37: Bizim
bölüm şarkısı: stressed out - twenty ona pilots
Korku... İnsanı kaybolmuş hissettiren, anlaşılması çok zor bir duyguydu. Hepimizin üst kattan gelmiş olmasının imkanı olmayan sesi duymamızla birlikte eve hızla yayılan sessiz gerginlik kalbimin sanki göğüs kafesimi kırmayı hedeflercesine atmasına neden olmuştu.
Kafamı korkarak Ateş'e doğru çevirdiğimde Ateş'in yüzünde herhangi bir duygu yakalayamamıştım. Ateş yerden destek alarak doğruldu ve ayağa kalkıp yukarıdan bana baktı.
Ah! Bir insan her açıdan mı çekici gözükürdü?
Tamam şu an bunu düşünmenin sırası değil, biliyorum fakat söz konusu Ateş olduğunda kendime hakim olamıyordum. Evet, şimdi konumuza dönelim. Evde bizden başka kimse yoksa ve hepimiz de şu an salonda olduğumuza göre üst kattan gelen ses neydi, kime aitti? Zihnim kendisine yönelttiğim soru karşısında resmen beyaz bayrakları çekip bana sırtını döndüğünde ona aklıma gelen tüm hakaretleri yağdırdım.
"Hepimiz buradayız değil mi?"
Ateş sanki yukarıda biri var ve yukardaki kişi bizi duymasın diye sessiz bir şekilde fısıldayarak konuşunca gerginlik daha da arttı. Çünkü normal şartlarda en soğukkanlımız Ateşken şimdi onun bile üst katta birinin olabileceğine ihtimal vermesi beni ve tahminimce odadaki herkesi korkutmuştu.
Ateş'in fısıldayarak sorduğu sorunun ardından etrafıma bakındım. Berfin, Şeyma, Didem, Alev, Ali, Mahir ve Melih'in yüzlerinin üzerinden bakışlarımla sırasıyla geçerken hepsinin gerilmiş yüz hatlarını ve titreyen gözlerinin ardındaki korkuyu görmüştüm.
Hepimiz buradaydık.
Korkunun etrafını sardığı bedenimi hareket ettirmek çok güç olsa da uğraşlarım sonucunda ayaklanıp Ateş'in dibinde bir yerlerde durdum.
Sanki o fırtınada sığınabileceğim bir liman gibiydi.
Ya da böyle hissetmek istiyordum.
Belkide o sığınabileceğim liman değil, fırtınanın ta kendisiydi.
"Şaka mı bu? Ya, soğukkanlı bir seri katil hepimizi öldürüp cesedimizi evin yanındaki ormana gömerse? Üstelik kimsenin burada olduğumuzdan haberi bile yokken!" dedi Didem, çaresizce titreyen sesiyle. Kurduğu korkutucu bir o kadar da tuhaf senaryoların ardından ayaklanıp bir çözüm yolu ararcasına tavana baktı.
Berfin gözlerini devirip "Didem, ne saçmalıyorsun? Burada kaç kişiyiz, görmüyor musun? Bir seri katilden mi korkacağız?" dediğinde Didem'in cümlelerinin bende oluşturduğu yaraları sarmıştı. Fakat iyileştirememişti. Berfin konuşmasının üzerinden çok geçmeden ayaklanıp ben ve Ateş'e bakarak konuştu: "Siz benimle gelin, yukarı bakalım. Diğerleri de burada beklesin bize bir şey olursa 155'i arayın ve bu evden kaçabildiğiniz kadar uzağa kaçın."
Berfin'in söyledikleriyle gözlerim fal taşı gibi açıldı. Neden beni de çağırmıştı? Didem haricinde buradaki herkesten daha çok korkuyordum ve şimdi benden onlarla yukarı bakmamı istiyordu ki az önce Didem'in söylediklerinin beynimde oluşturduğu travmaları da hesaba katacak olursak şuradan şuraya adım atacak gücüm yoktu.
Berfin belki gözlerimden bir şeyler anlar diye onun gözlerinin içine bakarak kaş göz işareti yapmayı denedim fakat o beni görmezden gelip arkasını döndü. Salondan hole doğru açılan kapıdan hızlı adımlarla geçtiğinde artık bedeni karanlıktaydı. Ateş yürümeyeceğimi fark etmiş olmalı ki aniden iki elini belime geçirip beni kapıya doğru ittirmeye başladı. Bir yandan evde birinin var olabileceği düşüncesi kafamda bir yerlerde beni sömürmeye devam ettiği için Ateş'in bu yaptığına tepki veremedim çünkü şu anda bulunduğumuz durumda ses çıkarmam bizi tehlikeye atardı.
Hole vardığımızda Berfin bir an duraksadı fakat çok geçmeden karşımızdaki ahşap merdivene doğru temkinli adımlar atmaya başladı. Adımlarından anladığım kadarıyla o da korkuyordu fakat korkuyor olmamızın bizi olası bir tehlikeden koruyamayacağı gerçeğiyle yüzleşmiş gibiydi.
Berfin daha biz merdivenlerin yanına yeni vardığımız sırada çoktan birkaç basamağı tırmanmıştı. Bir an tereddüt edip Ateş'e döndüm. Ateş'in elleri hala belimdeydi ve aslına bakılırsa beni buraya kadar sürükleyen de oydu.
Başımı Ateş'e çevirdim. Ateş ona dönmemle kaşlarını sorarcasına kaldırdı.
Gri gözleri kulağa saçma gelse de karanlıkta bile parıldıyordu. Gözlerimi dolgun ve kanlı dudaklarına götürdüm. Yüzünün her zerresi kusursuz denebilecek kadar mükemmeldi.
Elimi Ateş'in belimde duran elinin üzerine götürdüm ve ona bakarak "Elimi tutar mısın?" diye sordum.
Ateş'in dolgun dudağı sağa doğru genişlediğinde bu durumdan keyif aldığını düşünmeye başlamıştım. Ateş yüzüme biraz yaklaşıp "Ellerini sonsuza dek seve seve tutabilirim." dediğinde dudaklarının arasından süzülen tüm nefesi dudaklarıma çarpmıştı.
Bana yaklaşmış olmasıyla birlikte zorlaşan nefes alışverişlerimi düzene sokmaya çalışırken bir yandan da çığrından çıkmış olan kalbime hakim olmaya çalışıyordum. Neden heyecanlanmıştım? Bu çocuğun en ufak hareketi neden beni bu kadar etkiliyordu? Kendi kendime cevaplanamayacağını bilmeme rağmen yönelttiğim sorular boşlukta süzülürken gözlerimi devirip başımı iki yana salladım.
Gözlerimi onun ilahi güzellikteki gözlerinden kaçırdım ve ağızıma gelen ilk cümleyi ona yönelttim. "Hayır aptal, sadece birkaç dakikalığına tutmanı istiyorum."
Ateş'in gözlerindeki parıltı söylediklerimin hemen ardından sönünce ne yapacağımı bilemedim. Az önce ağızımdan dökülen manasız kelimeleri neden söylediğimi sorgularken utançtan başımı yere eğip tekrardan arkamı döndüm.
Söylediklerimden sonra tanıdığım inatçı ve uyuz Ateş'in elimi tutmayacağını bildiğim için korkuma göğüs gererek basamakları tırmanmaya başladım. Fakat bunu yapmak gerçekten çok zordu. Üst katta bizden başka birinin olabileceği düşüncesi beni korkutmakla kalmıyor resmen ölüp ölüp diriliyormuşum gibi hissettiriyordu.
Sanki şu an kötü bir kabusun içindeymişim de bu kez asla uyanamayacakmışım gibi hissediyordum. Varlığını azimle ruhuma bir tehdit niteliğinde bastıran korkum hareket etmemi oldukça zorlaştırıyordu.
Yapamıyordum. Yukarı doğru adımlar atsam da attığım her adım kalbime saplanan bir hançer kadar acı vericiydi.
Bir an zaman durdu sanki.
Az önce bana işkence eden tüm hisler kayboldu.
Teni tenime değdi.
Parmakları parmaklarımı sardı.
Zihnimde tasarladığım uyuz Ateş'in aksine gerçek Ateş bana kıyamayıp elimi tuttuğunda sanki ilahi bir ses bana Cennet'i müjdelemiş gibi hissetmiştim.
Bu o kadar farklı bir histi ki anlatamayacağım kadar mest ediciydi.
"Yürü baş belası!"
Ateş'in küstah sesini işitmiş olmak bile az önce elimi tutmuş olmasıyla birlikte gelen büyülü anı bozamamıştı. Merdivenleri daha hızlı bir şekilde tırmandığımızda artık üst kattaydık.
Üst kata vardığımızda Berfin bizden çok daha önce varmış olduğu için bizi yargılayan bakışlarla karşılamıştı.
Berfin kafasını bize doğru uzattı ve sessizce "Ben birkaç dakikadır buradayım fakat tek bir tıkırtı bile gelmiyor. Acaba yukarı geldiğimizi anlamış olabilir mi?" diye sordu.
Berfin'in söyledikleriyle birlikte ufak bir tedirginliğe kapılsam bile bozuntuya vermeden Ateş'in vereceği cevabı bekledim.
Gözlerimi Ateş'e çevirdiğimde yüzüne vuran tek ışığın koridordaki küçük pencerenin ardındaki gökyüzünde asılı duran ay olduğunu fark etmiştim. Fakat öyle kasvetli bir geceydi ki ayın dört tarafını kara bulutlar kaplamış, ışığına gölge düşürmüştü.
Ateş vefakar sesiyle konuştu: "Siz burada bekleyin ben odalara bakarım."
Aniden Ateş'in elini bıraktım ve onun omzunu itekleyip "Saçmalama!" diye bağırdım.
Evet, evet bağırdım.
Ateş bağırmama engel olmak adına koca elini dudaklarıma bastırsa da engel olabildiği tek şey 'saçmalama' kelimesinin son kısmı olmuştu.
Berfin gözlerini şoke olmuşçasına büyütüp bana bakarken fısıldayarak bana küfür etti. "Maral senin olmayan beynine köpekler boşalsın!"
Neden böyle korkutucu bir anda olmamıza rağmen bu kadar yaratıcı bir küfür etmişti? Hatta daha da doğrusu ben neden şu an ölümle burun buruna oluşumuzu düşünmek yerine Berfin'in bana etmiş olduğu yaratıcı küfrü sorguluyordum?
"Şşt!" diye kükredi Ateş aniden. "Dediğimi yapın." dedi ve itiraz istemediğini biz daha tepki vermeden aramızdan sıyrılarak belirtti.
Bu katta üç oda vardı. Birisi sağımızda, birisi solumuzda, bir diğeriyse tam karşımızdaydı.
Ateş şu an sağımızdaki odanın kapısındaydı ve parmakları temkinli bir halde kapının kulpunda geziniyordu. Ateş kulpu indirip odaya daldığında korkudan gözlerimi kapattım fakat aradan geçen birkaç saniyenin ardından Berfin'in çığlıklarını duymadığım için anormal bir durum olmadığını düşünerek gözlerimi araladım.
Ateş odanın içindeydi ve odanın boş olduğunu teyit etmek amacıyla defalarca içinde turlar atmıştı. Anlaşılan bu oda temizdi. Geriye iki oda kalmıştı.
Ateş sağımızdaki odadan çıkıp kapısını yavaşça kapatırken Berfin'e dönüp söylendim. "Madem odalara tek başına girecekti bizi neden peşinden buraya kadar sürükledi?"
Berfin söylediklerimden sonra bana inanamıyormuşçasına bakıp "Maral biliyor musun? Şu an tam suratının ortasına tüküresim var. Hatta biraz daha söylenirsen suratına değil ağızına da tükürebilirim. Sus artık!" diyerek beni azarlayınca elimi ağızıma götürdüm ve hayali bir fermuarı kapatıyormuş gibi yapıp sustum.
Susmak, Berfin'in yüzüme daha da kötüsü ağızıma tükürmesinden çok daha iyiydi.
Bu sırada Ateş solumuzdaki odayı da kontrol etmiş, temiz olduğunu onaylayarak kapısını kapatmıştı. Geriye kalan son odaya baktım. Sağ ve solumuzdaki odalara nazaran karşımızdaki oda bizden birkaç metre uzakta ve zifiri karanalıkta olduğu için oldukça korkutucu gözüküyordu.
Bu anı izlemek bile çok korkutucuyken Ateş'in şu an ne hissettiğini merak etmiyor değildim. Ateş cesur adımlarla kapıya yönelirken dikkatle onu izledim.
Kapıyı tedbirli bir tavırla ittirdiğinde gıcırtı sesi tüm katı titretmişti.
Nefesimi tuttum.
Allah'ım sen bizi koru!
Ateş sanki ne olacaksa olsun dercesine odaya daldığında aniden odanın içerisinden bir şeyin koşturmasına benzer sesler geldi. Ben ve Berfin aynı anda korkudan bağırdığımızda Ateş başını bize çevirdi fakat onun yüzünde korkudan eser yoktu. Bu daha çok keyifli bir ifadeydi.
Ateş odanın içerisine dalıp geri çıktığında kucağında siyah bir kedi vardı.
İnanmıyorum! Resmen dakikalardır bir kedinin çıkardığı tıkırtıyı kafamızda büyütüp kendimizi korkutmuştuk.
Ateş sırıta sırıta yanımıza vardığında, Berfin: "Şükürler olsun ki içeriden baltalı bir katil çıkmadı." dedi.
Bense konuşacak gücü kendimde bulamadığım için kediyi inceledim. Çok kilolu olmasa da zayıf sayılmayacak bir yapısı vardı. Siyah tüylerinin arasında parıldayan sarı gözlere sahipti. Çok tatlı ve muzip bir ifadesi vardı.
Ve itiraf etmeliydim ki Ateş'in kucağında bir kedi taşıyor olması çok hoşuma gitmişti. Bu anı resmedip zihnimin en özel köşesine asarken onlara baktım.
Ateş ve kediye bir adım yaklaşıp kedinin boynuyla başı arasındaki kısmı okşadım. Kedi başını hareket ettirirken şüpheci bir sesle miyavlamıştı.
"Ateş," diye seslendim kediyi okşamayı bırakmadan.
Ateş'ten "Söyle güzelim?" yanıtı çok gecikmeden yükselince gözlerimi kediden alıp Ateş'in yüzüne doğrulttum.
Güzelim.
"Bu bizim kedimiz olabilir mi?" dedim umutlu bir sesle.
Ateş'in dudakları titreye titreye genişlerken bir tür gülümseyele bana bakmayı sürdürdü.
"Bizim?" diye sordu emin olmak istercesine.
"Evet, bizim."
BÖLÜM SONUUUUU.
Sizi ne kadar çok beklettiğimin farkındayım. Gerçekten kusura bakmayın ama instaagram'dan beni takip edenler bilir hayatımda birçok şey değişmiş durumda. Çok yoğun bir sürecin içindeyim fakat siz her zaman kalbimin bir yerlerinde benimlesiz. Elimden geldiğinde aktif bölüm yazmaya çalışacağım. Sizi çok seviyorum.
İyi geceleeeer.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro