az önce uyandığımda başım Ateş'in omzundaydı. Arabanın arka yolcu koltuğuna kıvrılmıştık ve arabanın içi fazlasıyla lükstü. Bu Alev'in arabasından sonra bindiğim en lüks arabaydı. Koltuklar deriydi ve camlar siyah filmle kaplanmıştı.
Gözümü son bir kez Ateş'e yönelttim ve hala uyuduğundan emin olduktan sonra kapıya döndüm. Buğulanmış camı kolumla sildikten sonra dışarıya baktım. Halen kumsalın yakınlarındaydık. Koyu gri gökyüzünün yansıması denize vurmuştu ve güneşin gökte hiçbir izi yoktu bugün. Ateş'i uyandırmamaya özen göstererek yavaş hareketlerle elimi kapının koluna doğru götürdüm. Kolu kavradığımda son bir kez döndüm ve Ateş'e baktım. Uyuyordu. Kolu kaldırdım ve o anda kapının açılmasını beklesemde yaptığım tek şeyin boşa kürek çekmek olduğunu anlamam zaman almamıştı. Kolu kaldırmamla çıkan ses Ateş'i uyandırmış olmalıydı.
Ona döndüğümde yeni yeni açılan gözlerinin hedefi olmuştum. Uykusuna doymamış gibi görünen gözlerini birkaç kez kırpıştırdıktan sonra bu kez daha net bir tavırla bana baktı.
"Nereye?" Sesi pürüzlü ve kısık çıkmıştı.
"Beni nasıl arabaya getirdin?" Dedim sorusuna soruyla yanıt vererek.
"Taşıyarak." Dedi kısa bir şekilde. Ardından yüzünü buruşturmuş ve yığıldığı koltukta doğrulmuştu.
"Peki neden yanımda uyudun? Ön koltuklar boş." Sormakta tereddüt etsemde sonunda içimi yiyen soruyu sormuştum.
"Çünkü sen istedin. Uyuyordun ve ben seni yatırdıktan sonra elimi sıkıca kavrayıp bırakmadın."
Verdiği yanıtla anlattığı şeyler zihnimde kurgulanmış ve canlanmıştı. Utançla başımı yere eğdim ve gözlerine bakmaya son verdim.
"Seni zor durumda bıraktıysam..." diye başladığım cümlemi tamamlamama izin vermeden lafımı böldü.
"Hayır, sorun değil. Uyuduğum ilk kız değilsin."
Başımı tamam dercesine aşağı yukarı salladıktan sırtımı ona döndüm. O da o sırada arabanın kapısını açmış ve şoför koltuğuna geçmişti. Dikiz aynasından birkaç kez beni süzdükten sonra "Öne gelebilirsin." Dediğinde bunu yapıp yapmamak için tereddütte kaldım fakat sonunda kapıyı açıp arabadan indim.
Tam ön yolcu kapısına yönelecektimki telefonumun kendini duyurmak istercesine çalan sesi kucağımı tırmalamıştı. Telefonu cebimden çıkardıktan sonra arayanın kim olduğuna baktım. Bir numaraydı. Ekranı kaydırıp aramayı cevapladıktan sonra telefonu kulağıma götürdüm. Bu sırada Ateş merakla beni içeriden izliyordu.
"Merhaba, Maral." Kalın bir erkek sesiydi.
"Kimsin?" diye sordum hiç beklemeden.
"Ben okul müdürü. Sana güzel bir haber vermek için aradım fakat bunu okulda konuşsak daha iyi olacak. Seni ofisimde bekliyorum."
Okula vardığımızda Ateş arabayı park etmiş ve arabadan inmişti. Bende onun gibi yapıp arabada indiğimde birden tüm gözlerin üzerime çevrildiğini görmüştüm. Haydi ama! Dün yaşadıklarım yetmiyormuş gibi şimdide adım attığım her yerde bu meraklı gözleri üzerimde mi hissedecektim? Kimseyle göz teması kurmamaya özen göstererek okul binasına doğru çelişkili adımlar attım. Fakat bu adımlarımı sekteye uğratan ses bir kızdan yükselmişti.
"Maral!"
Arkamı dönünce Alev'le burun buruna gelmiştim. Bakışlarında herhangi bir anlam göremiyordum.
"Efendim, Alev." Dedim meraklı bir tavırla.
Alev biraz durakladı ve etrafımızı süzdü. "Okula bir çocuk geldi. Senin kardeşin olduğunu söylüyor."
Duyduklarımla her yer birden karardı ve bahçedeki tüm konuşma sesleri boğuklaştı. Alev'in 'Senin kardeşin olduğunu söylüyor.' Cümlesinin ardından söylediği hiçbir şeyi işitememiştim. Geçmiş kabuğu tutmamış bir yaraydı ve şimdi ben o yarayı bantlarla kapatmışken beni tekrar yaralamışlardı. Geçmiş kanaması durmayan bir
"Nerede?" Diye sordum hiddet ve aceleyle.
"Müdürün odasındalar." Dedi benim gibi aceleyle. Neden çoğul konuşmuştu? Kardeşim kiminle dönmüştü?
Arkamı döndüm ve binaya doğru koşmaya başladım.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro