Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

5: İntikam Kıvılcımları


Merhaba galiba sizi yeni bölüm konusunda uzun bir zamandır bekletiyorum. Hepinizden özür dilerim. Şimdi geri geldim ve aktifliğimi iyi izleyin bakalım. Oy sayısı umrumda değil fakat yorumlarınızı almak beni çok mutlu ediyor. Hele şu satır arası yorumlar... onlara kalbimi bırakıyorum.

Bölüm şarkısı: Hozier - Take me to church

Bölümü okumaya başladığınız saat? Yayımlanma saati:23:00

Instagram: burhannakgun

Otobüs sert bir hareket ile durduğunda hiç beklemeden açılan kapının arasından kendimi dışarı attım. Attığım ilk adım bir su birikintisinin içine denk gelmişti. Bunu umursamadan ve kulaklığımdan kulağıma boşalan ses dışında hiçbir ses duymamayı dileyerek adımlar atmaya başladım. Bir ara gökyüzünün aşırı yüksek bir sesle gürlemesi beni korkutmuştu fakat kulaklığımı asla kulağımdan çıkarmamıştım.

İnsanlardan nefret ediyordum. Kimseyi görmek istemiyordum. Kendimi bile. Alev'i reddedip eve dönsem ne olurduki? Aptal kafam! Bu benim suçum muydu? Yaşananların sorumlusu ben miydim? O pisliğin beni zorla becermek istemesinin suçu benim Alev ile partiye gelmeyi kabul etmem değildi. Evet doğru olan buydu. Çünkü o kansız, azgın ve iğrenç varlık bir insana dokunmanın ne anlama geldiğini bilmiyor.

Gece konduların art arda dizildiği o sokağa vardığımda kalbimin göğüs kafesimle kıyasıya bir mücadeleye girdiğini fark etmiştim. Babamı düşünmek bana korku veriyordu. Ondan korkmuyordum fakat varlığı artık midemi bulandırmıyor daha çok korkutuyordu. Gözlerimi teğet geçen saçlarımı tek hamleyle kulağımın arkasına ittim.

Göz torbalarım yanıyordu ve bu his bana sanki ağlıyormuşum gibi hissettiriyordu. Bu bir bakımdan içimi rahatlatıyordu. Çünkü şu an tamda ağlanacak bir durumdaydım. Ne yapacağımı bilmiyordum. Bir çıkmaz sokakta kaybolan, küçük bir kız çocuğuydum. Fakat bana yolumu gösterecek bir insan oğlu yoktu bu sokakta. Belkide hiçbir zaman evim kelimesi lügatımda yer almayacaktı. Hayatımı bir pislikte sürdürdüğüm gece kondu benim için bir beton parçasıydı. Sadece beton parçası.

Anahtarı cebimden çıkardıktan sonra kapının yuvasına soktum ve birkaç kez çevirdim. Kapı kendiliğinden aralanmışken kendimi içeri attım. İçerisi dışarıdan daha soğuktu. Üzerimdeki montu çıkarıp çıkarmamak arasında bir çelişkiye girmiştim ve bu çelişki henüz bir hakikate varmadan bedenim montu benden izinsiz def etmişti. Ellerimi birbirine sürterek odama doğru yürüdüm. Odanın sağ köşesinde duran külüstür elektrikli sobayı zorlukla taşıdım ve hemen kapının kenarında bulunan prizin önüne yerleştirdim. Fişini prize taktıktan sonra gerekli düğmelere basmış ve yavaş yavaş ısınan odada aynada kendime bakmamak dışında her şeyi yapmıştım.

Saatin on iki olduğunu fark etmem okuduğum kitabı bırakmama neden olan telefon sesiydi. Telefonuma gelen mesaj bildirimi yavaşça kaybolurken hemen üstündeki çift sıfır yazısı dikkatimi çekmişti.  Elimdeki kitabın vardığım yerinin arasına defterimden kopardığım bir kağıt parçasını yerleştirdim. Odamın ışığını kapatıp, külüstür sobayıda prizden çıkardıktan sonra yatağıma uzandım.

Gözlerim bir süre zifiri karanlıkta pürüzlü bir şekilde parıldayan beyaz tavanda takılı kaldı. Beni yaralayan şey hayal kırıklıkları, pişmanlıklar değildi; yaşamam mümkün iken yaşamadığım şeyler yaralıyordu beni. Çoğu zaman tüm dünyayı sırtımda taşır gibi hissederdim. Ya da dünya sadece üzerime kuruluymuş gibi. Kaybettiklerimden sonra kazanmaya inancım kalmamıştı. Şimdi kaybedecek hiçbir şeyim yoktu hayatımda.

Göz kapaklarım usul usul gözlerimin üzerine örtülürken bende bucaksız karanlığı kabul etmiştim. Ardından uyku denen kavramın beni içine çektiğini hissetmiş ve düşüncelerimden birkaç saat bile olsa uzaklaşabileceğim gerçeği bana bir umut olmuştu.

Uyanmıştım. Göz kapaklarım açılmasa bile bilincim açıktı. Saatin kaç olduğunu merak ediyor fakat kalkıp saate bakacak gücü kendimde bulamıyordum. Yeni bir gün yeni umutlar derlerdi. Aslında umudum kalmadı dediğimiz anda bile bizi o kelimeleri sarf ettirecek bir umudumuz vardır. Umut, bizi yaşama zorlayan nadir olgulardan bir tanesiydi.

Doğruldum. Bir süre karanlık odanın boşluğuyla kesiştim ve sonunda göğüs kafesi hizamdan bacaklarıma nükseden enerjiyi dengeleyip ayağa kalkmayı başardım. Attığım her adımda ayağımın uyuşmuş olduğu gerçeğiyle bir kez daha yüzleşmek zorunda kalıyordum. Babam dün gece eve gelmemiş olmalıydı. Odamdan çıkıp banyoya girdiğimde aynada kendi yansımama denk gelmek zorunda kalmıştım.

Çok soğuk bir rüzgar sanki bedenimi teğet geçip ruhumu okşamış gibi hissetmiş ve olduğum yerde titremiştim. Dağınık saçlarımı dağınık bir halde topladıktan sonra günlük rutinlerimi gerçekleştirip odama geri dönmüştüm. Öncelikle ten rengi külotlu çorabımı giydim ve üzerine siyah arka dekoltesi olan dizime değen elbisemi giydim. Elbiseyi daha önce de giydiğim için üzerimde nasıl durduğunu biliyordum ve aynada kendime bakma zorunluluğundan kurtuluyordum. Hızlı hareketler ile saç düzleştiricimi çekmecemden aldım. Saçlarım oldukça kötü duruyordu. Makineyi fişe takıp ısınmasını bekledim. Onların inadına daha da güzel gidecektim bugün okula. Beni yıldıramamışlardı.
Çantamı alıp odamdan çıktım ve hole vardığımda montumu askılıktan alıp direkt olarak üzerime geçirdim. Son olarak siyah, deri ve yarım botumu ayağıma geçirdikten sonra dış kapıyı açıp ve kendimi dışarı attım.

Yoğun fakat kuru bir soğuk sokağa hakim olmuştu. Bulutlar gümüşi maviydi -çok karanlık bir mavi- ve gökyüzünde boşluksuz bir şekilde devam ediyorlardı. Gökyüzünün gözyaşları olan yağmur henüz yeni dinmiş sayılırdı. Yolumu hızlı adımlarla bitirdikten sonra otobüs durağına varmış ve birkaç dakika sonra imdadıma yetişen otobüse kendimi zorlukla atmıştım. Boş koltuklardan bir tanesini seçmiştim. Otobüsün ilk durağı burası olduğu için her zaman bomboş olurdu. Başımı cama yasladığımda saçlarım cam ve başımın arasında sıkışıp gözümün önüne düşmüştü. Bunu umursamadan yolu izlemeye koyuldum.

Elinden oyuncağı alınmış bir çocuk gibi hissediyordum kendimi. Ya da emziği dudaklarının arasından çekilivermiş bir yavru bebek... Kalbimin derinliklerine etimi tırnağıma takıp inşa ettiğim lunaparkım su altında kalmış gibi bir histi bu. Öyle bir histi ki beni daha önce hiç görmediğim bir okyanusa itivermişti, yüksek ve keskin bir uçurumdan. Eğer bir okyanusa yüzmeyi bilmeden düştüyseniz o an boğulmaktan başka bir şansınız yoktur gibi hissedersiniz. Bu tamda hislerimi tanımlayan bir kelime topluluğuydu.

Yerimden kalktım ve otobüsün orta kapısına doğru ilerledim. Otobüs yavaşça durup kapıları açılınca dışarı doğru büyük bir adım attım ve kaldırıma sektim. Okula akın eden öğrencilerle göz göze gelmemeye dikkat ederek ve sadece yoluma bakarak yürüdüm. Okula girdiğimde tüm gürültü keskin bir bıçakla kesilir gibi duruverdi. Başımı kaldırıp neler olduğuna bakmak istedim fakat gücüm buna el vermedi. Birçok gözün şu an üzerimde olduğundan emindim.

Az önce hızlı adımlarım bir kanguruyu andırırken; şimdi attığım titrek adımların andırabileceği tek görüntü ilk kez adım atan bir bebekti.

Neden bana bakıyorlardı?

Sorun neydi?

Kalbim her zaman yaptığı gibi göğüs kafesime açtığı savaşta galip gelmeye ısrarcı gibiydi. Boğazıma yerleşene düğüm yutkunmamı bile engelliyor ve bu bir an boğuluyor gibi hissetmeme neden olmuştu. Göz kapaklarım gözlerimi örtmek ve bir daha geri çekilmemek istedi. Yer yarılsada içine gireyim diye düşünüyordum şimdi. Eğik olan başımı kaldırmakta direndim ve bir nebze bile olsa kaldırabildim. Evet, odak noktaları tamda bendim. Ellerimde titremeye başlayınca ne yapacağımı bilemedim. Yüzümün renginin değiştiğinden emindim.

Dayanamayacağımı anladığımda titreyen ayaklarımı koşmaya zorladım ve okulun içine uzanan camdan kapıyı kendime zorlukla çekip içeri atıldım.

Duyduğum ses ile ayaklarımın yere çivilenmesi bir oldu.
"Bakın, bakın kim gelmiş!? Masum kızımıza bir hoş geldin yok mu?" 

Konuşan çocuğu tanıdığıma emin değildim. Kıvrımlı kahverengi saçlara sahipti. Tombul yanaklara sahipti fakat az önce söylediği şeylerden dolayı gözüme hiçte sevecen gelmiyordu. Küçük dudakları ve yüzüne yerleştirdiği ibne ifadesi sinirlerimi bozmaya yetmişti. Fakat neler olduğuna anlam veremiyordum. İlgi odağı olmaya alışık değildim ve haliyle bu aniden gerçekleşince ne yapacağımı bilemiyordum.  Okulun koridorundaki herkes toplanıp bana baktı. Az önce bahçede olduğu gibi. Fakat şu an cesaretimi toplamış olacaktımki hepsinin gözlerine tek tek bakmıştım.

Konuşan çocuğa doğru birkaç adım attım ve onunla aramda bir metre kadar kalınca durakladım. Çocuk faltaşı gibi açtığı gözleriyle bana dikkatle bakıyordu. Onu okulda daha önce görmemiştim.

"Ne oldu kedicik? Yoksa bir şey mi söyleyeceksin?" Kargayı andıran sesi kulağıma resmen azap çektiriyordu.

Boğazıma bağlanmış olan düğümü çözdüm ve yutkundum. Bu beni bir nebze bile olsa rahatlatmıştı. Gözlerimle ona dik dik bakmaya çalışarak konuştum: "Kedicik mi? Nesin sen kendini komik sanan bir aptal falan mı?" Titrek çıkan sesim yüzünden kendimi şu an burada öldürme isteğiyle yanıp tutuşurken boğazımı temizledim ve bu kez daha güzel konuşabilmeye özen gösterdim. "Hayır eğer öyle sanıyorsan seni uyandırayım: komik değilsin pandacık."

Çocuk benim konuşmamım hemen ardından burnundan soluyarak etrafına bakınıp insanların tepkilerini ölçmeye çalıştı. Etraftakilerin birkaçı kıkırdamıştı fakat çocukla göz göze gelir gelmez susmuşlardı.

Havlar gibi konuşmaya başladığında ona kulak kesildim. "Bana laf yetiştireceğine herkesin telefonuna Berke tarafından gönderilen ilk kanının fotoğrafını nasıl yok edeceğini düşün! Berke gibi bir aptalada ilkini verecek kadar salak olmamalıydın, kedicik ."

Sanki bir kurşun beynimi delip, geçmiş gibi hissetmeme sebep olan söylediklerini nasıl idrak edebileceğimi bilmiyordum. Şu sn düşünemiyor hatta ne düşüneceğimi dahi bilmiyordum. Az önce titrediğini bile hissedebildiğim vücudumun şimdi hiçbir sinirini hissedemiyordum. Titrediğimi bile.

Hayat birkaç saniyeliğine durmuştu fakat ben bu birkaç saniyenin milyonlarca saat sürdüğüne yemin edebilirdim. Zaman kavramı ortadan ikiye bölünmüş ve beni içine çekmişti. Ne duyduğumu anlıyordum ne de baktığımı görüyordum.

Nedenini bilmediğim bir intikam ateşinin ilk kıvılcımları şimdi vücudumun her bir kısmımda cirit atıyordu ve değdiği her yeri aleve veriyordu.

Hissettiğim tek şey intikam alma isteğiydi. Damarlarımın arasında gezinen kana bile bu hissin karıştığına emindim. Tek düşünebildiğim buydu.

İNTİKAM.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro