1. Bölüm: Serçeler Ağlarsa Ölür
KÖTÜ
ÇOCUKLAR
AĞLAMAZ
[Burada bir GIF veya video olmalı. Görmek için uygulamayı şimdi güncelle.]
*videoyu izleyebilirsiniz.
Tarih bırakır mısınız?
Gerçek yayınlanma tarihi: 8 Ağustos
Düzenlenip yayınlanma tarihi: 16 Eylül Pazartesi, Saat: 23:20
~
İyi geceler. Bu kurgu benim için gerçekten değerli. Hepimizin kötü zamanlar yaşadığı oluyor. Lise 2. sınıfı okuyorum ve belki bazen bende kasıtlı olmayan bir şekilde yapıyorumdur ama akranlarımın birbirine karşı olan zorba davranışları artık sinirimi bozmaya başladı. Kimse kimsenin duygu yokmuşçasına davranıyor. Ve Maral karakteri. O karakterin geçmişinde benim için çok önemli bir insandan izler var. Bu kurguyu gerçekten hayatımdan bir şeyler katarak yazacağım. Bu yüzden yorumlarınızı iyi kötü bekliyorum. Hepsini tek tek okuyacağım. Seviliyorsunuz...
Instagram: burhannakgun
ŞARKI: into your arms - Witt Lowry feat. Ava Max
Bu şarkı benim için o kadar değerli ki... hepiniz dinleyin.
Ayaklarımı yataktan sarktığımda yere değmiyorlardı. Yaşıtlarım bana kıyasla daha uzun ve kalıplılardı. Bazen bu duruma söylensemde ardından annemin beni güzel kızım diyerek sevişi aklıma dank ediyor ve kendime geliyordum. Saçlarımı annem bu sabah kesmişti. Ona babaannesinin hediye ettiği demir makas ile. Omuzlarıma değmeyecek kadar kısaydılar şu an.
Annem sarı, sırma saçlara sahipti. Gözleri elaydı ve ben hep gözlerimin rengi onun gözleri gibi olsun isterdim. Ayaklarımı sallayıp yatağımın kenarındaki tahtaya ritim ile vuruyordum. Her gece annem bana bir hikaye anlatana dek uyuyamazdım. Bu kendimi bildim bileli böyle idi. Başımı sağa çevirdim ve göz ucuyla arkama baktım. Kardeşim mışıl mışıl uyuyordu.
Salondan gelen acı feryat ve öfkeli bir bağırma sesi yerimde sıçramama neden oldu. Yine başlamışlardı. Sıçradığım için kardeşimi uyandırmış olabilirdim. Ona baktım, yerinde biraz kıpraştı fakat gözleri hiç açılmadı. Uykusu ağırdı ve o her gece mışıl mışıl uyurken ben anne ve babamın kavgalarına maruz kalıyordum. Daha doğrusu babamın annemi darp edişine.
Yataktan zıplayıp, ayaklarımı yere bastığımda soğuk zemin içimi titretmişti. Ürkek ve küçük adımlarla odanın kapısına vardığımda açıp açmamak için tereddüt ettim.
"Lütfen yapma, çocuklar uyanacak."
"Kes sesini kadın! Bana o parayı bulacaksın!"
Annemin sesi kulağımla buluşur buluşmaz kendime hakim olamamış ve kapının kulpuna asılıp, kendime çekmiştim. Kapıda oluşturduğum aralıktan kendimi koridora attıktan sonra iğrenç ve korkutucu bir manzarayla karşılaşmıştım. Annem yerdeydi ve saçı başı darmadağındı. Sol gözünün altında kocaman bir morluk vardı. Kazağının yakası yırtılmış ve uzun eteği kırışa kırışa dizlerinin üzerine varmıştı. Beni görünce başını utanmış gibi yere çevirmişti.
Onu bu halde görmek gerçektende beni yaralamıştı. Annemin bunları yaşadığını görmekten ise ölmeyi yeğlerdim. Arkadaşlarımın hepsinin annesi ve babasının arasında güçlü bir bağ vardı. Her gün onları okuldan almaya gelirler ve güle eğlene okuldan çıkarlardı. Ben babamın hiçbir zaman benimle ilgilenmeyeceğini zaten kabul etmiştim fakat annemin gelmesini o kadar çok istiyordumki. Her gün sınıfımın kapısı araladığında ardında onun gülümseyen yüzünü görmeyi...
Bu hayaller bir toz bulutu gibi dağıldığında gözlerimin önüne tekrar annemin çaresiz yüz ifadesi düşmüştü.
Babam, kendi kendine bağırarak söyleniyor ve annemin etrafında turlar atıyordu. Bir ara durdu ve anneme uzun uzun baktı. Sanırım ona bunu yaptığı için pişman olmuştu. Dudaklarım sağa doğru genişleyip buruk bir gülümsemeyle onları izledim.
Babam birdenbire, "Yarın bana o parayı bulacaksın ulan!" diye bağırıp elini kaldırdığında çığlık attım ve aralarına girdim.
Annemi küçük kollarım ile sardıktan sonra başımı yana döndürüp babama baktım.
Göz yaşlarım ben istemeden akmaya başlamış ve tanrının çığlığı kelimelere dönüşüp, benim dudaklarımın arasından fırladı. "Baba lütfen vurma, annemi dövme! Onun canı acıyor, lütfen."
Babam eli titrerken dudaklarını bastırıp gözlerime baktı. "Hanım, al kızını odaya geç. Seninle görüşeceğiz!"
Odaya geçtiğimizde annemi yatağa oturttum ve tekrar mutfağa dönüp buzdolabından bir parça buz çıkardım. Tezgahtaki havlunun içine buzu sıkıştırıp, havluyuda üzerine sardıktan sonra babama görünmeden tekrar odaya girmeyi başardım.
Annem ben odaya girmeden önce ağlıyor olsada ben odaya girer girmez yırtık kazağı ile gözlerini silip gülümsemeye çalıştı. Annemin önünde dizlerimin üstüne oturdum ve içinde buz olan havluyu annemin sol gözünün altında gezdirmeye başladım.
"Anne, babam neden seni sevmiyor?"
Annem hıçkırır gibi oldu fakat bunun hıçkırık olmadığındanda emindim. Yutkunurken başaramamış gibiydi.
"Olur mu öyle şey? Baban bizi seviyor kızım." dedi annem bana bakmadan. Ara ara buzu bilmeden elmacık kemiğine bastırdığımda tıslıyor ve canının acıdığına dair tepkiler veriyordu. Bende bu birkaç kez yaşandıktan sonra havluyu sert bir şekilde bastırmamaya özen göstermeye başlamıştım.
Annemin dediklerini aklımda ölçüp, biçtikten sonra yanıtladım. "Ama insanlar sevdiklerinin canını yakmaz."
Annem havluyu elimden alıp, bunu kendi yapmaya devam etti. Bir eliyle havluyu tutarken diğer eliylede beni kaldırmış ve yatağa oturmuştu. Başımı anneme yasladım ve yarım yamalak yatakta uzandım.
"O benim canımı yakmadı kızım. Ayağım takıldı ve duvara çarptım."
İnanmıyordum. Her şeyi görmüştüm. Anneme zarar veriyordu o adam.
Bir süre düşündükten sonra annemle bu konuyu konuşmamanın daha mantıklı olduğu kanısına varmıştım.
"Anne uykum var. Bana hikaye anlatır mısın?" dediğimde annem elini saçıma atmıştı ve narince okşamaya başlamıştı.
Annemin güzel sesi kulağımda yer edindiğinde ona kulak kesildim. "İnsanların yaşamadığı bir ormanda hayat süren minik bir serçe varmış. Bu serçe her yeni günün ilk saatlerinde kanatlarını çırpar ve ormanda gezintiye çıkarmış. Her türlü canlı ve bitkiyi gören serçe ufak gezintisinden sonra tekrar evine dönermiş. Yine bir gün ormanda gezintiye çıkan serçe her yeri dikkatle izliyormuş. Yılanları, uğur böceklerini, kelebekleri... sıra güzel kokulu çiçeklerin üzerinden uçmaya geldiğinde büyük bir heyecan onu sarmış. Çiçeklerin üzerinden uçmaya başladığında çiçeklerin mutlu kahkahalarını işitmeye başlamış. Ama birden bu kahkahaları geride bırakmış ve bir çiçeğin ağlayışı kulağını doldurmuş. Durmuş ve aşağıya doğru bakmış. Birde ne görsün? Bir çiçek susuzluktan kurumak üzereymiş. Çiçeğe yaklaşmış ve iyice göz gezdirmiş. Normalde yeşil olması gereken gövdesi toprakla aynı renge dönmüş. Serçe çiçeğin üzerine konduktan sonra düşünmüş. Bu çiçeği sulamasının tek yolu vardı. Bu da: ağlayıp, ölmekti. Serçe kısa bir düşünmenin ardından hüngür hüngür ağlamaya başlamış. Gözyaşları çiçeğe her değdiğinde, çiçeğin rengi biraz daha düzeliyormuş. Sonunda dökecek gözyaşı kalmadığında serçe bitkin düşüp uyuyakalmış, çiçek ise tekrar yapraklarını açıp rengine kavuşmuş."
Annemin hikayesi bittiğinde uyku beni esir almak üzereydi. Gözlerim ve beynim uyku ile güç bir mücadele verirken sordum: "Serçeler ağlayınca ölür mü anne?"
Annem saçımı okşamayı sürdürürken fısıldadı: "Söylenilene göre öyleymiş, minik serçem."
Annem bana minik serçem der demez içimde bir şeyler kıpraşmıştı.
"Eğer bende ağlarsam ölür müyüm anne?"
"Hayır kızım. Eğer sen ağlarsan ben ölürüm."
~
Bölüm sonu.
Düşüncelerinizi yazar mısınız?
Sam Tinnesz - Play With Fire (Türkçe çeviri dinlemenizi öneririm)
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro