Bölüm 1: Kamp mı? Ne kampı?
ön uyarı: Hikaye Wattpad'te 2014-2015 yılları arasında yayınlanmıştır. Kurgu boyunca o dönem yaşanan olaylar üzerine toplumsal göndermeler vardır. Gözlük, o dönemin hikayesidir ancak gönül rahatlığı ile şuan da okunabilir.
•
Yılın son hakareti Yağız Sabaoğlu'na giderken, ne yapacağımı bilemez halde öylece kalakaldım. Sadece bizim okulun değil, civardaki tüm liselerin konuştuğu, kızların hayallerini süsleyen, zengin ve bu zenginliğiyle övünmesini bilen, okulda yaptıkları, giydikleri ile ikonlaştırılmış bir kazanan... Dersler dışındaki her şeyde sözü geçiyordu kısacası. O, okulun İvana'sı, Kemal Doğulu'su, Nurella'sıydı. Kemal Doğulu kadar dediğim dedik, Nurella kadar havalı, İvana kadar sert...
Kafama fırlattığı hamburgerin şokunu üzerimden attığım gibi, tekrar koşmaya başladım. Enseme uzandığımda elime gelen kaygan sıvının ketçap mayonez karışımı olduğunu görüp, yönümü tuvalete çevirdim. Öğrenci dolaplarının olduğu koridordan geçerken, sessiz grup Gotiklerin, Yine mi be dostum! imalı bakışlarıyla karşılaştım. Yanlarından koşup geçtiğim öğrencilerse kendi aralarında konuşuyorlardı. Muhtemelen benimle alay ediyorlardı. Tuvaletlerin olduğu koridora girdiğimde hiç duraksamadan, karşıma çıkan ilk kapıyı itip kendimi içeriye attım. Çok hızlı nefes alıyor ve bunu kontrol etmekte güçlük çekiyordum. Sırtımı tuvalet kapısının ardına yaslayıp gözlerimi kapattım ve ne- fesimi düzenlemeye çalıştım. Saniyeler sonra gözlerimi açtı- ğımda, göğsümün inip kalkması artık normaldi. Fakat tam o an, okulun son günü yapılabilecek en büyük hatayı yaptı- ğımı fark ettim. Kızlar tuvaleti... Lanet olasıca kızlar tuva- letinin içindeydim!
İşin kötü yanı yalnız değildim. Popülerlerin gözde kızı Tuğçe, elinde kırmızı ruju, aynanın karşısında ağzı bir karış açık bir şekilde bana bakıyordu. Korkuyla nefesimi tutup öylece suratına baktım. Terleyeceğimi düşündüğüm an aklıma arka cebimdeki kürdanlar geldi. Terlememin önüne geçmese de, stres için ihtiyacım olan şey oydu. Tuttuğum nefesi bırakıp, heyecandan birbirine dolaşan parmaklarımla bir tane kürdan çıkarmaya çalıştım. Sivri ucuna dokunup varlığını hissettiğimde, Tuğçe'nin gözlerini gördüm. Alev alevdi. Ejderhanın gözleri gibi sinsi ve korkutucu... Nihayet çıkarmayı başarabildiğim kürdanı dudaklarımın arasına yerleştirdim. Bir şeyler söylemem gerektiğini biliyordum ama heyecandan konuşamıyordum. Kürdanımın ucunu çiğneyip, karşımdaki ejderhanın pençeleri arasında ölmeyi bekledim. Hayır, bu bir ironi değil. Tuğçe'nin saçları kırmızıya yakın kızıldı. Bana doğru dönüp ellerini göğsünde birleştirince, zorlukla bir şeyler mırıldandım.
"Kızlar. Tuvaleti. Yanlış. Yer. Yanlış. Zaman."
Her kelimeden sonra nefes almıştım.
Cevap vermek için ağzını açtığında hissettiğim korku o kadar gerçekti ki, bir an yarısına kadar ruj sürdüğü dudaklarının arasından cidden alevler çıkacak sandım. Birden konuşmaktan vazgeçip, bana doğru bir adım attı. Dudaklarını araladığında, ölümüme sebep olacak alevlerini üzerime göndermek yerine konuştu.
"Şimdi üçten geriye sayacağım. Ne yapman gerektiğini biliyorsun."
Sesi, sadece ikimizin olduğu tuvalette yankılanırken, say- maya başlamıştı bile. "Üç..." Telaşla olduğum yere çivilen- dim. Bir adım daha attı. "İki..." Ve bir adım daha...
Çıksana tuvaletten, geri zekâlı! İnine girdin şeytanın!
Normalde Hüsnü'nün söylediği şeyleri yapan biri değildim. Hüsnü kim mi? Hüsnü benim iç sesim. İnsanlara söyleyemediğim, söyleyemeyeceğim her şeyi benim yerime dillendiren diğer yarım. Bunu psikolojik bir problem olarak adlandırabilirsiniz. Zaten ben de problemleri olan biriyim. Ama tanısanız, sizin de bir Hüsnü'nüz olmasını isteyeceğinizden eminim.
Düşünerek kaybettiğim saniyelerde, dudaklarının arasın- dan "Bir..." rakamı döküldü. Ve bana doğru son bir adım attı. Gözlerimi kapatıp yapacaklarını düşünürken beklenmedik bir şey oldu. Koşarak girdiğim tuvaletin zeminine üzerimden sıçrayan bir miktar ketçap, Tuğçe'nin ayağının altı ile buluştu. Tuğçe üzerime kapaklanırken "Ayy!" diye bağırdı. Bu sırada her şeyi ağır çekimde izledim. Kızıl saçları dalgalanıp omzuna düşerken gözleri korkuyla açılmış ve o kısacık mili saniyede benim gözlerimle buluşmuştu. Ardından elleri omuzlarıma tutunup, başı boynuma gömüldü. Ne yapacağımı bilemeyerek düşmemesi için ben de onu tuttum. Kulağımın alt kısmına değen burnunu hissettiğimde, istemsizce saçlarını kokladım. Ejderhanın saçları, limon özlü şampuan ile yıkanıyordu demek. Benim kullandığımdan...
Tuğçe hızla benden uzaklaşırken, anın şokunu atlatama- mış, dehşet içerisinde bana bakıyordu. Burnunun üzerinde ensemden bulaşan ketçap lekesi vardı. Ve bu kez bana bakan gözler sinsi bir ejderhanın değil, şeytanın gözleriydi. Bir şey yapacağını anladığım an kaçmaya çalıştım. Fakat omuzlarımdan ittirip beni adeta kapıya sabitledi. Okulun son günü büyük kaybedeceğim aklımın ucundan dahi geçmezdi. Bugün için tek planım fark edilmemekken, birdenbire kendimi daha önce yirmi metre dahi yanına yaklaşamadığım Tuğçe'nin kolları arasında bulmuştum.
"Herhangi birine bir şey söylersen seni mahvederim, Gözlük!"
Tehlike çanlarının çaldığını duyduğum an, onun düşüşüyle beraber ağzımdan kayan kürdanın yokluğunu his- settim. Gözlerimi onunkilerden kaçırmaya çalışarak "Kürdan... Bana kürdan lazım," dedim. Arka cebimden bir tane kürdan çıkarıp hemen dudaklarımın arasına yerleştirdim. Ucunu ısırdığım an kükredi.
"Ne yapıyorsun, geri zekâlı?"
Cevap vermedim. Zira konuşmaya kalkarsam düzgün bir cümle kuramayacağımı biliyordum. Dudaklarının ara- sından dökülen her bir kelimede üzerimdeki baskı artıyor, daha fazla geriliyordum. Tuttuğu omuzlarımdan beni kendine çekip, hızlıca geri ittirdi.
"Anladın mı beni?"
Cevap bekleyerek bana bakınca başımı evet anlamında salladım. Ellerini omuzlarımdan çekip benden uzaklaştı ve defol bakışı atarak beklemeye başladı. İşler daha berbat bir hal almadan önce buradan çıkmam gerekiyordu. Kapıyı açabilmek için ona doğru biraz ilerledim ve tam o an sabah kah- valtısının önemini kavradım. Yaşanabilecek en büyük rezilliğin kızlar tuvaletinde Tuğçe'nin karşısında durmak olduğunu düşünürken, karnımın kükremesi tuvalette yankılandı. İşte o an, asıl ejderhanın benim içimde olduğunu fark ettim. Kı- zın gözleri şaşkınlıkla büyürken ben utançla doldum. Elimi karnıma götürüp, "Kahvaltı etmedim," diyebildim. Cümlem içimdeki aç ejderhanın sesiyle gölgeledi.
"Bak hâlâ konuşuyor! Defol!"
Son bağırışı ile yerimde sıçrayıp kapıyı açtım ancak çıkmadan önce daha çok rezil olmayı göze alarak asla yapmayacağım bir şeyi yaptım. Ejderhanın burnuna boynumdan bulaşan ketçap lekesini işaret parmağımla alıp yaladım. Bunu yaparken neyi amaçladığımı bilmiyordum. Ama zaten okulun son günüydü. Onun tiz çığlığı tuvalette yankılanırken kendimi dışarıya atıp kapıyı arkamdan kapadım.
"Sakın bir daha karşıma çıkma!"
Nihayet doğru tuvalete girdiğimde, dudaklarım alışkın olmadığım bir tebessüme ev sahipliği yapıyordu. İstemsizce gülümsediğimi fark edip, dudak kaslarımın yabancısı olduğu bir eylemi gerçekleştirmesini zevkle izledim.
Boynumu temizledikten sonra, müdürün tüm öğrencileri çağırdığı konferans salonuna gitmek için harekete geçtim. Tuvaletten çıkarken sinsi bir tilki gibi etrafı gözetledim. Koridorda ilerlerken bir çita kadar hızlıydım. Birkaç tane zeki tipin yanından geçip konferans salonuna giden merdivenlere yöneldim. Merdivenleri Ornitorenk Perry çabukluğuyla çıkıp salona daldığımda derin bir nefes aldım. Öğrenciler koltuklara oturmuş, törenin bir an önce başlaması ve aynı hızla bitmesi için can atıyorlardı. En arka sağ köşeye gidip, bir kaybedenin yapacağı şeyi yaptım. Kendimi koltuğun içine gömdüm.
Müdür törenin başladığını belirtmek amacıyla kürsüdeki mikrofona iki kez vurunca salonda sessizlik oldu. Sessizliği bozan tek şey, konferans salonunun kapısının açılmasıydı. Tuğçe içeriye girmiş, gözlerini etrafta dolaştırıyordu. Beni aradığını düşünerek, oturduğum koltukta iyice büzüldüm fakat ona yakalanmıştım. Ejderha bakışlarını üzerimden ayırmadan yürüyüp, popülerlerin arasındaki yerine oturdu. Müdür konuşmaya başladığında rahatlayarak oturuş şeklimi düzelttim.
"Bildiğiniz üzere önümüzdeki yıl üniversite sınavına gireceksiniz. Sizin geleceğiniz adına öğretmenler kurulu olarak bir karar aldık. Lise üçüncü sınıftaki tüm öğrencileri, yaz boyunca eğitim kampına götürüyoruz. Katılmak mecburi. Detaylar hakkında rehber öğretmenleriniz sizi bilgilendirecektir."
Müdür konuşurken her bir kelimesinde gözbebeklerim daha da büyüyordu.
Tüylerim diken diken olurken, ağzımdaki kürdanı değiştirdim. Kamp olmaz! Bunun için milyon tane sebebim vardı. Sıralamamı isteseniz, birkaç rulo tuvalet kâğıdını rahatlıkla doldurabilirdim. Birincisi, ben yarı çıplak uyuyordum. Yani sadece boxer ile. Bu da psikologumun diğer bir önerisiydi. Yatağa girdiğimde üzerimde kıyafetler olunca deli gibi kaşınmaya başlıyordum. Bu his, vücudunuzda binlerce minik örümceğin gezinmesi gibi bir şeydi. Problemlerimden biri buydu. İkincisi ise, kendimi huzurlu hissettiğim tek zaman dilimi olan yaz tatilinde, sayısız hakaretlere ve işkencelere maruz kalmak istemememdi.
Tören boyunca kafamın içerisinde kamp çadırlarıyla geniş gövdeli bol kıllı ayılar seks yaptı. Bir bahane ya da tetikleyici bir şeye ihtiyacım vardı. Kendimi gitmeyeceğime ikna etmeye çalışırken, müdürün sözlerinden sadece bir tanesi zihnimin içinde yankılandı.
Katılmak mecburi.
Tören bittikten sonra, dışarıya güvenli bir şekilde çıkabilmek için, herkesin salondan ayrılmasını bekledim. İçeride bir tek ben kaldığımda sakince yerimden kalkarak kapıya yöneldim. Az sonra olacaklardan bihaber, büyük kapıyı sessizce açıp dışarıya doğru bir adım attım. Tanıdık eller bir kez daha omuzlarımdan ittirirken, yabancısı olmadığım o sesi duydum.
"Bana bak, ezik! Az önce olanları bir kişiye bile anlatmayacaksın!"
"Tamam, anladım!" dedim, ancak öyle sessiz söylemiştim ki beni duymadı. Bunun sebebi belki de, onu gördüğümde heyecanlanan kalbimin sesini duyuyor olmamdı. Ya da... Farklı bir şey...
"Tamam mı?"
"Diyorum ki, sana bir şeyler anlatmak, Osman'ın gelmesini beklemek gibi."
Ne söylediğimi anlamayarak afalladı.
"Ne Osman'ı? O da kim?"
"Boş ver," dedim. "Kampta görüşürüz."
Ve çılgınlık sınırlarımı zorlayarak bir şey daha yaptım.
Nedenini henüz bilmediğim bir sebepten dolayı, kelebekler saçan dudaklarım ile ejderhanın yanaklarına bir öpücük kondurdum. Sonraki saniyeler malum... Yanından kaçmak ve heyecandan ibaret!
Onu şok içerisinde arkamda bırakıp, koşarak okuldan çıktım. Biraz daha koştuktan sonra, nefes nefese bir halde kaldırıma oturup bekledim. Bir an, sabahtan beri olanları düşünmeyi istedim ama yapamadım. Çünkü zihnim son gün stresi ile değil, Tuğçe'nin saçları ve güzelliği ile doluydu. Cebimdeki paketi çıkarıp içinden bir tane sigara aldım. "Beni özledin mi?" dedim elimdeki sigaraya bakıp gülümserken. Sigarayı evet anlamında yukarı aşağı salladım. "Ben de seni özledim, sevgilim," diye devam ettim. Gözlerimin önünde hâlâ Tuğçe'nin görüntüsü vardı. "Seninle tatile çıkacağız."
KAMPTA GÖRÜŞÜRÜZ! (:
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro