Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

27: Her Seçiş Bir Vazgeçiş

İyi geceler! KÖTÜ ÇOCUKLARIM.

Nasılsınız?

Eh, ben de iyiyim.

Bu bölümde şöyle bir şeyi duyurmak istiyorum artık uzun bölümlerle karşınızda olacağım. Bu kısa olacak son bölümümüz. Bu da böyle bilinsin.

*Bölüm şarkısı Only You: Selena Gomez
Benim için öyle bir yere sahip ki... size anlatamam. Lütfen bitirip bitirip başa sarın bu güzel şarkıyı.

İyi okumalar.

İnstagram: @burhanakgun_

Hayatımız boyunca sürekli kararlar alıp dururuz. Siyah mı, beyaz mı? Büyük mü, küçük mü? Uzun mu, kısa mı? Evet, saydıklarımın bir çoğunun bize geri dönüşü en fazla pişmanlık olabilir. Fakat bazen öyle bir anda sıkışırdıkki alacağımız karar çok büyük değişikliklere yol açabilirdi.

Her seçiş bir vazgeçiştir.

"Polisi aramamalıyız." dedi Şeyma soğukkanlı sesiyle.

Ali saçlarını karıştırıp gözlerimin içine bakarken hiçbir şey yapamıyordum. Benden ona fayda dokunmayacağını anlayınca kapıdan girerken "Ateşler geliyor." diye seslenen Alev'e yanaştı ve olayı sordu. Alev memnuniyetle yaşananları anlatmaya başlarken gözlerimi Şeyma'nın üzerinden geçirerek Didem'e yönelttim.

Çaresizliğin okunabildiği yeşil gözleri kasırganın vurduğu bir koruyu anımsatıyordu. Uzandım ve onun elini tutup kendime çektim. Onu arkamdan çekerek yürümeye başladığımda Berfin'in sesi kulağıma ilişti.

"Nereye?"

Salondaki herkesin bakışlarını ensemde hissederken başımı iki yana salladım ve dönüp sadece Didem'e baktım.

"Bana güveniyor musun?" diye sordum 'evet' cevabını duymayı ümit ederek.

Didem yutkundu ve dudağını ısırıp gözlerime baktı.

"Güveniyorum."

Tekrar önüme dönüp yürümeye devam ettim. Salondan çıktıktan sonra merdivenlere yöneldim ve üst kata vardığımızda koridoru geçerek dedem ve anneannemin odasına girdim. Gözüme ilk çarpan gösterişli duvar desenleri ve dört direkli, iki kişilik yatak olmuştu. Yatağa paralel bir şekilde uzanan dolabı gördüğümde bir an Didem'in elini bırakıp dolaba yöneldim. Dolabın kapağını açtığımda karşımda siyah kasayı bulmuştum. Dudaklarım genişlerken kasanın şifresini düşünmeye başladım.

Ali'nin doğum günü?

Sırayla rakamların yazılı olduğu tuşlara basmaya başladım.

2003.

Kasa şifrenin yanlış olduğunu belirtircesine titreyince alt dudağımı dişledim.

Benim doğum yılım olabilir miydi? Ali'nin bile doğum yılını koymamışlarken benimkini koyacaklarından pek bir ümidim yoktu fakat denedim.

Yanlış.

Didem tereddütün hüküm sürdüğü sesiyle, "Maral ne yapıyorsun?" diye sorduğunda ona yarım bir şekilde başımı çevirdim.

Tam ona bir şeyler söyleyeceğim sırada aklıma düşen fikirle hızla başımı kasaya çevirdim. Annemin doğduğu yıl olabilirdi. Bu çok yüksek bir ihtimaldi. Baştan bunu nasıl düşünmediğim için kendime kızarken parmaklarımı tuşların üzerinde gezdirdim. Ve korkuyla dişlerimi birbirine bastırıp gözlerimi kapattım.

Lütfen doğru olsun.

Kasanın titremediğini fark ettiğimde gözlerimi açtım ve kıvançla kasayla bakıştım. Evet, yaptım. Kasayla bakıştım.

Kasanın ağır kapağı hafifçe açılırken bu süreci hızlandırmak için kapağı parmaklarımın arasına alıp kendime doğru çektim.

Kasanın içi üst üste dizilmiş dizi dizi paralarla doluydu. Ve bunlar Türk lirası değildi. Hepsi yeşil renkteki dolarlardan başka hiçbir şey değildi. Ayağa kalktım ve dolabın üst rafındaki giyim kısmına göz attım. Anneanneme ait olup gösterişsiz ve sade olan bir çantayı sonunda bulabildiğimde çantayı haşin bir şekilde çekip yine eğildim. Kasadaki tüm parayı çantaya doldurmak istesemde hepsi sığmamıştı. Kasada kalan parayıda ceplerime sıkıştırdıktan sonra gözüme kasanın en ucunda duran siyah silahı kestirdim. Onu da yanımıza alsak iyi olurdu.

Dönüp son kez Didem'de göz gezdirdiğimde bana merakla baktığını görmüştüm. Silahıda alıp çantaya tıktıktan sonra çantanın fermuarını çektim. Kasanın kapağını hiçbir şey olmamış gibi kapattım ve Didem'e döndüm.

Bakışları hala aynıydı. Çaresiz.

Çantayı göstererek, "Onlara istediklerini vereceğiz. Paraysa para. Bir insanın canından daha önemli değil." dedim. Didem minnettarmış gibi bana bakarken ekledim: "Ve eğer sevdiğim birinin canını yakacak olurlarsa ben de onların canını yakarım." dedim.

Didem tek yapabildiği bakabilmekmiş gibi karşımda dururken boğazını temizleyip konuştu: "Anneannenlere haber versen? Onlardan izinsiz bunu yapmamız doğru olmaz."

Söyledikleriyle anneannem ve dedemin bu durumu fark edince yüzlerine yerleşecek ifade zihnimde canlandı. Yapabileceğim bir şey yok. Umarım bana hak verirler.

"Dert etme. Haydi gidelim." dediğimde Didem pek memnun değilmiş gibi bir tavırla ardında döndü ve kapıdan çıktı.

Aşağı tekrar indiğimizde hepsi bizden önce bileğime taktığım çantaya bakmıştı. Onlara başımı sorarcasına sallasamda kimse bir şey söylemeyince bozuntuya vermedim.

Berfin kaşlarını kaldırarak, "Polise haber verirsek bundan nasış haberleri olabilir?" diye sorduğunda Alev'de ona katıldığını belirtircesine başını aşağı yukarı

Ali sanki dakikalardır bu sorunun sorulmasını bekliyormuşçasına hızla konuştu: "Herhangi birimizin telefonuna sızmış olabilirler. Belki de şuan bu konuştuklarımızı bile duyuyorlardır." dediğinde gerildim.

Bizi dinliyor olabilirler miydi?

Olabilirlerdi. Teknoloji bu kadar ilerlemişken haliyle bu da imkansız değildi. Dudaklarımı dilimle ıslatıp Didem'e baktım. Herkesten çok tek umurumda olan oydu. Şu an ne hissedip hissetmediğini bilmiyordum. Çünkü kendimi onun yerine koyamıyordum. Hoş koyamazdım zaten. Benim bir erkek arkadaşım yoktu.

Arkamdaki kapıya birkaç kez tıklatıldığında irkildim fakat kendime gelmem uzun sürmedi. Kapıya dönüp açtığımda karşımda Ateş'i buldum. Gri gözleri kısılmış ve kalın kavisli kaşları çatılmıştı. Onu tanımasam ruj sürdüğünü düşünebileceğim kadar pembe olan dudakları ıslaktı. Kirpiklerine yapışan yağmur damlaları yavaş yavaş düşerken bazıları dudaklarına da nüfus etmeyi seçiyordu. Yağmur damlalarının dudaklarına düşmesi oldukça saçmaydı. Düşecek başka yer mi yoktu?

Bir dakika!

Ben az önce yağmur damlalarını mı kıskanmıştım? Gerçekten ne yapacağımı şaşırmış durumdaydım. Bunu yaptığım için kendimden utanırken ıslak dudaklar hareket edince gözlerimi telaşla gri gözlere kaldırdım. Siyah küçük noktayı saran gri şerit çok farklı bir anlam taşıyor gibiydi.

"Didem nerede?"

Ateş'in dudaklarının arasından çıkan soru benim zihnimde çok daha farklı soruları oluştururken yutkundum ve geri çekilip kafamla arkamı işaret ettim.

Ateş tereddütle içeri girip girmeme arasında kalınca gözlerimi devirip, "Gir Ateş." dedim.

Ateş, Didem'e doğru birkaç adım attığında Didem onu fark edip Ateş'e döndü.

Didem şaşkınlıkla "Bir şey mi söyleyeceksin?" diye sorduğunda Ateş başını hareket ettirdi. Yüz ifadesini göremesemde tahmin edebiliyordum.

Kısılmış gözler, kasılmış çene ve burnundan soluyan bir adet Ateş.

Ne olmuştu?

Bu nasıl bir gündü?

Tek isteğim bugünü kimseye zarar gelmeden atlatabilmekti. Pekte fazla bir şey istediğimi düşünmüyordum. Birkaç adım geri gidip arkamdaki soğuk duvara yaslandım.

Her seçişin bir vazgeçiş olduğu bir hayatımız varken sürekli seçimler yapmak zorunda bırakılışımız adaletsizdi. Ben sadece siyahı sevmek istemiyordum. Ben beyaz ve siyahı sevmek istiyordum. Pembe ve maviyi sevmek istiyordum. Yeşil ve kırmızıyı sevmek istiyordum.

Her vazgeçiş bir yıkılış.

Ardımızda bıraktığımız hiçbir şeye geri dönüyor muyuz?

Hayır.

Çünkü kimse tekrar döneceği bir yerden gitmez.

Giden geri dönmez.

Yük kalanındır.

Kalan gidemez çünkü bırakacak kimsesi kalmaz.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro