21: Bilinmeyen
İnstagram: @burhanakgun_
Bilineni aramak her zaman bulma umudunuda yanında taşır. Fakat eğer bilinmeyeni arıyorsanız bir bilinmezliğin içinde savrulur durursunuz. Bilinmeyeni ararken bilinmeyen olma tehlikesi ve bilinmeyenin var olmayışı sizi sonu olmayan bir boşluğa sürükler. Bilinmeyeni aramak bilinmezliktir.
Zihnim sonu olmayan bir deniz, düşüncelerim ise yönü olmayan; dalgaların götürdüğü yere savrulan bir gemiydi. Bazen ne hissettiğimi düşünemeyecek kadar acizleşiyordum. Ve bunun yaşanması beni oldukça yıpratıyordu. Evet, kabul etmeliyim. Oldukça karışık bir durum.
Sırtımdaki çanta içerisinde hiçbir yük yokmuş gibi hafifti. Sabah ders programını yapmış olduğumdan emindim. Ve sabah daha ağır olduğundanda emindim. Bir an olduğum yerde durakladığımda Didem'de durup bana ne olduğunu sorarcasına baktı. Ela gözlerinde bir kasvet yeşermişti. Berfin işe gitmek için aramızdan bir ders erken ayrılmıştı. Alev'in ise Ateş'le birlikte aynı arabaya bindiğini görmüştüm. Mehmet yemek ve içecekleri almak için bizden hızlı yürümüş ve gözden kaybolmuştu. Geriye ben ve Didem kalmıştık. Şimdi bahçenin tam ortasında durmuştuk ve ben boş bakışlarla önüme bakıyordum. Didem ise bana.
"Çantam çok hafif." dedim sakin bir sesle.
Didem, anlamaz bir tavırla bana doğru bir adım attıktan sonra "Bu iyi bir şey Maral." dedi ve gözünü etrafımızda gezdirdi. Bize bakan insanlara bakmış olmalıydı. "Çünkü ben çantamda eşşek ölüsü taşıyorum." diye eklediğinde üzerimden zaten var olmayan bir yük kalkar gibi oldu.
Fakat bir sorun vardı. Bu çantanın sabah daha ağır olduğundan emindim. Ödev için yanıma almam gereken kitapları göz önünde bulundurdum. Bu çantanın bu kadar hafif olması resmen imkansızdı.
Cebimde duran telefonum bahçedeki gürültüyü yarmaya çalışarak kulağıma bildirim sesini ulaştırdığında elimi cebime atıp telefonumu çıkardım. Kimden olduğu yazmayan bir mesaj vardı. Mesaja dokunduğumda büyüdü ve okumaya başladım.
Kimden: Bilinmeyen
Çantanın neden hafif olduğunu merak ediyorsun değil mi? Çantanı açıp kontrol etmeyecek misin?
Birden şüpheli gözlerle etrafıma bakındım. Herkes farklı bir şeylerle ilgileniyor ve neredeyse herkesin elinde cep telefonları vardı.
"Didem tuhaf bir şey var." dedim.
Kalbim korkuyla göğüs kafesimi parçalamak istercesine atmaya başlayınca yutkundum. Didem telefonu elimden aldığında mesajı okumaya başladı.
O sırada titreyen ellerimle çantamı sırtımdan aldım ve önüme çektim. Bu sırada bir ara gözlerimi kaldırıp etrafımda beni izleyen biri olup olmadığına baktım. Gözlerim şüpheli birisine rastlamadığında tekrar çantama dönüp fermuarı parmaklarımın arasına aldım.
Didem, elinde telefonumla şaşkın bakışlarla boğulan yüzünü gizleyemeden yanıma doğru birkaç adım attı. Fermuarı çekip çantayı açtığımda çantadan kırmızı renkte bir sıvı fırlamış ve tam yüzüme isabet etmişti.
Dudaklarımın arasından boğazıma kadar hızla ilerleyen, sürekli kıyafetime damlayan bu sıvının metalik bir tadı ve ürkütücü bir kokusu vardı.
Bu sıvının ne olduğunu Didem'in "MARAL KAN!" diye çığlık atmasıyla anlayabildiğimde istemsizce tükürmeye başladım.
Kan yutmuştum.
Kan.
Kan?
Didem, etrafımızda toplanan kalabalığa sinirle "Ne bakıyorsunuz oğlum? Film mi çeviriyoruz burada? Dağılın!" diye çıkıştığında kalabalığı oluşturan insanların ayaklarının birkaç adım geri sıçradığını gördüm. Didem ardından koşarak yanıma varınca benim gibi eğildi ve cebinden çıkardığı peçeteyle yüzümü temizlemeye başladı.
"Didem bayılacağım." diye söylendiğimde dudaklarımı araladığım an yüzümdeki kan dudaklarıma damladı. Midemin bulandığını belirtircesine gözlerimi kapattım ve bir daha açmadım. Karanlık.
Didem yakınırcasına, "Ya dur Maral, Allah aşkına!" dediğinde hala peçeteyle yüzümü siliyordu. Telefonumun zil sesi kulağıma iliştiğinde gözlerim istemsizce aralandı. Telefonum Didem'deydi. Didem yüzümü silmeyi bırakıp telefonuma baktı. Beni bilgilendirmek istercesine "Berfin." derken telefonun ekranına dokunup aramayı yanıtlamıştı.
Telefonu kulağıma götürdüğünde bir süre susarak Berfin'i dinleyip hemen ardından "Berfin, tamam sakin ol. Hemen geliyoruz." demişti.
***
Biri çantamdan benden izinsiz kitaplarımı çalmış ve kitaplarımın yerine patlamaya hazır kan dolu bir torba bırakmıştı. Üstelik bunu yapan psikopat her kim ise bunu izlemekte istemişti. Yetmiyormuş gibi bana gizli numaradan mesaj yazmıştı. Asıl tuhaf olan ise aynısı Berfin'e de yapılmıştı. Berfin'in durumu benimkinden çok daha beterdi. Çünkü çantasını açması için bana gelen mesajın aynısı ona geldiğinde çalıştığı kafeye yeni varmıştı. Kafenin ortasında çantasından kan fışkıran bir elemanda patronun oldukça sinirini bozmuştu. Berfin, ekşittiği yüzüyle denizin gel gitlerini seyrederken yaşananları düşünmeden edemiyordum. Bu sırada aldığımız bir haberde Berke'nin yaşama tutunmuş ve yoğun bakımda hayatına devam edişiydi.
Mehmet, olay hakkında kendince yorumlar yaparken ağızı tıka basa doluydu ve sesini anlamak güçtü.
"Abi... Bunu... Size... Kim, neden?... Yapar?"
Sorduğu sorunun bir cevabı yoktu. Ya da henüz biz bunun cevabını bilmiyorduk. Alev bana "Geliyoruz." diye mesaj atalı on beş dakikadan fazla olduğunu fark ettiğimde telefonumun ekranını yokladım. Acaba gelmekten vaz mı geçmişlerdi?
Didem, düşünceli düşünceli baktığı gökyüzünden gözlerini alıp bana çevirdi. "Buldum!" Heyecanlı sesiyle konuştuğunda gözü yemek dışında bir şey görmeyen Mehmet bile durdu ve Didem'e döndü. "Bunu size kimin yaptığını buldum. Berke'nin ailesi ya da herhangi bir yakını olabilir." daha sakin bir sesle eklediği cümlesi zihnimde kördüğüm olmuş soruların gevşemesine neden olmuştu.
"Nasıl yani?" dedi Mehmet karton bardaktaki kolasından pipetle bir yudum alırken.
Gözlerim Didem'in büyüleyici gözlerine takılı kalmış ve resmen dalmıştım. Doğru bir tahmin yürütmüş olabilirdi.
Bu neden sadece ben ve Berfin'e yapılmıştı? Dün ben Berke'nin foyalarını ortaya döken ve onu, ona attığı yumrukla havuza düşüren Berfin... Evet. Aslına bakılırsa Didem oldukça mantıklı bir fikir yürütmüştü.
Berfin, Didem'e katılmadığını "Zengin insanlar böyle şeylerle uğraşmazlar." diyerek belirtmeye çalıştığında söylediklerini gülünç buldum.
"Zenginlerde senin gibi insan, Berfin." diyerek ona baktığımda yüzündeki ciddi ifadeden anladığım kadarıyla az önce söylediklerinde fazlasıyla ciddiydi.
Berfin masum bakan kahverengi gözlerini kısıp "Yani düşünüyorumda ben zengin olsam, Berke gibi şerefsiz bir oğlum olsa onu parayla boğardım." dediğinde kahkaha şenliği yaşandı.
Mehmet bir ara ağızı doluyken güldüğü için öksürsede ardından kolasından aldığı uzun yudum boğazına takılan parçayı itmişti. Didem ve ben resmen çıldırmış gibi kahkaha atıyor birbirimizi ittiriyor ve vuruyorduk. Uzağımızda olan birisi bizim kavga ettiğimizi düşünebilirdi.
"Yüzlerine kan fışkırmış birilerine göre fazla mutlusunuz." Arkamdan gelen soğuk sesin Ateş'e ait olduğunu anlamam fazla uzun sürmemişti.
Gözlerimi devirirken sadece başımla arkamı dönüp onlarda göz gezdirdim. Alev, elinde siyah bir poşet taşırken biraz zorlanıyor gibi görünüyordu. Sonunda yanımıza vardıklarında Alev benim sağıma kurulmuştu. Ateş ise bizden biraz uzakta bir kayalığa çömelmişti.
"Ne yapsınlar, yas mı tutsunlar?" Mehmet ilk kez ağızında bir şey yokken konuşunca sesi oldukça net işitilmişti. Direkt olarak Ateş'e söylediklerinden sonra Ateş hafifçe kaşlarını çatmıştı. Bu sırada Mehmet montunun cebinden çıkardığı sigara paketinden bir dalı çıkarıp dudaklarının arasında sabitlemişti.
Mehmet sigarasını yakarken Didem'de bir dal almıştı fakat bu sırada Mehmet, Didem'e çok tuhaf bir şekilde bakmıştı. Onların bu şirin haline istemsizce gülümsediğimde Alev parmağıyla beni dürttü. Başımı Alev'e çevirdiğimde bana bir şey uzattığını görüp gözlerimi eline çevirdim.
Marlboro Touc Blue.
"Bu insanların sigarasından otlanmayı bırakman için." deyip sırıtan Alev'in elinden henüz açılmamış paketi çektim ve hiç beklemeden ambalajını yırttım.
"Sen sigara mı içiyorsun?"
Berfin tarafından bana yöneltilen soruyla yutkundum ve boğazım terledi. Evet, aslında bu Berfin bana sorduğu için yaşanmamıştı. Ben sigara mı içiyordum? Bu soruyu kendime sorup, kendi kendime bir hesap vermem gerekliydi. Fakat ben bu hesap gününü sürekli erteliyordum.
Elimdeki paketin kapağını tam açmıştımki "İçmiyor." Ateş'e ait olan kalın sesi işittim. Daha ben ne olduğunu anlayamadan Ateş elimdeki paketi çekiştirip benden aldı. Berfin şaşırmışçasına iki kaşınıda havaya kaldırdı ve önce bana sonra Ateş'e baktı.
Tekrar yutkunduğumda sanki boğazımda bir kördüğüm oluşmuş gibi hissetmiştim. Başımı Ateş'e doğru çevirdiğimde ise benden aldığı sigarayı cebine attığını gördüm.
"Buna sen mi karar vereceksin?" diye sordum direkt ona bakarak. Fakat onun başı denize çevriliydi ve gri gözleri gri, kara bulutları andırıyorlardı. Başını bana çevirip, gözlerini gözlerime değdirdiğinde göğüs kafesimden mideme yayılan kaynar bir su yerimde kımıldamama neden oldu.
Pürüzsüz sesiyle "Evet." deyince sesi kulağımın içerisine bir kuş tüyü sürtünmüş gibi hissetmeme neden olmuştu.
Sert bir sesle "Hangi sıfatla?" deyip kaşlarımı çatabildiğim kadar çattığımda Ateş'in taş yutar gibi yutkunduğuna şahit olmuştum.
Bunu sormamalı mıydım?
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro