Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Giriş-Anons

Selam. :,)

Hikayeye yeni başlayacaklar için ön uyarı: Hikaye Wattpad'te 2014-2015 yılları arasında yayınlanmıştır.  Kurgu boyunca o dönem yaşanan olaylar üzerine toplumsal göndermeler vardır. Gözlük, o dönemin hikayesidir ancak gönül rahatlığı ile şuan da okunabilir. Tam halini yakın zaman da yükleyeceğim, sevgiler.

*

Bir bardak sade kahve, kül tablası, kürdan ve hayata bağlılığımın sembolü haline gelen bilgisayarım... Standart akşamlardan biri gibi görünebilirdi ama değildi. Yarın bir okul yılı daha bitecekti. Hakaretlerden, kafama atılan sucuklu kaşarlı tostlardan kurtuluyordum nihayet. Bir süredir sanal bir gerçekliğin içinde yaşıyordum. Bir blogum ve blogumu takip eden, yüzünü hiç görmediğim birkaç arkadaşım vardı. Ama içlerinden bir tanesi diğerlerinden farklıydı. Bana zor zamanlarımda destek olan, kendimi gereksiz hissettiğimde, uçurumun kenarından atlamaya hazırken bile elimden tutan biri... Ve benden mesaj bekliyordu. Parmaklarım yazmak için daha bir istekliydi bu gece. Baksanız, klavyemin üzerinde gezen parmaklarımın hızından anlayabilirdiniz heyecanımı. Ancak gözlerim uykuya yenik düşmek üzereydi. Sabaha karşı saat dörde doğru parmaklarım yavaşlarken, gözlerim gelen mesajı okumak üzere aralandı.

Sen Harry Ziyagil'sin. Aptallık etme! Bam bam! Öldü işte hepsi!

Rüyalar âlemindeki yolculuğuma çıkmadan önce gülümsüyordum. Sonrası karanlık... Huzurlu ve korkutucu.

Sabah saat yedi buçuğu gösterirken gözlerim istemsizce açıldı ve doğrulup yatağın içerisinde oturur pozisyona geçtim. Sırtım soğuk baza başlığına değdiğinde vücuduma bir titreme yayıldı. Bu his, duş alırken bedenin malum bölümünün soğuk fayanslara değmesi ile eşdeğerdi. Sırtımdan başlayıp tüm vücuduma yayılan soğukluk hissine alışırken, elim başucumdaki komodine gitti. Sigara paketini kavrarken, diğer elimle gözlerimi ovaladım. Bir sigara çıkarıp yaktığımda, yatağımın önündeki aynada yansımamla göz göze geldim.

"Kahretsin!"

Bağımsızlığını ilan eden saçlarım, gidecekleri yöne kendileri karar vermiş gibiydi. Dağılan saçlarımı elimle düzeltmeye çalışıp derin bir nefes aldım. Aynadaki yüzümün az uyumaktan kaynaklanan gözaltı torbalarını ve siyah rengini görmezden gelip, sigaramın dumanını içime çektim. Duman, dörtnala koşan atlar gibi hızlıca ciğerlerime doğru ilerlerken, içilen ilk sigaradaki baş dönmesi ile bir nebze de olsa ayıldım. Sigarayı işaret parmağımla başparmağımın arasında tutup, ciğerlerime doldurduğum dumanı üzerine üfledim.

"Günaydın, sevgilim."

Üflediğim nefesle sigaranın külleri yatağımın üzerine düştü. Gülümseyerek bir nefes daha çektim. Şu manzarayı alt kattaki annem görseydi, türlü laflar edip sabahın güzelliğini bozabilirdi. Dumanı bu kez tavana doğru üfledim.

"Ben de seni seviyorum."

Uzanıp, yatağımın yanına bıraktığım dizüstü bilgisayarımı yerden aldım. Açık kalan sayfalara göz gezdirirken Bihter Ziyagil esprisini görünce, onu hatırlayarak yeniden gülümsedim. İyi giden her şeyin bir sonu olduğu gibi, bu tatlı gülümsemelerin de bir katili vardı. Merdivenlerden gelen sesleri işittiğimde annemin yukarıya çıktığını anladım. Seri bir hareketle komodinin üzerindeki kül tablasını elime alıp, henüz bitmemiş sigaramı söndürdüm. Ardından alışkanlıkla hızlı bir şekilde bazanın altına kaydırdım. Annem sabah kahvaltısından önce sigara içmemden nefret ederdi. Birkaç saniye sonra, kedi kadın edasında kapımı açtığında, üzerimdeki siyah boxer ile yatağın ortasında ayaktaydım. Elimde çarşaf, yatağın üzerindeki dumanı dağıtmaya çalışıyordum. Gözlerini kısıp, birkaç saniye bana baktı.

"Sabah sabah yine sigara mı içtin sen?"

"Hayır anne, tütsü yaktım."

"Elindeki çarşafla düşmanları püskürtüyorsun o halde?"

Tam cevap vereceğim sırada annemin hızla yatağıma yaklaştığını gördüm. Bir şeyler yapmam gerektiğini fark edip telaşla atağa geçmiştim ki, elimdeki çarşaf bedenime ve ayaklarıma dolandı. Dengemin altüst olmasıyla birlikte kendimi birden garip bir pozisyonda buldum. Ayaklarım yatak ucumun üzerinde, başım ise yerdeydi. Ve canım acıyordu.

"Ah!"

Annem zafer kazanmış bir edayla gülümseyerek, yatağımın altına ittiğim kül tablasını aldı ve herhangi bir müdahaleye izin vermeyerek odayı terk etti.

"Anne ya!"

"Hiç umurumda değil!" diye bağırdı giderken.

"Bugün kahveleri sen yapıyorsun."

Ayaklarımı yataktan indirip kendimi çarşaftan kurtardıktan sonra, hızlıca giymeye başladım. Siyah pantolonumu üzerime geçirmeye çalışırken biri beni izleseydi, Mahmut Tuncer'den daha iyi halay çektiğimi söyleyebilirdi. Pantolonun düğmelerini iliklerken, kendi kendimi son gün için motive ediyordum.

"Herkes dayıya çeker ama ben halaya çekmişim!"

Odamdaki tek kişilik koltuğun üzerindeki siyah tişörtlerden birini seçip giydiğimde, aşağıya inmek için hazır olduğumu düşündüm. Ta ki içerisinde kıyafetlerimin olduğu dolabın kapağındaki aynada kendimle karşılaşana dek. Koşarak banyoya gidip lavaboda saçlarımı yıkadım. Havluyla saçlarımı kurularken, vakit kaybetmeden odadan çıkıp mer- divenlerden inmeye başladım. Takmayı ihmal etmediğim gözlüğümü düzeltirken koridordan döndüm. Mutfağa girdiğimde doğruca pratik yemek masasına ilerledim ve arkalığına elimdeki baş havlusunu bıraktığım sandalyeye adeta Garfield miskinliğinde usulca çöktüm. Annem hiçbir şey söylemeden, bir bardak sade kahveyi önüme koydu. Bardağı avuçlarımın arasına alıp, sakin bir şekilde dudaklarıma götürdüm. Sıcak kahvenin tadını almaya başladığım an, gözlerim salondaki duvar saatine kaydı.

08:15

"Lanet olsun!"

Annem elindeki tatlı kaşığı ile kafama vururken, bir kâse mısır gevreğini önüme koydu.

"Sabah sabah neye lanet ediyorsun sen! Negatif şeyleri yasaklamadık mı bu evde küfrü?"

Kahveyi istemeyerek de olsa masaya bırakıp, o an çok cazip görünen mısır gevreğini yok sayarak kapıya doğru koştum. Annem ne yapmaya çalıştığımı ayakkabılarımı giydiğimde fark etti.

"Bir şeyler yemeden bu evden çıkmayacaksın, genç adam!"

"Geç kaldım, yiyemem!"

"Pekâlâ. Tartışmanın bir anlamı yok. Okulda yemeyi ihmal etme. Ben de işe geç kalacağım zaten."

Hızlıca anneme el sallayıp, kendimi dışarıya attım. Bahçe kapısına ulaştığımda, ev dışındaki yaban hayatımda hayatta kalmamı sağlayan malzemelerin yanımda olup olmadığını kontrol ettim. İlk olarak elimi cebime götürüp telefonuma baktım. Ardından arka cebimdeki kürdanları yokladım. Sonra da kulaklığım... Hemen onların yanındaydı. Sigara? Sigaramı unutmuştum. Eve dönüp anneme çaktırmadan almam gerekiyordu. Fakat buna gerek kalmadı. Eve yaklaştığım sırada, annemin üst kattan attığı sigara ve çakmak ayaklarımın önüne düştü.

"Yemek yedikten sonra içeceksin. Söz ver!"

"Tamam tamam."

Minnetle salladığım eli geri çevirmeyip o da bana el salladı. Yerden aldığım sigara paketi ve çakmağı da cebime koyarak, teçhizatımı tamamlamış oldum. Artık yola koyulmaya hazırdım. Okula doğru... Arka cebimden çıkardığım kürdanlardan birini ağzıma atarak ucunu çiğnemeye başladım. Psikologumun muhteşem tavsiyelerinden biriydi bu. Ona göre, strese girdiğimde veya kendimi kötü hissettiğimde bir şeyler çiğneyerek, o anki düşüncelerimi zihnimden uzaklaştırabilirmişim. En etkili seçeneğin sakız olduğunu söylemişti fakat sakız bende işe yaramadı. Okulun kantininde kafama yediğim ilk tostun kokusu burnuma ulaştığında, edilen hakaretlere dayanamayıp sarıldım kürdanlara. Sakızım olmadığı için o an tek seçenek, masanın üzerindeki kürdandı.
Stresimi azaltmaya çalışarak okula doğru ilerlerken karşıma haberciler çıktı. Herkesin bildiği sarı mikrofondu bu. Yine yolda çevirdiği insanlara sorular soruyordu. Yanların- dan geçerken, konuşmalarını dinlemekten alıkoyamadım kendimi. Muhabir; "Öğrenciler matematiği neden sevmiyor?" diye soruyordu benden birkaç yaş küçük bir çocuğa. Kaşlarımı kaldırıp çocuğun vereceği cevabı bekledim.

"Çünkü lanet olası bir zorluğu var."

Gülümseyerek kafamı sallarken, öğrenci adama sorulabilecek en absürt sorulardan birini soran muhabire baktım. Aldığı cevaptan tatmin olmadığını belirten bir ifadeyle kalakalmıştı. Matematik denilince aklıma yine okul ve son gün psikolojisi geldi. Okulu neden sevmiyorum diye sordum ben de kendi kendime. Cevabı basitti. Çünkü lanet olası lisede hayatta kalmak çok zordu! Etrafımda birlikte okula gidebileceğim bir arkadaşım bile olmadığı gerçeği ile yeniden yüzleşirken, okula doğru yürümeye devam ettim.

Okulun bahçe kapısının önüne vardığımda, ağzımdaki kürdanı yenisi ile değiştirdim. Başımı öne eğerek içeriye girdim ve kalabalığın uzağındaki bir noktada bulunan ağacıma doğru ilerledim. Yanlarından geçtiğim insanlar, yaz için planlarından bahsediyorlardı. Hava atmak dışında bir şey değildi yaptıkları. Sanki birbirlerinden üstün olmak zorundaymışlar gibi davranıyorlardı. Sessizce ağacın altına oturup, etrafı izlemeye başladım. Telefonumdan sakin bir müzik açıp, tek kulağıma kulaklık taktım. Anons yapılırsa kaçırmak istemiyordum. Birdenbire patlayan, interaktif hikâyelerin yazılıp yayınladığı site sayesinde, okuldaki çocukların hepsi kızların gözüne güzel gözükmek adına bu moda bürünmüşlerdi. Kızların hepsinin dillerinde kötü çocuklar vardı. Mükemmel insan modelinin tasvir edildiği harika yaratıklardı onlara göre. Oturduğum ağaca doğru gelen bir çift, bu tezimi kanıtlarcasına kavga ediyordu. Ne konuştuklarını duyabilmek için kulaklığımı çıkarıp omzumun üzerine koydum. Bu sırada kötü karakter moduna giren arkadaş, kız arkada- şına bağırıyordu.

"Kızım, bana bak! Bitiririm bu ilişkiyi! Seni çok özledim diye mesaj attığın gün, pişman olmuş olursun."

Herkesin kendi hikâyesi vardır. Hatta çoğu insan, Ulan hayata bak! Film çekseler milyonlar izler! diye iddia eder. Ama hikâyeler ve gerçek hayatı ayıran sınırlar vardır. Tıpkı kızın çocuğa verdiği cevap gibi.

"Ay, geri zekâlıya bak! Ne sanıyorsun sen kendini ya?"

O noktadan itibaren olay, kızın çocuğu ittirip yanından gitmesi ile finale ulaştı. Çocuğun "Aşkım, özür dilerim. Vallahi öyle demek istemedim," demesi bile işe yaramamıştı. Ayrılığı gördüğüm an, olan ve olabilecek tek sevgilim geldi aklıma. Sigaram... On yedi yaşımda olduğumu söyleyip, bizi ayırmaya çalışan annem ve doktoruma inat devam ettiğim sigaram. Okulun duyuru için kullandığı hoparlörlerden çıkan cızırtılı sesler beni kendime getirdi. Saniyeler sonra mü- dürün sesi tüm bahçeye yayıldı. Müdür aynı anonsu iki kez daha tekrarladı.

"Tüm öğrenciler konferans salonuna."

Kulaklığımı telefondan çıkarıp, çalan müziği kapattıktan sonra cebime koydum. Ağacın altından kalkıp, okul binasının girişindeki heybetli merdivenlere yöneldim. Bir yıldır hayalini kurduğum yaz tatili öncesi, son günden tek beklentim, fark edilmemekti. Merdivenleri çıkıp, konferans salonuna gidenlerin peşine takıldığımda, ikinci katın merdivenlerinde oturanları gördüm. Yani Popülerleri. Her okulda olduğu gibi, benim okulumda da gruplaşmalar vardı. Üç dört arkadaş değildi bu gruplar. Okul onlar tarafından bölünmüştü.

Popülerler, en tehlikelileriydi. Zengin ve istediğini elde edebilen öğrenciler... Okula en çok bağışı onların aileleri yapıyordu. Bu yüzden kendilerine güvenleri yerindeydi. Kendi gruplarından olmayanlara, keşke doğmasaydın muamelesi yapıyorlardı.

Yeni Yetmeler, bir alt kademeydi. Bir keresinde, Popülerler kadar tehlikeli olduklarına şahit olmuştum. Onları Gotikler izliyordu. Ağızlarında, kaşları ve burunlarında piercing olan garip tipler. Yirmi birinci yüzyılın hippiliği ve rock kültürünün arasında gidip gelen insanlar. Kendilerinden başka kimse umurlarında değildi. Onlardan sonra da Zekiler geliyordu. Geleceğin Einstein'ları. Hayır, bu onlarla alay etmek için kullandığım bir terim değil. Gerçekten zekiler. En sonda ise ben. Ege. Arkadaşı olmayan bir kaybeden. Farklılıkları yüzünden eleştirilen, eksiklikleri yüzünden aşa- ğılanan...
O ana kadar kimse beni görmüyordu. Fark edilmemek için dualar ediyor, sakin gözükmeye çalışıyordum. Ama nafile... Arkamdan ismimin seslenildiğini duyduğumda, kalbim yerinden fırlayacakmış gibi atmaya başladı.

"Ege!"

Stresli anlarda pek bir sakarlaşırdım. Uzaklaşmak için attığım özgüvenden yoksun adımlar, saniyeler sonra zemini yalamama sebep oldu. Yok yok... Kimse benim için üzülmesin. Okuldaki sıradan bir gün işte. Burnumun ucuna düşen gözlüğü düzelterek yerden kalktım. Ama o esnada kafama atılan hamburgerle her şey daha güzel oldu. Sahi, kim sabahın bu saatinde hamburger yerdi ki? Yağız? Kesinlikle. Hızla toparlanıp koşmaya başladım. Ama bağrışmaları ve etrafımdaki alay dolu sözleri duyabiliyordum.

"Uu! Koşabiliyormuş!"

"Seni ucube!"

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro