
4: Zor
instagram: burhannakgun
~
İyi geceler ve iyi okumalar dilerim...
Odaya girdiğimizde gözlerim adeta aniden karanlıkla buluşmuştu. Odada pek eşya yoktu ve genel olarak turuncu siyah tonlarındaydı. Duvarlar siyahtı. Odanın ucunda çift kişilik deri bir koltuk ve koltuğun hemen çarpranızda turuncu başlıklı bir yatak vardı. Yatağın keskin hatları vardı. Üzerinde siyah bir yatak örtüsü ve yine siyah bir yorgan vardı. Odayı sevmiştim.
Gözlerimi Berke'ye çevirdiğimde geriye yatırdığı uzun saçından birkaç telin alnına düştüğünü görmüştüm. Kahverengi gözlerinde mutluluğu andıran bir parıltı vardı. Dudakları biraz açıktı ve burnu nefes aldıkça küçülüp büyüyordu.
Az önce odadan çıkan kızın biçimi aklıma geldiğinde gözlerim yatağı buldu. Beynim anında milyonlarca soru üreterek bunları bana yöneltti. Berke ilerledi ve arkama geçip kapıyı kapattı. Birkaç adım atıp odanın ucuna yürüdüm. Turuncu koltuğa varınca kalçamı onun kenarlığına yasladım ve tamamen karanlık olan odada Berke'yi görmeye çalıştım. Birden odanın ortasında bir ışık yandığında gözlerim kamaştı. Küçük ve şık bir çekmecenin üzerinde duran gece lambası küçük odayı aydınlatmaya yetmişti.
Bekleme odası.
Beynimin bana yönelttiği sorulardan birini o soru havuzundan çektim ve Berke'ye yönelttim. "Burada genelde ne yaparsınız?" Sesim tok bir şekilde duyulmuştu.
Berke birkaç adımda yatağa vardı ve bacaklarını doksan dereceye yakın bir düzeyde açarak yatağa yayıldı. İki elini de başının altına alıp onları adeta bir yastık niyetiyle kullandıktan sonra gözlerini bana çevirdi. Şimdi ağızındaki o aralık yok olmuş alt ve üst dudağı buluşmuştu.
"Ne yapmak isterdin?" dedi boğuk bir sesle.
Bu ses tonu, bu tavırlar canımı sıkmaya başlamıştı.
"Sana bana tekrar soru sor diye soru sormadım."
Gözlerini benden ayırdı ve önüne çevirdi.
"Alara'nın odadan çıkarken ki halini görmedin mi?" dedi bu kez içerisinde bir nebze sinir barındıran bir ses ile.
Sorusuyla birlikte aklımda canlanan o kız gözümün tekrar yatağa kaymasına neden olmuştu. Yatak dağınıktı. Aklımdan geçen kötü düşünceleri def edip iyi düşünmeye çalıştım.
"Yastık savaşı falan mı?" diye sordum aniden. Fakat soruyu sorduktan sonra kendime fazlasıyla kızmıştım.
Berke aniden rahatını bozmadan kahkaha atınca gözlerimi devirdim ve ardından gözlerim tekrar yuvalarına oturunca kaşlarımı çatıp onu izledim. Onu tam olarak tanımamama rağmen aklımda gıcık bir tip olarak yer edinmişti. "Komik bir şey söylemedim." Diye kendi kendime mırıldandım fakat onun beni duyup duymadığından emin değildim.
"Hayır komik. Sen hiç yastık savaşı yapan birinin rujunun dağıldığını gördün mü? Ah... Masum kızlara bayılırım." Kahkahası kesilir kesilmez söyledikleri bunlardı. Her kelimesi tek tek beynimde işlenince yanaklarım kızardı. Ben masum muydum? İnsan ne yapınca ruju dağılırdı ki? Yataktan kalktı ve bana doğru yürüdü. Yanıma varınca tam dibimde durdu ve yukarıdan bana baktı. Kahverengi gözleri bana bir şey anımsatamıyordu fakat güzellerdi. "Yoksa ben ilkin mi olacağım?"
Birden başımdan aşağı kaynar sular döküldü ve gözlerim şaşkınlıkla büyürken ona baktım. Ne demek istiyordu? Tamam daha önce hiç yastık savaşı yapmamıştım ama bunun büyütülecek nesi vardı ve daha da önemlisi şimdi neden bana sanki çok muhteşem bir şeye bakıyormuşçasına bakıyordu?
"Ne saçmalıyorsun?" diye sordum gözlerimi gözlerinden kaçırarak. Elini belime soktu ve sıkıca kavradı. Geriye doğru gidebileceğim bir yer olmadığından dolayı onu itmeyi denedim fakat başaramadım.
"Naz yapma. Sana söz veriyorum sende zevk alacaksın ve hiç acımayacak."
Neyden bahsediyordu bu? Üstelik ağızı yoğun bir şekilde alkol kokuyordu. Belimi sıkıca kavradığı elinden her ne kadar kurtulmak istesem de bunu bir türlü başaramıyordum ve bu geçen her saniye daha da sinirimi bozuyordu. Beni çekti, çekti ve birden kendimi yatakta onun üzerindeyken buldum. Eli hala belimdeydi. Yüzüm ile yüzünün arasındaki mesafeyi daha da indirgemişti ve dudaklarım onun dudaklarına değmek üzereydi.
"Bırakır mısın?"
"Çok güzel kokuyorsun."
"Lütfen beni bırak!"
Birden dudakları dudaklarımla buluştu ve beni deli gibi öpmeye başladı. Ona karşı koymak adına elimden ne geliyorsa yapıyordum fakat bir türlü bir şey yapamıyordum. Dudaklarının adeta dudaklarımı sömürüşü canımı fazlasıyla yakıyordu. İlk kez dudaklarım birini dudaklarına değmişti ve bu da isteğim dışı gerçekleşmişti. Gerçekleşmeye devamda ediyordu.
Yatağın sağ ucunda bulunan komedine baktım. Üzerinde küçük bir vazo ve içerisinde bir gül vardı.
Başımı geri çekip kendimi birkaç saniyeliğine kurtarmayı başarabildiğim de çığlık atarcasına "Bırak beni!" dedim. Fakat ben daha cümlemi tamamlamadan dudaklarıyla tekrar dudaklarıma yapışmış ve eliyle vücudumu taciz ediyordu.
Gözlerimden yaşlar isteğim dışı akmaya başlamıştı. Gözüme sağdaki komidini ve komidinin üzerindeki vazoyu kestirmiştim. Eli ve kirli dudaklarıyla vücudumu taciz ederken; ruhumun çığlıkları acı ve tuzlu su damlalarına dönüşüp gözlerimden akıyordu. Elimi uzatıp vazoya tutunmak istedim fakat beynim işlevsiz kalmış ve vücudum çaresizce hareket etme eylemini kendine unutturmuştu.
Gözlerimden sıyrılan yaşlar uzanıp dudağıma değdiğinde ekşi bir tat ağızımdan içeri akın ediyordu. Elimi kaldırma konusunda pes etmeyecek ve o vazoyu alana kadar gerekirse sinirlerimi yırtacaktım. Elim bir nebze oynadığında sanki damalarlarım birbirlerine sertçe çarpmış gibi hissetmiştim. Bu acı vericiydi fakat dahada acı veren şu an tacize uğruyor olmam ve bir şey yapamayışımdı.
Vazo parmaklarıma değdiğinde umut güneşi vücudumda baş göstermiş ve anlık gelen gaz ile vücuduma meydan okuyarak vazoyu elime almıştım. Gözlerimi kapattım. Sessizlik. Sessizliği ara ara yaran tek ses bu çocuğun köpek gibi hırlamalarıydı.
Vazoyu kaldırdım ve onun başının hizasına getirdim. Ani bir hareket ile vazoyu ensesinin biraz üstüne geçirdiğimde birden dudakları hareket etmeyi bıraktı ve beni saran elleri üzerimden düştü. Hemen doğruldum ve onun üzerindeyken ona baktım. Gözleri kapalı bir şekilde hareketsizdi.
Korku.
Ne yapacağımı bilemedim ve hemen yataktan kalkıp odada birkaç tur attım. Bu sırada vazoyu elimde tutmaya devam ediyordum. Vazoyu kaldırıp baktığımda ucunda birkaç damla kan bulunduğunu görmüştüm. Gözlerim bu manzara karşısında dehşetle açılırken hayatımda bugüne kadar yaşadığım tüm anılar gözlerimin önünden film şeridi gibi geçti. Koskoca hayatım birkaç saniyede bedenimi titretecek bir soğuklukta eserek gözlerimin önünden geçmişti.
Yatağa döndüm ve hareketsiz yatan çocuğa baktım. Başını avucum arasına aldıktan sonra ensesini kendime doğru çevirdim. Başı çok şiddetli olmasa da kanıyordu. Ne yapacağımı bilmiyordum. Kalbim göğüs kafesime savaş ilan etmişçesine atıyordu. Onları kırmak ve özgürlüğe kavuşmak istercesine.
Göz kapaklarının kımıldadığına şahit olduğumda yerimde sıçradım ve tutanacak bir şey aradım. Bulamadım.
Koşarak odanın kapısına vardım ve kapıyı kendime doğru çekerek sonuna kadar araladım. Kendimi dışarı attım fakat çarptığım ve beden olduğu tahminini yürüttüğüm şey ile başımı yukarı kaldırdım. Bana bakan bir çift gri göz çok uzaklara dalmama neden oldu. Fakat bu çok uzaklara dalma fikri uzun sürmemiş ve hemen kendimi toparlamıştım. Gözleri benden ayrılıp arkamdaki odaya iliştiğinde zaten çatık olan kaşları bir nebze daha çatıldı. Gözleri kaydı, kaydı ve benimle buluştu. Çok masum bakıyordu. Aynı zamanda bu masumluğa çok odaklandığınızda korkutucu bir güzellik ortaya seriliyordu. Saçlarından birkaç tel alnına düştü. Onları düzeltmek istedim fakat şu an yapmam gereken bu değildi. Omzuna çarparak yanından geçtim ve onun benden sonra odaya girişini izlemek için başımı yana çevirip baktım. Odaya girmişti.
Merdivenleri koşar adımlarla indikten sonra aşağı varmıştım. Şimdi kimse şişe çevirmece oynamıyor ve hepsi bir taraflara dağılmıştı. Bir şeyler içiyorlar ve sohbet ediyorlardı. Dışarıya çıkan kapının kulpunu yakalayabildiğimde arkamdan bir sesin yükseldiğini işittim.
"Maral!"
Hayır. Konuşamazdım. Gücüm yoktu. Kapıyı açtım ve oluşan aralıktan kendimi dışarı attım. Hiç beklemeden adımlarıma adım ekledim ve evin patikasından çıkıp zemini yağmur damlalarının hücumuna uğramış olan bir yola çıktım. Yol boştu fakat ara ara yanımdan arabalar geçiyordu. Yürümüyordum. Koşuyordum. Evden yeterince uzaklaştığıma kanaat getirdiğimde durdum ve soluklanmak adına bir duvara yaslandım.
Nefes seslerim zihnime ucu zehirli bir hançer misali saplanıyor ve düşüncelerim bu zehir ile kirleniyordu. Gözlerimi kapattım. Elim istemsizce karın boşluğumun üzerindeydi ve kendime bir tür masaj uyguluyordum. Başımı bulutlarla kaplı olan gökyüzüne kaldırıp çığlıklar atmak istedim. Fakat yapmadım. Yapamadım.
Birine bunu anlatmak istiyordum. Yaşadığım bu korkunç vahşetin üzerimde bıraktığı izleri birileriyle paylaşmak istiyordum. Elim cebime kaydı ve içerisinden telefonumu çıkardım. Rehberime girdim. Birini aramalıydım. Yukarıdan ekranıma düşen bildirimlerin hepsinin sahibi Alev'di. Ondan bana bildirim yağmuru yağarken ben ise hala düştüğüm bu durumun gerçek olup olmadığı hakkında kendimi sorguluyordum.
Arayacak kimsem yoktu.
Numara tuşlama kısmına vardım ve derin bir nefes aldım. Parmaklarımla 155'i tuşladıktan sonra bu rakamlarla uzunca bir süre bakıştım. Telefonumun ekranında babamın yüzünü gördüğüm bile olmuştu. Tepkisini ölçemiyordum. Fakat yanımda olacağınıda sanmıyordum. Okuldaki süratların hepsi tek tek gözümün önünden geçti. Hepsi bana sanki utanırcasına bakıyordu.
Başım daha önce hiç ağrımadığı kadar ağrıyordu. Beynim sanki kafa tasımı ortadan yarıp benden kaçmak istiyor gibiydi. Gözlerimin titrediğini hissedebiliyor ve her yutkunuşumda da o çocuğun ağızından dudaklarıma bulaşmış olan tadı yutuyordum. Bu iğrençti.
Telefonu arama başlatmadan kapatıp, cebime koyduktan sonra az öncekinden çok daha sakin adımlarla yürümeye başladım. Yol boyunca o kadar çok şey düşünmüştümki sanki bir şile alkolu tek nefeste bitirmiş gibi hissediyordum.
Gözlerim emniyet müdürlüğü yazısını okuyabildiğinde derin bir nefes çektim ve adımlarımı biraz daha hızlandırarak yürümeye devam ettim. Binanın kapısına vardığımda kapının iki tarafındada duran ve ellerinde büyük silahlar olan iki polis görmüştüm.
Kapıdan tam içeri gireceğim sırada durakladım ve düşünmeye başladım. Babam. İnsanlar bana inanır mıydı? Ya onu şikayet edip, haksız çıkarılırsam? Bu sorulara benzer olan yüzlerce soru zihnime karşı savaş başlatmıştı ve başım felaket ağrımaya başlamıştı.
Çaresizlikle arkamı döndüm ve sanki elimi kolumu görünmez bir ip ile bağlamışlar gibi hissederken otobüs durağına doğru yürüdüm. Durakta birkaç insan vardı. Onlardan biriside muhtemelen kendi ördüğü bir bereyi başına takmış olan yaşlı teyzeydi.
Elimi montumun cebine daldırmış ve kulaklığımı bulma umuduyla yanıp tutuşmuştum. Elime çarpan ince kablo yığınıyla rahatlamış ve kulaklığımı çıkarıp telefonuma takmıştım. Telefonumdan yükselen müzikle uzun ve karanlık yolu, başımı cama yaslayarak izlemeye başladım.
~
Umarım okurken zevk almışsınızdır. Eğer varsa eleştirilerinizi duymak isterim. İyi geceler.
Blackbear: IDFC
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro